Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

da baskı yapmadı. “Hey Allah’ım bunu da laf diye konuşuyorsun” diye haberciyi tersleyerek gerisin geri yolladı.

      Bu konuşmaya şahit olanlar:

      “Vay be, bizim bey çok anlayışlı ve aydın kişi. Tukımbay olsaydı, sağa sola pisleyen bir keçi için öfkelenir, kıyameti koparırdı” diyerek bolısın şanına şan kattı.

      – Böylelikle bu konuşma unutuldu bile. Bir gün bolıs çevre köyleri dolaşmak için atına bindi. Yanına birkaç adam alarak yola çıktı. Aralarında köy muhtarı Tavbay da vardı. “Köye bolıs eğer kendi geldiyse, bu sebepsiz değildir” diye düşünen halkın keyfi kaçtı. Yine ya yeni bir vergi konulacak veyahut birilerini yargılayıp, cezalandıracaklar. Bolıs boşu boşuna gelmedi.

      Halkın beklediği gibi çıkmadı. Kimse cezalandırılmadı. Yeni vergi de koyulmadı. Bolıs köy muhtarının evinde kımız içtikten sonra yemeğe de kalmadan Tav-Şilmembet’in yurduna doğru atını sürdü. Atını Rıskul’un fakirhanesinin sundurmasına kadar yanaştırdı:

      – Rıskul! Hey batur, dışarı çık diye seslendi.

      Rıskul’dan önce kurt bakışlı, esmer çocuk dışarıya fırlayarak, kapının önündeki atlıları görünce hemen içeriye koştu:

      – Baba çabuk olsana, dedi Turar çocuk yüreği çırpınarak.

      – Kim geldiyse ödü patlamaz, bekler. Endişelenme! diye öfkeli söylendi babası.

      Rıskul dışarıya çocuğuyla çıkmak istedi. Babası Turar tereddüt edince “yürü” dedi.

      – O, beyim! Her şey yolunda mı!? diyen Rıskul at üstündeki Saymasay’a elini uzattı. Daha sonra Turar’ı dürterek:

      – Bolısa selamını versene dedi. Baraka gibi yüksek kızıl aygır üzerinde oturan bolısa çocuğun uzattığı el yetişmedi. Bolıs ise eğilmedi.

      – A-ha, bu cılız şey senin mi, batur, dedi bey umarsızca. Uzattığı eli havada kaldığı için öfkelenen çocuk bolısın iğneleyici yuvarlak suratına, çarpık, kırışıklıklarla dolu, sırıtan gözüne dik dik baktı. Onun bu halini fark eden bey: “Kurt yavrusuna da bak sen, babası gibi yürek yemiş” diye tiksintiyle bakıp, gönülsüz eğilerek elini uzatmıştı ki, çocuk kıvılcım saçan gözleriyle bir kez daha bakarak, arkasını dönüp gitti. Rıskul sırıtarak baktı. Çocuğu suçlamadı. Onun bu davranışını içinden desteklemiş gibiydi.

      – E, beyim in atından. Gelmişsin, davet edip getirtemediğimiz saygıdeğer konuksun. Fakirhanenin koyunu demez isen, bu evin dumanı, niyeti helaldir. Misafirimiz olun.

      – Yiğidim hey. Ben indiğim yere yük olurum. Bana keseceğin koyunu kesip yemişsindir.

      – Haa, kayıp koyunun peşindeyim desene bolıs bey. Anlaşıldı, niye beni özledi diyordum. Çoban Eralı’nın suçu yok. O koyunu zorla ben aldım. Bu çocuk tifüsten yeni kurtuldu. Ona kara koyunun eti lazım dediler. Borçlu kalmam bilirsin, “bir koyun için bolısa gidip keyfini kaçırmayım” diye düşündüğüm için de çobandan selam göndermiştim. Kusur varsa benimdir… Borcumu öderim.

      – Hey, bahadırım, er adamın boynunda ince sicim çürümez derler. Boş ver onu şimdi. Benim gelme sebebim seninle özel bir konuyu yüz yüze görüşmek.

      Biri atlı, diğeri yaya ötedeki dağ geçidine doğru ilerlemeye başladılar.

      Bolısın bu özel görüşme isteğine anlam veremeyen muhtar ve ulaklar şaşkınlık içerisinde Rıskul’un kapısı önünde kala kaldılar. Turar ise bir onlara, bir dağ geçidine doğru giden babası ile bolısın ardından bakarak hoşnutsuzluğunu gösterdi.

      Başka bir çocuk olsa, evine gelen bu kadar çok yetkiliden dolayı kıvanç duyardı. Turar’ın tekrar içi ürperdi. Nihayetinde bu gelişin sebepsiz olmadığını, iyilik getirmeyeceğini çocuk bile hissetmişti.

      – Hay, anasını!.. Annen nerede? diye sordu atının üstünde canı sıkılan muhtar Tavbay.

      – Onun annesinden ne istiyorsun? diye diğeri güldü.

      – Bunun anası genç, bilmiyor muydun? İzbayşa, hala çok güzel. Bu cılızın öz anası rahmetli Kalipa vefat edince, Rıskul bolısın rızasını almadan İzbayşa’yı nikâhına aldı.

      Çocuk şişman surata cevap vermedi.

      – Bunun yanı sıra erkek kurdun kendisi de yabancı. Yoksa uluyacak iti, sıkacak biti yok, fakir şey birilerinin istetmeye hazırlandığı İzbayşa’sını alıp kaçmadı mı? diye şişman suratlı muhtar devam etti.

      “Çocuk duyuyor, anadan öksüz çocuğun yüreği incinir” diye düşünmek şöyle dursun aklından bile geçirmedi. Her şeyi ters düz etti. Yanındaki ulak:

      – “Hey, muhtar, bırak artık. Çocuk dinliyor” – demek üzereyken, ukala şeyden çekindi. Bir diklenirse kabalık yapmakla kalmaz, vurup yıkmadan durmaz. Bolısın polisi gibi. Üzerinde üniforması, belinde jopu yok, yoksa polisin ta kendisi. Onlara özeniyor.

      İzbayşa Tüymetay’ın elinden tutarak köydeki İhtiyar Ahat’ın evine gitmişti. Ahat’ın yaşlı eşi küçük köy Tav-Şilmembet’in akraba ve komşu kadınlarını keçe basmak için yardıma çağırmıştı. Rıskul’un barakası önünde bolısın başını çektiği bir grup atlının durduğunu tüm köy gördü. Hepsi de evlerinin eşiğinden sıkış-tıkış bakıyordu. Mülteci olan ve panikleyen köy ahalisi “nasıl yani?” diyerek korkmuştu. Keçi kılından buzağılar için çekme halatı ören dağınık kaşlı Ahat’ın yanı sıra hem kollarını sıvayıp keçe yapan kadınlar, hem de onların gölgesine gizlenen çocuklar korkunç bir şey olacak beklentisiyle, nefeslerini tutmuş, yere çakılmış kazık gibi şaşkınlıkla bakıyordu.

      Temmuz sıcağında güzün aralığında kara soğukta titreyen ağacın tepesindeki yaprak gibi o küçük köy bolısın aniden yanındakilerle gelişinden huzursuzdu.

      “Vergi mi topluyorlar?” dedi Ahat çaresizlikten. “Yoksa bir şeyden dolayı suçlu muyuz?”

      Ahat – Tav-Şilmembet boyunun aksakalı, bilgesiydi. Tülkibas’tan göçeli saygınlığı daha çok artan ihtiyarı. Sinsi fakirliğin döngüsüne ne kadar direnirse dirensin baş eğmemiş, doğruluktan şaşmamış, yüreği tertemiz bir ihtiyar. Meselesi küçük olsa da, temiz giyinip, bembeyaz sakalını yuvarlak şekilde her gün kısaltan takva sahibi bir adam. Büyük burunlu. Kaşları gözüne düşüyor. Yaz kış kırağı düşmüş gibi. Bunu halk işaret kabul ederek, Ahat’ı kendilerince aziz gibi görüyor. Tanrıdan başkasına tapmayan, dağ taş demeden gezen Rıskul’un kendi de Ahat’ın sözüne saygı duyardı. Ahat ise bahadır kardeşinin halinden anlar, yanlış yönlendirmezdi.

      Ahat’ın arzusu vakti geldiğinde göçmek zorunda kaldıkları topraklara geri dönmekti. Güz rüzgârıyla sürüklenen çalı gibi Şilmembet boyuna mensup yirmi hane Aksu-Jabağılı nehrinin kaynağından çıkarak, düşe kalka bu Talğar’ın eteklerindeki sayısız dağ geçitlerinin birinde sıkışıp kaldı. Yerli halk bunları “Tav-Şilmembet” diye adlandırdı.

      Bundan otuz kırk yıl kadar önce Tülkibas’ın Aksu-Jabağılı bölgesinden Hokand Hanlığı’nın zorbalığına dayanamayarak göçmek zorunda kalan bir Kazak köyü, Almatı’nın yamacına gelip yerleşmişti. Onlara da ‘Dala-Şilmembet’15 denilmişti. Onlar dağda değil, ovada yaşardı.

      Başlangıçta Ahat, Rıskullar kendilerinden önce gelen muhacir akrabalarının yanına barınmaya gelmişlerdi. Fakat yabancının adı yabancı, Dala-Şilmembet