Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

aralarını yapmıştı. Öyle ki, kendi yetkisindeki köyden yer verip, himayesine alma isteğini de bildirmişti.

      İşte, o iyiliğe cevap olarak verdiği minnetdarlığı buydu. Yuvarlatılmış sivri sakallı ihtiyar, artık sakalını yolup, dizlerini dövecek gibi görünüyor.

      Rıskul’un bu düşüncesini daha güçlü, başka bir düşünce bastırdı. “Bunlardan hiçbirinden bir hayır görmedim. Zenginlerin tamamı aynı hamurdan yoğurulmuştur. Acınır gibi davranır, ardından önüne bir kemik atıp, aldatıp boynuna tasma takıp, ayaklarının altına alıp ezerler. Hayatın boyunca kapana kısılırsın. Tukımbay sudan da temiz, sütten ak ise Kerim fakirin dünüründen Kızıl Cebe’yi inleterek alıkoyar mıydı? Sonuçta Kızıl Cebe Tukımbay’ın malı değildir. Onun da, bolısın da yaptığı zorbalık. Bizim gibi fakirin geçinmesi gerek. Benim hiç bir suçum yok” diye düşündü.

      Bunları düşünürken Şolak Şabdar’ı mahmuzladı. Kızıl Cebe oynarcasına koşuyordu.

* * *

      Bolısın sabrı tükenmiş, uyku tutmuyor, gözleri açık bekliyordu. Evin dışında gürültüleri duyarak, yatağından fırladı. Beyaz iç don üzerine yumuşak devetüyünden kaftanını geçirip, ayakkabılarını yarım yamalak ayağına geçirip dışarı çıktı.

      – Hey, gök börüm! diyerek, at üstündeki Rıskul’a iki elini birden uzattı. “Senin üstesinden gelemeyeceğin iş var mı ki! Güvenim tamdı sana. Başka kimsenin elinden gelmeyecek bir erlik gösterdin. Hey gidi bozkurdum! Attan in”.

      – Yorgunum beyim. Ben döneyim. Çoluk çocuk da endişe eder. Rıskul’un artık beklemeye dermanı kalmamıştı.

      – Eee, yiğidim, genç eşinin yanına gitmek için acele ediyorsun, demek?! Sabret, işimiz daha bitmedi. Atından in artık.

      – İşim bitmedi mi, beyim? Olacak oldu. Bundan ötesi sizin bileceğiniz iş. Nihayetinde iki dağ arasında sinek ölmesin. Benim getirdiğimi kimseye sezdirme, beyim. Verilen söze Allah şahittir.

      – Eskiden böyle kararsız değildin, sen de ödlekleşmeye mi başladın, yiğidim. Bu Tukımbay köpeğine yapılan eziyetin başlangıcı. Artık onu hepten beter etmemiz gerek.

      – Artık ne kaldı, beyim? Alacağını almadın mı? Kızıl Cebe’yi elde ettin. Fakat nasıl saklayacaksın bakalım. Sıradan bir at değil. Ünü var.

      – Bu yüzden de bu yaratığı ortadan kaldırmak gerekiyor. Göze batan siğil, canavar. Artık Tukımbay’a da yok, bana da yok. Peşindekilerin gelmesi an meselesi. Tez attan in, yiğidim. Tez boğazlayıver, at suratlı cini! diye bolıs Şolak Şabdar’ın dizgininden tuttu.

      Rıskul dizgini kendine doğru çekti. Şolak’ın kafasını yukarı doğru kaldırdı. Kızıl Cebe homurdanarak kulağını kabarttı. Bolıs hızlıca Kızıl Cebe’nin yularını tuttu.

      – Bu söylediğin insanoğlunun ağzından çıkacak söz değil bolıs. Uykulu söylemiş olmalısın. Aklı başında olan asil bir atı kesmeye nasıl kıyar? Kan istiyorsan onun yerine beni kes! Ne dediğini kulakların duyuyor mu?

      Rıskul söylenenler karşısında inanıp inanmayacağına şaşa kaldı. Bu dünyaya asil olan çok nadir gelir. Bu kocaman dağlar taştan ibaret. Altın varsa, o da ufak bir parçadır. Kızıl Cebe gibi asil soylu bir at, bu halkın kaderinde dünyaya bir daha gelir mi, gelmez mi bilinmez. Kıskançlık ve hasetlik denilen hastalık insanı doğru yoldan saptırır. Kıskançlık ve hasetlik kötü niyetten doğar. Adil olan kimse hak yemez, hasetlik etmez. Rakiplerin başındaki beyinler zehre dönüşür. Zehirli beyinden kavga çıkar.

      – Makaş! diye haykırdı bolıs. Komşu küçük evden:

      – Efendim! diye aceleyle cevap veren gür bir ses geldi. Bolısın tekrar çağırmasını beklemeden Makaş’ın evinin kapısı birdenbire açıldı. Gözlerini yumruklarıyla ovuşturarak koşup çıkan Makaş Rıskul’a selam vermedi. Üstündekilerle yatmış olmalıydı.

      Rıskul kötü bir şeyin yaşanacağını anladı artık.

      – Gözünü seveyim ağam. Bir Allah’tan, bir de Kambar Ata’dan korkun. İnsan olanın eli varmaz, bu yaptığınız suçtur! diyerek, Rıskul yalvarmayı da denedi.

      Bolısın çekik gözlerinde ayın yansıması tıraş bıçağının yüzü gibi parlayarak, öfke saçıyordu:

      – Boş konuşma, aklını başına devşir. Boşuna duracağına şu Makaş’a yardım et. Çabuk! Çabuk! Tan ağaracak şimdi.

      – O halde ben, bu yüzkarası marifetini tüm dünyaya yayacağım. Bu katlanacağım bir iş değil! Rıskul atına çevik bir şekilde binip, Kızıl Cebe’nin yularına elini uzattı. Ancak Makaş eline vurdu.

      – Yayarsın, tabi zavallı! Yay da gör! Ağzından bir çıkar, dilini söker atarım.

      Tukımbay’ın yüğrüğünü çalıp getiren sen misin, ben miyim? Buna da aklın ermedi mi, nerede öleceğini bilmeyen ahmak!

      Bu söz Rıskul’un iki ciğerini de delip geçen oktan da beterdi. Sinirli, yarım akıllı Makaş da seslendi:

      – Anasını… Serseri, beyime karşı çıkacak kimsin sen? Haddini bil, diye Kızıl Cebe’nin boynuna kıldan bir kement geçirip, evin dışındaki kısa çalılara doğru yöneldi.

      Rıskul zamanı harcadığına pişman oldu. Az önce yüğrüğün yularını çözüp birkaç kez kırbaçlasaydı, hayvan kaçıp kurtulurdu.

      – Hey! Saymasay, dön bu yoldan. Tüm at soyunun bedduasını alırsın.

      Atın sultanını keseceğine, işte, benim kanıma doy, diye Rıskul atından atlayıp bolısın ayağına yıkılır gibi oldu. Çıkan gürültüye çobanlar da, kısa sarı Tavbay da gelmişti. Adamlarının sayısının çoğalmasından güç alan bolıs Rıskul’un omzuna bir tekme attı. Rıskul yerinden kalkar kalkmaz bolısın yüzüne dik dik baktı. Bolısın yüzü sanki alev saçılıyordu. Merhametten zerre iz kalmamıştı. İçi boş, kör olmuştu. Muhtemelen kalpsizdi.

      – Haddini bil, Rıskul! Seni hapiste çürütür, geride kalan Şilmembet soyunun tozunu alır, küllerini saçar, avare ederim. Dilini ısır, dişinin arasından çıkmasın, anladın mı?

      İnatçı bolısın top sakalı kabardı. Artık bundan hayır gelmez.

      “Gününe doksan dokuz türlü bela görsen dahi Allah’tan hiçbir zaman umudunu kesme” diye başlayan şiiri Rıskul her zaman Kur’an ayeti gibi tekrarlardı. Şu bolıstan halen umudunu kesmemişti, başka bir çare önerdi:

      – Beyim, boğazlatma. Ben bu atı öldürmeden ortadan kaybedeyim. Şu gördüğün dağın içlerinde ıssız yerler var. Kızıl Cebe’yi orada saklayayım. Hatta istemiyorsan Kırgız tarafına geçireyim, Olmadı, Hokand’a süreyim. Sonuçta Tukımbay’ın bulamaması senin için yeterli değil miydi? Kabul ediyor musun beyim? Sözüme kulak ver.

      Bolıs kızgın halde bir süre dikildikten sonra:

      – Hayır! diye başını sertçe salladı. Bu iblisten yaratılmış yüğrüğün namı yerin dibinden de duyulur. Bunu canlı bırakamayız. Ortadan kaldırmak tek yol, ancak böyle kurtuluruz. Çözüm bu işte. Hey, albastı26 gibi ne dikiliyorsunuz öyle! Git, Makaş’a yardım et. Çabuk halledin! Bolısın adamları birden yerlerinden fırladılar. Rıskul’un atına atlamasından şüphelenen bolıs:

      – Hey, hazır olun! diye haykırdı.

      Rıskul Şolak’ı mahmuzlayıp, kısa çalılar arasındaki açık alana hızla ulaşıp, Kızıl Cebe’nin