Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

sürdürürken arkasına dönerek, ayın nurunu bürünmüş o güzelim Talğar’a baktı. Geçen yıl eğitimli bir Rus ile dağın zirvesine nasıl tırmandığını anımsadı. “Bahtiyar olduğumuz günlerdi, adil ve masum bir yolculuktu” diye ah çekti.

      Daha sonra Kur’an’ı21 gibi gördüğü tek kısa şiirini mırıldanarak söyledi.

* * *

      “Kızıl Cebe”, diye fısıldadı. Talihi yaver gider de Rıskul Kızıl Cebe’nin eğer takımına bir dokunsa, lanet olsun deyip dağ, taş aşarak Aksu Jabağılı’ya arkasına bakmadan çekip gidesi vardı. Aksu Jabağılı’yı hatırlayınca tekrar hevesi kursağında kaldı, gözyaşı akmaya başladı. Fakat Tülkibas’tan liderlik ederek bu topraklara getirdiği yoksul akrabaları ne olacaktı? Varlıklı olduğu için değil de, yiğitliğinden büyülendiği için genç kızken nikâhına aldığı eşi İzbayşa’yı nasıl terk edecekti? “Ben Kızıl Cebe’yim!”, diye arada sırada kendini gösteren Turar ne olacaktı?

      Geçtiğimiz sonbahar Maylıbay’ın anısına aş verildi. Doğudan Alban, Suvan ve Kızay boyları; güneyden Aladağ’ın ötesindeki Kırgızlar; batıdan Şapıraştı, Dulat, Jalayır boyları ile kuzeyden Ayagöz ve Aksu’dan bu tarafa Arğın, Nayman boylarının katılımıyla büyük bir davetti.

      Rıskul Şolak Şabdar’ı eyerleyip Karakemer, Şelek istikametine doğru yola hazırlanırken, Turar daha önce görülmemiş bir davranış sergiledi. Önceleri birçok defa yola gitti, ancak hiç “beraberinde götür” dememişti. Bu gidişinde çok ısrar etti. Çocuğun gönlü kırılmasın diye Şolak Şabdar’ın sırtına bindirip beraberinde götürdü.

      Adeta karınca yuvası gibi kaynayan kalabalık arasında kaybolur korkusuyla oğlunu dizinin dibinden ayırmadı. Törenin en ilginç yanı altmış kilometrelik mesafeye düzenlenen ödüllü at yarışmasıydı. Cebe bu yarışmayı ok gibi önde tamamlayarak, ününe ün kattı. Törenin üçüncü günü kökpar22 yapıldı. Özellikle kökpar denilince coşan Rıskul Turar’ı sırtına attığı gibi yarışmacıları dolaşıp, müsabaka meydanına kendi çıkmasa da avare avare sesler çıkartıyordu.

      Yarışma iki üç kilometre mesafedeki iki tepe arasında başladı. İlerideki Saztöbe Saymasay köyünün, berideki yönde ise Kesiktöbe Tukımbay köyünün varış noktasıydı. Saymasay’ın Küren Kaska23 atı koşu hayvanıydı. Küren Kaska’ya binmiş olan pehlivan Makaş kökparı üst üste iki kez kazanına götürüp attığında (kökparı kazandığında) Tukımbay dona kalıp, sakalını yolmaya başladı, küplere bindi. Şanına şan katan Saymasay ise keyifle gülerek, cesaretlendi.

      Aşırı sinirlenen Tukımbay kökpara Kızıl Cebe’nin getirilmesini emretti yiğitlerine. Ancak Kızıl Cebe bu yarışmada yok gibiydi. Ancak yarışmanın kazananı olan Makaş’ın Küren Kaska’sına adım attırmadan yanında biter oldu. Maalesef, Cebe’nin üzerindeki yiğit Makaş’ın bacakları altındaki tay gibi eyerinden silkinip kökparı kapamıyor, boşa çıkıyordu. “Ah, be! Lanet olası! Oh, zavallı Kızıl Cebe!” diye ahali dizlerini dövüp, ah çekiyordu.

      Kökpara olan düşkünlük duygusu coşmaya görsün! Coşunca insanın iki gözünü kan bürür, ötesini düşünmez. Rıskul da bu düşkünlük duygusuna kapıldı. Saymasay’ın hizmetinde olduğu aklından çıktı, Kızıl Cebe’nin bir acemi binicinin bacakları altında hor görülmesine dayanamayıp, Şolak Şabdar’ı mahmuzlayıp kalabalığı yararak doğrudan Tukımbay’ın huzuruna çıktı.

      – Ey, Tukımbay! Kañlı ya da Janıs boyları için değil, Kızıl Cebe’nin şerefi için, benim gibi garibe izin ver. Ver ben de şansımı bir deneyeyim, dedi.

      Tukımbay “Bu nasıl olur?”, diye etrafındakilere bakındı. Kañlı boyunun kalabalığı:

      – Ver, Tukımbay, ver! Bu Tav-Şilmembet Rıskul.

      – Kökparın piri, kökbörünün ta kendisi zavallı!

      – Bacaklarının altında küheylan olmadığı için can atmakta belli ki, diye ahali haykırıştı.

      Rıskul Şolak Şabdar’dan inerek eyerin üstüne Turar’ı oturttu, dizgini ve kamçısını oğlunun eline tutuşturdu.

      – Çok dikkatli ol. Atlılara yaklaşma. Ezer geçerler, dedi Turar’a.

      Ardından keçe kalpağını bastırarak giydikten sonra kollarını sıvayıp Kızıl Cebe’nin dizginini eline aldı. O an üzerindeki binici ucu ucuna kendini aşağıya atmayı başardı. Sonra Rıskul’a burun kıvırarak ters ters baktı ve:

      – Haydi bakalım, ne kadar güçlüymüşsün göster kendini diyerek mırıldandı.

      Rıskul Kızıl Cebe’ye atladıktan sonra çok nadir yumuşayan esmer tenli asık suratına nur bitti, gözleri kor saçıyordu, etrafına ruhları bağlamış ve coşan baksı24 gibi birdenbire gururlandı. Bindiği at ise, akan deli kanı, gücü sezmişçesine; gemini çiğniyor, dizgini sert gerilen yay kirişinden fırlamaya hazır ok gibi bekliyordu. Kızıl Cebe’ye güvenmiş, sınırsız mutluluğu tattığı o anlarda kudretli Saymasay da, varlıklı Tukımbay da Rıskul’un gözüne kıpır kıpır yaşamak için mücadele veren sıradan canlar olarak göründü.

      Mutluluk duygusu Rıskul’un başını döndürmüş gibiydi. “Ya, ben sarhoş muyum?”, diye söylenerek, atın başıyla ilgilenirken, aynı zamanda Makaş’ın yarışmadan çıkacağı sırayı hazır bekleyip kalkıverdi.

      Rıskul gibileri mutlu etmek için çok mala gerek yok. Kızıl Cebe yeterlidir.

      … Kökparı bir sonraki yarışmada çekiştirerek alıp, Saztöbe noktasına alışıla gelmiş yöntemiyle böbürlenerek koşturan Makaş’ın eyeri kökparla birlikte kopmuş gibi sezildi. Ahali aniden gürültüyü bastırdı. Ne olduğunu bile anlamayan, koca kafasına kan sıçrayan Makaş, Küren Kaska’nın dizginini çekti, geri dönüp, rakibinin peşine düştü. Boşuna denedi. Çünkü Kızıl Cebe’nin tozunu yuttu.

      İşte o koşuda Kızıl Cebe Turar’a parlayan yıldırım gibi göründü. Onun dalgalanan kuyruk yelesi tıpkı yıldırımın ayırımları alev almış gibi koşuyordu. Şolak Şabdar’ın üzerinde oturan Turar’ın ağzından “Oo, Kızıl Cebe!” lafı istem dışı çıkıverdi.

      Kızıl Cebe Kesiktöbe’ye ok gibi fırlayıp, toynağı yere değer değmez ulaştı. O koşarken herhangi bir kaplanın atlayışı yahut göl üzerindeki gri ördeği kapmak için gökten süzülen şahin gibi görünüyordu. Kalabalık atın toynağı yere değdi mi, değmedi mi, onu fark edemiyor, “rüya mı, gerçek mi?”, diye düşünüyordu. Yaşananlar hakikatti.

      Yanından babasının bindiği Kızıl Cebe’nin geçtiğini gören Turar’a babası at değil de, yıldırıma binip uçuyormuş gibi göründü. Yine “Oo, Kızıl Cebe!”, diye aniden bağırdığını fark etmedi bile. Çıkardığı sesten utandı, etrafındakilere bir göz gezdirdi. Ahali bir ağızdan: “Kızıl Cebe! Rıskul! Kızıl Cebe! Rıskul!”, diye haykırıyordu. Öz evladı önünde itibarı olmayan baba yoksuldu. Rıskul’un bahtı açıkmış. Çünkü Turar onu itibarsız olarak değil, tam tersine o an peygamber gibi görüyordu. Yedi yaşındaki ufaklık ne bilir diyenler yanılıyor aslında. Onun hakkında söylenecek çok şey var. “Oğlan sofra açmayı atadan öğrenir”, derler. İşte yedi yaşındaki bu oğlan çocuğu babasının dürüstlüğünü, güçlüye ezdirmediği gururu, kuvvetliden