Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

de bildiğiniz gibi 5 Temmuz 1922.

      – Hocam, 5 Temmuz 2017’de 95. yaşınızı tamamlıyorsunuz. İnşallah hep beraber doğum gününüzü kutlayacağız.1 Doğum günleriniz aile içinde kutlanır mı? Özel bir tören yapılır mı?

      – Hayır. Sadece oğullarım hatırlıyor, telefon ediyorlar. Aa, benim doğum günüm mü diyorum. Ben de o zaman hatırlıyorum. Böyle bir geleneğimiz yok. Zaten eskiden, bizim çocukluk yıllarında hiç yoktu doğum günü kutlama âdeti.

      – Hocam, siz Nevşehir’de doğdunuz. Ama biliyoruz ki Anadolu, sürekli göçlere sahne olmuş bir coğrafya. Aileniz Nevşehir’e nereden gelmiş, ne zaman Nevşehir’e yerleşmiş? Ailenizin geçmişi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

      Toroslardan Nevşehir’e

      – Aile büyüklerinin anlattıklarına göre benim anne ve baba tarafından büyük büyük dedem Hacı Osman Ağa’ymış. O zamanlar Toroslardan Niğde livasına bağlı Alacaşar’a gelmişler. Kervancılıkla uğraşıyorlarmış. Develeri varmış. Daha sonra da 18. yüzyılda Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’i kurmasıyla oraya yerleşmişler. Biliyorsunuz Nevşehir’in o zamanki adı Muşkara idi. Muşkara önceleri Uçhisar’a bağlı küçük bir köy imiş. İl olmadan önce de Niğde’ye bağlıydı. Uçhisar’daki Osman Ağa Cami’sinin de büyük dedem Hacı Osman Ağa tarafından yaptırıldığı söylenir.

      – Neden Nevşehir’e göç etmişler?

      – Tarihlerin kaydettiğine göre Damat İbrahim Paşa, Toroslardaki göçebe aşiretleri, Türkmen aşiretlerini oraya yerleştirmiş, iskân etmiş. Gelenler arasında bizim aile de varmış. Nevşehir’e gelince Türkmen Mahallesini kurmuşlar. Adı üzerinde: Türkmen Mahallesi. Ayrıca Yukarı Mahalle var, Aşağı Mahalle var. Damat İbrahim Paşa, çok şey yaptırmış Nevşehir’e. Kurşunlu Cami, çeşmeler, hamamlar, kütüphaneler… Ben Damat İbrahim Paşa Kütüphanesinde çalıştım. Hocam Tahsin Banguoğlu bana, orada ne gibi yazmalar var, üzerinde biraz çalış, demişti.

      – Hocam, hangi Türkmenlerdensiniz? Ben o mahallede daha çok Herikli Türkmenlerinin yerleştiğini biliyorum. Çünkü benim annem ve babam da o mahalleden ve oraya Herikli Mahallesi deniyor. Ne dersiniz?

      – Olabilir. Ama ben hangi Türkmenlerden olduklarını kesin olarak bilemiyorum. Herikli aşireti var, başka Türkmen aşiretleri de var. Nevşehir ve Yöresi Ağızları kitabımın Giriş bölümünde bu konuyla ilgili arşiv kaynaklarına dayalı hayli bilgi yer almış bulunuyor.

      – O zamanlar aileler lakaplarla anılırdı. Sizin lakabınız neydi?

      – Bize Dörtkoloğlu demişler. Büyük dedem, kervan ticareti ile uğraşıyormuş. Pek çok devemiz varmış. Develerimiz Türkiye’nin dört bir tarafına yayılırmış. Onun için Dörtkoloğlu lakabı verilmiş. Hatta benim iki dayım ve yakın akrabalarım, soyadı alırken Dörtkoloğlu’nu Dörtkol’a çevirmişler; hâlâ o soyadını kullanırlar. Ama biz Soyadı Kanunu çıktığı zaman İzmir’deydik. Ağabeyimin bir soyadları listesi vardı; oraya bakmış, Dengi soyadını beğenmiş. Dengi kelimesinin karşısında da “şerefli” yazıyormuş. Şerefli, haysiyetli falan. Hâlbuki dengi, denkten, eşitlikten gelen bir şey. Ağabeyim seçti diye biz de kabul etmişiz.

      – Neden babanız değil de ağabeyiniz seçmiş Hocam?

      – Ağabeyim yeni evliydi. Belki babam, ağabeyimle beraber çalıştığı için ve ağabeyim genç olduğu için daha etkili oldu. Babam ona fazla itibar ediyordu, onun beğendiği soyadına itiraz etmedi.

      Soy Ağacım

      – Baba ve anne dedeleriniz hakkında bilginiz var mı?

      – Anlatayım. Bizim ailede dağılım şöyle. Büyük dedem Hacı Osman Ağa, hem annemin hem de babamın dedesi. Çünkü annemle babam amca çocukları. Yani babam, Hacı Osman Ağa’nın oğullarından Muhsin Efendi’nin oğlu. Annem de Hacı Osman Ağa’nın diğer oğlu Mustafa Efendi’nin kızı. Büyük dedemin üç kızı, üç oğlu varmış. Kızlarından biri evlenerek İstanbul’a gitmiş, ailenin İstanbul kolunu oluşturmuş. Biri de İzmir’e gitmiş. Ben bunları ancak çok sonradan Ankara’ya geldiğim zaman Ahmet Ali Bey amcamdan öğrendim. Onların evinde kalıyordum. Üniversitenin birinci yılını onların evinde geçirdim. Allah rahmet eylesin, ona çok şey borçluyum. Her Yasin okuyuşumda ona dua eder, ruhuna bağışlarım.

      Zeynep Korkmaz’ın kimlik kartı

      – Ahmet Ali Bey kim Hocam?

      – Babamın halazadesi. Ahmet Ali amca, o yıllarda Askerî Fabrikalar başhekimi idi. Cebeci Hastanesinin başhekimliğinden emekli olmuş. Çok sevildiği için Askerî Fabrikalar başhekimliğine getirilmiş. Annesi Zübeyde Hanım, benim babamın halasının kızı. Ben hep Zübeyde hala demişimdir ona. Kocası sarayda kilerci başıymış. Zübeyde halanın diğer oğlu Denizci Yarbay Avni Omay da son Osmanlı nazırlarından Musa Paşa’nın torunu Naciye Hanım ile evliydi. Onların kızı Berrin, bizim fakülteyi bitirdi. Oğlu Yılmaz Omay da Deniz Ticaret Yüksek Okulunu bitirerek kaptan oldu. Hariciyeci Hasan Esat Işık Bey’in babası Esat Paşa da akrabalarımızdanmış.

      – Ailenizin İzmir kolu?

      – İzmir kolunu çok iyi bilemiyorum. Yalnız büyük halamız İzmir Alaşehir’e gelin gitmiş, kocasını Yunanlılar öldürmüş. Büyük halanın Fatma isminde bir kızı ve iki de oğlu olmuş. Oğulları Hüseyin Bey ile Ethem Bey. Ben ancak bu Fatma Hanım’ı tanıdım. Ethem ve Hüseyin Bey’i de küçükken İzmir’e gittiğimizde, 1928-29 yıllarında görmüştüm. Ethem Bey’le Hüseyin Bey ticaretle uğraşıyorlardı. İzmir’in Tilkilik semtinde Hatuniye Camii’nden yukarıya çıkan bir yol vardı; oradaki büyük mağazalarını hatırlıyorum. Belki böyle sekiz on dükkân genişliğinde… Orada ticaretle uğraşıyorlar iki kardeş. Fakat Hüseyin Bey birisine kefil olmuş. Uzun zaman borç ödenmemiş; nihayet Hüseyin Bey’in malını hacze gelmişler. Bunun üzerine Hüseyin Bey çok büyük bir sıkıntı geçirmiş ve kalp sektesinden ölmüş. Hüseyin Bey’in hanımı Firdevs Hanım teyze çok sevimli ve tatlı bir hanımdı. Konuşkan, cana yakın… O da üzüntüden birkaç sene sonra vefat etti. Hüseyin Bey’in çocuğu yoktu. Hüseyin Bey’in ölümünden sonra Ethem Bey bir süre ticarete devam etmiş. Ben hatırlıyorum onu. Hanımı erken yaşta öldüğü için bir başka hanımla evlenmişti. Balkanlardan göçen Afife Hanım’la… Ethem Bey’in iki çocuğu vardı ilk hanımından. Süheyp ve Cemal. Süheyp, aşağı yukarı benimle yaşıttı, onunla arkadaş gibiydik İzmir’de olduğumuz yıllarda. Hatta biz Urla’da iken İzmir’e gittiğimizde Ethem Beylerin evinde kalırdık. 1935’te Ethem Bey vefat etti. Ölmeden çocuklarına vasiyet etmiş, annenizi bırakmayın, ona sımsıkı sarılın diye. Üvey anne bu iki çocuğu da alıp İstanbul’a göçtü. Çocuklar tahsillerine orada devam ettiler. Ethem Bey’in küçük oğlu Cemal de daha sonra benim ağabeyimin küçük kızı Nigâr’la evlendi.

      – Babanızın babası, yani dedeniz Muhsin Efendi’yi tanıdınız mı Hocam?

      – Hayır, hiç tanıyamadım. Çünkü hayatta değildi. Ben ailenin tekne kazıntısı, son çocuğu olarak doğdum. Hiçbirini hatırlamıyorum, tanıma imkânım olmadı. Muhsin Efendi’nin üç oğlu ve bir de kızı varmış. Üç oğlanın en büyüğü, benim babam Yusuf Hüsnü. Onun küçüğü Said, onun küçüğü de Şevki. Kızının yani benim halamın adı Zeynep Kadın. Halam, Yukarı Mahalle’ye gelin gitmiş. Ben doğduğum zaman halamın adını bana vermişler.

      – Hayatta