Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

biraz söz eder misiniz?

      – Amcalarımdan Said Efendi -Said Hoca da derlermiş-İzmir’de Sanayi-i Nefise’de hocaymış; edebiyat hocasıymış. Ayrıca o zamanlar İzmir’de Köylü gazetesi çıkıyormuş; o gazetenin de başyazarı imiş. Fakat kendi sütununda saltanat idaresinin aleyhinde bazı yazılar yazıyormuş; bu da tabii saltanat idaresinin dikkatini çekmiş. Sanayi-i Nefise’nin kurucusu Mithat Paşa’nın görüşlerini benimsediği için üç yıl hapse mahkûm edilmiş. O üç yılı bitirdikten sonra üç yıl da Turgutlu’da ikamete mecbur edilmiş. Efendim, ben kendisini çok küçükken Nevşehir’de bizi ziyarete geldiğinde tanıdım. Bizde bir hafta kadar misafir kaldı, sonra döndü. Ondan birkaç yıl sonra da vefat haberini aldık. Rahmetli amcam hakkında evde pek bir şey anlatılmazdı. Çünkü söylendiğine göre babamla arası biraz şekerrenk imiş. Onun hakkındaki bilgiyi yıllar sonra rahmetli kompozitör Adnan Saygun’un babasından öğrenmiştim. Bir defasında eşimle birlikte Adnan Saygun’a bayram ziyaretine gitmiştik. Bahçelievler’de oturuyorlardı. Babası Celal Saygun amca da evdeydi. İzmir’de Millî Kütüphane müdürüydü Celal amca. Matematik hocasıydı. Aslen Nevşehirlidirler.

      – Adnan Saygun’u eşiniz vasıtasıyla tanıdınız herhâlde. Konservatuvardan mıydı?

      – Evet, Adnan Saygun Bey de Ankara Devlet Konsevatuvarında hoca ve müdür yardımcısı olan rahmetli eşimin arkadaşı idi. Birbirlerini çok severlerdi. İzmir’den, amcamdan bahsedince Celal Bey amca, “Senin amcan, benim çok yakın aziz dostumdu. Sanayi-i Nefise’de edebiyat hocasıydı. Batı’ya hitap eden Köylü gazetesinde başyazardı. Fakat Mithat Paşa’yı tuttuğu, saltanatı tutmadığı için gadre uğradı, zindana gitti, üç yıl zindan hayatı yaşadı.” dedi.

      – Demek ki çok yakından tanıyormuş.

      – Evet, çok iyi arkadaş olduklarını söylerdi. Babam nedense hiç böyle şeylerden bahsetmezdi. Belki son zamanlarda amcamla arası biraz açık olmasından kaynaklanıyordu. Amcam zindana gittikten sonra babam çok yardım etmiş ona, bütün masraflarını karşılamış. Ondan sonra da Turgutlu’da ikamete memur edilmiş, orada üç yıl kalmış. Bütün masraflarını yine babam karşılıyormuş. Amcam giyimine, keyfine çok düşkünmüş. Senin verdiğin paraların büyük bir kısmı benim yalnız fes kalıbıma gidiyor, dermiş. Tabii o zamanlar fes giyiyorlar. Düzgün dursun diye fes kalıpları varmış. Bu giyim tarzı bize şimdi çok komik geliyor. İşte amcamın bu tavrından sonra masraflarını karşılamaktan babama gınâ gelmiş.

      – Diğer amcanız?

      – Babamın diğer kardeşi amcam Şevki Bey, bir askerdi. İstanbul’a gitmiş, subay olmuş. Onu saraylı Raife Hanım’la evlendirmişler. Babamın hala kızı olan Zübeyde hala, İstanbul’da ön ayak olmuş, onları evlendirmiş. Mülazım-ı evvelken 1917’de genç bir subay olarak Çanakkale Savaşına katılmış ve orada şehit olmuş, geride iki evlat bırakmış. Nigâr ve Hayriye. Ben İzmir’deyken Nigâr’ın Nevşehir’e ziyaret için gittiğini, Nevşehir dönüşünde de vefat ettiğini öğrendim. Nigâr, orada malımız mülkümüz var mı diye bakmaya gitmiş, ama hiçbir şey bulamamış. Hayriye, İstanbul’daydı. Ben ancak üniversite yıllarımdan sonra İstanbul’a gittiğimde onunla görüşebildim, tanışabildim. Ama annesi Raife yenge artık hayatta değildi. İstanbul’da Beşiktaş’ta oturuyordu. Hayriye’nin dayısı zengin birisiydi, babadan kalma bazı yerleri vardı. Durumları fena değildi. Ben ileriki yıllarda kütüphanelerde çalışmak için gittiğimde kendisiyle görüşüyorduk.

      Annem, Babam ve Kardeşlerim

      – Hocam, biraz babanızı anlatır mısınız bize?

      – Babam esas itibariyle medrese tahsili görmüş bir insandı. Konya’da ve İstanbul’da medrese tahsili görmüş, dinî alanda kendisini yetiştirmiş. Fakat daha sonra ticarete başlamış. Hem Nevşehir’de hem de İzmir’de ticaret yapmış. Annemle babam amca çocuklarıydı; nasıl gittiklerini bilmiyorum; İzmir’e gitmişler, orada evlenmişler. Demek ki nişanlıyken alıp götürdüler. Dedem Muhsin Efendi de deveciliği falan bırakmış, manifatura ticaretine başlamış İzmir’de. Babam, İzmir ve yöresinde, Urla, Karaburun ve Turgutlu’da üzüm, incir ve zeytin ticaretiyle uğraşıyordu, toptan işler yapıyordu. Ablam Karaburun’da, ağabeyim de Turgutlu’da doğmuş.

      – Nevşehir’den ne zaman ayrılıp İzmir’e yerleşmişler Hocam?

      – Nevşehir’den 1905’te falan ayrılmışlar. İzmir’e gitmişler. Önceleri İzmir’de ticaretle uğraşıyorlar; fakat ne zaman ki Batı Anadolu’yu Rumlar işgal etmiş, o zaman çok kötü bir duruma düşmüşler. Bir taraftan yangınlar başlamış, bir taraftan da babamın iş ortağı Hasip Efendi’yi Yunanlılar öldürmüş, hem de işkenceyle. Hasip Efendi Sakızlıymış herhâlde… Yunanlılar kesmiş onu. Ondan sonra babamın morali çok bozulmuş, aile çöküntüye uğramış. Kalkmışlar, 1921’de Nevşehir’e dönmüşler. Babam, Nevşehir’de öğretmenlik yapmış bir süre.

      – Ne öğretmenliği?

      – İlkokul öğretmenliği yapmış önce. O zaman daha ortaokul falan yok Nevşehir’de. Çok daha sonraki yıllarda açılmış. Sonra ağabeyime dükkân açmışlar ve ticarete başlamışlar. Babamlar 1927-28 yılına kadar Nevşehir’de kalmışlar. Ben Nevşehir’de doğdum.

      – Babanız aydın bir insan olduğuna göre sizde etkisi çok olmuştur.

      – Evet, eğitime önem veren bir insandı. Çocukluğumda bana güzel hikâyeler anlatırdı. Anlattıkları kulağımda daima küpe olmuştur. Güzel şeyler söylerdi.

      – Mesela neler anlatırdı Hocam?

      – Efendim, ailede nasıl olmak lazım, anaya babaya uymak lazım, itaat etmek lazım, akıllı insan olmak lazım, kimseye zarar vermemek lazım; böyle şeyler anlatırdı. Babam çok kitap okurdu, devamlı okurdu. Okuduğunu bilirdim ama ne kadar çok okuduğunun sonraları farkına vardım. Babam İzmir’de kitaplarının bir listesini çıkarmıştı. Ben de üniversitedeyken hocalarımızdan Ferit Kam’a babamın kitap listesini göstermiştim. Baktı, baktı; “Sizin babanızın nefis kitapları var, ne kadar değerli şeyler.” dedi, tebrik etti. Babam o zaman hayattaydı, okuyup yazmayı çok severdi ve benimle de çok ilgilenirdi. Tekne kazıntısı derlerdi ya bana en küçük çocuk olduğum için. Severdi, ilgilenirdi her şeyimle… Tabii tahsilimle de…

      – Size kitap okur muydu?

      – Bana? Hayır, bana kitap okumazdı. Anlatırdı sadece. Hikemî hikâyeler…

      – Anneniz anlatır mıydı?

      – Hayır, annem pek anlatmazdı. Babam benimle çok ilgilendiği için herhâlde kendisini muaf hissediyordu.

      – Annenizden hiç bahsetmedik Hocam.

      – Bahsedeyim efendim. Annemin adı Şefika idi. Gençliğinde çok güzel bir hanımmış. Annemin annesi ve babası hakkında benim fazla bilgim yok. Annemle babam evlendikten sonra uzun bir süre İzmir’de kalmışlar, fakat İzmir’in yangın yerine çevrilmesiyle ve o zulümler üzerine tekrar dönmüşler memlekete, Nevşehir’e gelmişler. Memlekette evleri hazır, orada kalmışlar.

      – Annenizin kardeşleri var mıydı Hocam? Yani teyzeleriniz veya dayılarınız?

      – Teyzem yoktu, ama iki dayım vardı. Nevşehir’de, Türkmen Mahallesinde bizim evin arkasında Hafız dayım, onun arkasında da Osman dayım otururdu. Yani bu sokaktan ta Cumhuriyet İlkokuluna kadar uzanan yerde şöyle arka arkaya sıralanmış üç ev. Osman dayım erken yaşta vefat etmişti. Ben İzmir’deyken öğrenmiştim öldüğünü. Dayılarımla her zaman temasımız vardı. Zaten