Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

İzmir’de hangi işle meşguldü?

      – Babam İzmir’de de ticaretle uğraşıyordu, ağabeyimle birlikte. Büyük işleri vardı. Üç dört tane mağaza yan yanaydı İzmir’de ve daha sonra Urla’da. Üstlerinde de kocaman bir levha vardı, upuzun… Muhsinzade Yusuf Hüsnü ve Mahdumu, diye kocaman bir yazı levhası. Üzüm ticareti yaparlardı; incir, zeytin vs. de satarlardı; ayrıca bakkaliyeleri vardı, gündelik ihtiyaçları karşılamak için.

      – Hocam, İzmir’de Nevşehir’e göre bambaşka bir hayat var. Bir karşılaştırma yapabilir misiniz?

      – İzmir’e geldiğim zaman gördüm ki Nevşehir’le İzmir arasında hayat şartları bakımından çok büyük bir fark var. Nevşehir’de geceleri her yer zindan gibi… Bir yere giderseniz fener kullanmanız lazım. Her ailenin bir feneri olurdu. O fenerle bir mahalleden bir mahalleye geçilirdi. Ama gündüzleri çok güzel olurdu. Yemyeşil her taraf. O kepez taşlarıyla yapılmış evler, kaleden aşağıya doğru Nevşehir’e bir canlılık veriyordu. Bir de Kadrah denilen bölgede çok güzel bahçeler vardı. Modern binalar yoktu, o günün şartlarıyla yapılmış binalar vardı. İzmir’de bizim oturduğumuz ev Namazgâh’ta bir caminin arka bahçe kapısının karşısına düşerdi. Sırayla cumbalı evler vardı. Her evde su akardı. Ama Nevşehir’deki evde su, musluk falan nerede? Ancak mahalle çeşmesinden testiyle su taşınırdı. Tabii bu büyük bir fark. O dönemde Nevşehir elektriği bile olmayan bir Orta Anadolu ilçesi. En büyük ilçelerden biri olmasına rağmen, daha elektrik bile bağlanmamıştı. İzmir’de geceleri sokaklar sabit havagazı fenerleri ile aydınlatılırdı. Akşam yaklaşırken ellerinde özel ince sopalar olan görevliler o fenerleri, bir yerlerine dokunarak açarlar; sabahları da yine bir yerlerine dokunarak fenerleri söndürürlerdi. Sonra, Nevşehir ile İzmir arasındaki kılık kıyafet farkları da önemlidir. Nevşehir’de genellikle yeni yetişen kız çocuklarına pantolon gibi don giydirirlerdi. Ben İzmir’e geldiğim zaman babam ve ağabeyim, hemen bu donları çıkarmamı istediler. Yeni yeni kumaşlar alındı, terziye gidildi, elbiseler yapıldı.

      İlkokul Yıllarım ve Urla

      – İlkokula nerede başladınız Hocam?

      – Urla’da. Biz İzmir’de Namazgâh’taki evde dokuz on ay kaldık. Ama babamla ağabeyimin işleri Karaburun’da, Urla’da olduğu için ev ikiye bölünüyor, olmuyor. Hadi Urla’ya taşınalım dediler. Urla’ya taşındık. Ben ilkokula 1929 yılında Urla’da başladım. O zaman Urla’da üç ilkokul var, bizimki en büyük ilkokul, beş sınıflı. Diğer iki okul üçer sınıflı. Dördüncü sınıfa geçenler bize gelirlerdi. İlkokul birinci sınıfta Ahmet Bey diye bir hocamız vardı, çok efendi bir insandı; babamın da ahbabıydı. Okul müdürü Hilmi Bey de babamın arkadaşı, ahbabıydı. Okula kaydoldum ama sokağa o kadar bağlıydım ki… Sokakta kalmayı, çocuklarla oynamayı çok seviyorum. Hiç unutmuyorum, birinci sınıfta kaytarıyorum, kaytarıyorum, sokağa gidiyorum, sokakta oynuyorum ve geç kalıyorum okula. Bunun üzerine, anneme, babama haber vermişler. Bu kız okula gelmiyor, geç geliyor, geç kaldım diye sokağa gidiyor, demişler. Bunun üzerine, bir gün babam çıktı geldi. Beni sokakta yakaladı, kulağımdan tuttu, eve getirdi. Anneme çabuk, dedi, önlüğünü giydir, saçını başını derle topla, çantasını ver, doğru okula gidecek. O kadar sinirli ki hiçbir şey söyleme imkânı yok. Neyse postane önünden Kapanönü’ne, oradan çarşının içinden geçerek gidiyoruz. Hiç konuşmadan gittik, gittik, gittik. Okulun önüne geldiğimiz zaman eline bir kâğıt kalem aldı, müdüre hitaben bir pusula yazdı. “Bunu müdürüne vereceksin, ondan sonra da hemen sınıfına gideceksin, bu son olsun, bir daha görmeyeyim.” dedi.

      – Çok korktunuz tabii.

      – Tabii korktum… Neyse elime aldım pusulayı, gittim. Fakat onu müdüre verdiğim zaman ne olacak, ne duruma düşeceğim diye o kadar titremişim, o kadar korkmuşum ki? Önce sınıfa gideyim, dedim. Sınıfa gittim, ikinci ders zili çalmış. Öğretmenimiz, çok olgun bir insandı. “Oo, yine geciktin sen.” dedi. Bütün sınıf kahkahayı bastı. O kahkaha bana çok dokundu. O oldu, bir daha geç kalmadım. O pusulayı da vermedim müdüre. Babam sorduğu zaman “Veremedim, çok çekindim.” dedim. Neyse bu bende öyle bir etki yaptı ki artık okula en erken gidenlerden biri oldum. Okulda üç dört kişi varsa beşincisi mutlaka bendim. Şuna kani oldum ki eğer bir aile çocuğunun durumuyla yakından ilgilenirse onun bir hatasını gördüğü zaman tedbirini alabilir. Önceden tedbir alırsa birçok yanlışlıkların, birçok üzüntü verici durumların önüne geçebilir.

      – Çok doğru Hocam. Siz de yaptınız mı çocuklarınıza, takip ettiniz mi kendi çocuklarınızı?

      – Onlar muntazam devam ederlerdi. Otomobille giderlerdi. Bizim komşumuz bir Zehra Hanım vardı, kolejde öğretmen. Onun bir oğlu, bir kızı, iki de benim oğlum vardı. Bir araba tuttuk, bir kişi daha belki vardı. İşte beş altı kişi alıyordu taksi. Onun için her gün gidiyorlardı muntazaman.

      – Kaçamıyorlardı.

      – Kaçamıyorlardı, kaytarma imkânı yoktu.

      – Hocam, ilkokul öğretmeniniz Ahmet Bey’di. Biraz da öğretmenlerinizden söz eder misiniz?

      – Ahmet Bey birinci sınıfta öğretmenimizdi. İkinci sınıfta Münevver Hanım diye sarı saçlı, çok güzel tatlı bir öğretmen geldi. Ahmet Bey’in bana karşı tutumu nedir, herhangi bir fikrim yoktu. Ama Münevver Hanım çok ilgilenirdi benimle. Bir gün bahçede gezerken, “Gel.” dedi, “Senin ceplerini sökeceğim.” Niye sökeceğini bilemedim. Hep elimi cebime sokuyordum, alışkanlık hâline gelmişti. Bu alışkanlığımın farkına vardığı için, bunu engellemek istedi ve ceplerimi söktü. “Tamam, bundan sonra elini sokacak bir yer yok.” dedi. Çok ilgilenirdi benimle.

      – İlkokulda dersleriniz nasıldı?

      – Bir gün okul toplantısı oluyor, durumumu öğrenmek için babam gitmiş, okula sormuş, nasıl diye. “Oo, çok iyi, çok memnunum.” demiş. Babam geldiği zaman sordum: “Öğretmenimle görüştünüz mü, ne dedi?”, “Senden çok memnun, iyi çalışıyormuşsun.” dedi. Bu benim üzerimde öyle bir yapıcı etki yaptı ki bundan sonra, ben daha çok dikkat etmeye ve daha çok çalışmaya başladım. Zaten çalışmayı seven bir insandım, fakat oyuna düşkünlüğüm yüzünden zaman zaman kaçtığım olurdu.

      – Başka hocalarınız?

      – Efendim, üç, dört ve beşinci sınıflarda benim hocam olan bir hanım vardı. Feriha Barlas. Fevkalade iyi öğreten biriydi. O mezun etti beni ilkokuldan. İstanbulluydu. Çok zarif, genç bir hanımdı. İzmir Kız Lisesinden mezundu. Sonra öğretmenlik sertifikası almış. İlk defa hocalığa başlamış. Bizim fakültedeki Profesör Mebrure Tosun’un arkadaşıymış. İki kardeşi vardı, elektrik fabrikası kurmuşlar, orada çalışıyorlardı. Babası da reji müdürlüğünden emekliydi. Benim babamın arkadaşıydı. Daha doğrusu babamın dükkânına gelir, otururlardı, sohbet ederlerdi. Bir gün babam okula gelmiş, Feriha Hanım’la konuşmuş, beni sormuş, nasıl bizim kızın durumu diye. Feriha Hanım, “Çok iyi, çok memnunum, kafalı ve çalışkan bir kız.” demiş. Babam, “Hocan senden çok memnun; çalışkanlığı sakın bozayım deme.” Bana ondan sonra bir güç geldi… Demek ki bir insanı teşvik edici sözler söylenirse bunun çok olumlu etkileri oluyor. Aman hocama mahçup olmayayım diye çok iyi çalışırdım, vazifeleri yapardım. Üç sene okuttu beni.

      – Yıllar sonra hiç görüştünüz mü ilkokul öğretmenlerinizle?

      – İzmir Kız Lisesine gittiğim zaman tatillerde ara sıra gelir, Feriha Öğretmenimi ziyaret ederdim, çok memnun olurdu.

      – İlkokulla ilgili