Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

çok güzel bir yöntem Hocam.

      – Evet, beni dinlerdi, anlat bana derdi. Ben babama anlatırdım. O anlatış, zannediyorum bende konuşma melekesinin düzelmesine, iyileşmesine, düzgün konuşmaya fırsat hazırladı.

      – Anneniz ilgilenir miydi bu okul meselesiyle?

      – Hiç ilgilenmezdi. Babam ilgilendiği için annem başka şeylerle uğraşırdı. Annem yalnız yedirsin, içirsin, giydirsin; o işlerle meşgul olurdu. Ama babam benim okul durumumla çok yakından ilgilenirdi.

      – Hocam, sınav sistemi nasıldı ilkokulda, hatırlıyor musunuz?

      – Hocalar teker teker çağırırlardı, sorular sorarlardı, cevap verirdik. Mezuniyette bir heyet olurdu. O heyet, teker teker alır içeriye, heyetteki hocalar soru sorarlardı. Zaten ben başarılı bir öğrenciydim ve bütün sınıfları birincilikle bitirdim. Yalnız hiç unutmuyorum, mezuniyet sınavları sırasında bana bir elbise dikiliyordu. Yeni elbisenin hevesiyle dersleri biraz ihmal etmiştim. Yine de başarılı oldum.

      – Hocam, okumaya yeni yazı ile başladınız tabii.

      – Evet… 1929’da ilkokula başladım. O zaman harf inkılabı yapılmıştı. 1934 yılında da birincilikle mezun oldum. Yeni yazıyı öğrendim. Yalnız, akşamüstleri biz okuldan çıktığımız zaman, halk gelirdi, hanımlı erkekli gruplar. Bizim öğretmenlerimiz onlara yeni yazıyı öğretirlerdi, ders verirlerdi. Millet Mektepleri açılmıştı. Çok iyi hatırlıyorum. Benim ağabeyimin hanımı Şadiye yengem, o zaman Millet Mekteplerine gidiyordu. Yeni harfleri öğrenmeye çalışırdı.

      – Hocam, hep el yazısı yazıyorsunuz. İlkokuldan gelen bir alışkanlığınız olmalı. Biraz da zor okunuyor yazınız. Mesela 8’lerinizi 9 diye okuyorum. İkisi birbirine çok benziyor.

      – Ben eskiden beri böyle yazarım; doğru, biraz zor okunur yazım.

      – İlkokul kıyafetiniz nasıldı?

      – Siyah önlük, beyaz yaka takardık. Her pazartesi hoca gelirdi. Kontrol ederdi, yakamızı takıyor muyuz, dişlerimizi fırçalıyor muyuz, fırçalamıyor muyuz? Ellerimize, tırnaklarımıza, hatta bazen saçlarımıza bakarlardı. Acaba saçlarımızda bit var mı diye. Bazı öğrencilerde bit oluyor tabii. Her sene değilse bile iki senede bir önlük yapılırdı. O önlüğü tertemiz giyerdik. Lisede formamız lacivert etek, beyaz bluz ve siyah çoraptı.

      – Sınıfınız kalabalık mıydı?

      – Sınıfımız pek kalabalık sayılmazdı. Otuz beş kırk kişi. İki bölümdü okulumuz. Bir ve ikiler ön tarafta, üç, dört ve beşler arka taraftaki bölümde ders görürlerdi. Kapıdan girdiğimizde çiçeklerin bulunduğu geniş bir bahçe ve bir ana bina vardı. Ana binanın üst katı müdür odasıydı. Etrafında ve alt katta da sınıflar bulunurdu. Bir de arka tarafta bir bölüm vardı, arka bahçeden gidilirdi. Orada da üç sınıf vardı; üçüncü, dördüncü, beşinci sınıflar. Ben birinci sınıfla ikinci sınıfı, asıl binanın ikinci katında okudum. Daha sonra da ek binada…

      – Erkek-kız karışık mıydı sınıflarınız Hocam?

      – Bizim zamanımızda erkek-kız karışıktı. Koca koca çocuklar vardı. Demek ki zamanında mı gitmemişler, ne olmuş? Yahut boyları uzundu. Hatta annem, kızım derdi, erkek çocuklarla fazla arkadaşlık etmeyin, aman ha. Kim bilir nasıl bir şüpheye kapılıyordu? Bir defasında, teneffüsteydik. Hiç unutamıyorum, müthiş bir patlama oldu okulda. Dehşetli bir an yaşadık. O büyük çocuklardan biri, elindeki bir şeyi patlar mı, patlamaz mı diye sobaya atmış. O zamanlar soba ile ısınıyorduk. Sobaya atmasıyla birlikte öyle bir gürültü, öyle bir patlama oldu ki bütün sınıflara sirayet etti. Aşağı yukarı on beş yirmi gün başka bir yerde ders yapmak zorunda kaldık, okul onarılıncaya kadar. Bir de öğretmenimiz bazen bizi alırdı, arka kapıdan çıkarırdı; çam ağaçlarının bulunduğu geniş bir saha vardı, oraya gider, ders yapardık. Bize teneffüs yaptırırlardı, nefes aldırırlardı.

      – İlgi çekici bir uygulama.

      – Ciğerlerimizi kontrol ediyorlardı. Böyle mezura ile burayı (göğsünü göstererek) ölçerler, geniş nefes al, bol nefes al, falan diye nefes aldırırlardı. Biz de almaya çalışırdık.

      – İlkokulda hangi derslerde başarılıydınız veya hangi dersleri severdiniz?

      – Dördüncü ve beşinci sınıfta matematiğe Müdür Bey geldi, Hilmi Bey… Orta yaşlı biriydi. Çok iyi öğretirdi; kendisi de iyi bir insandı. Ben çok severdim onu, dersinde de çok başarılıydım. Bizden bir yıl önce benim kız arkadaşım Mehpare’nin bir ablası varmış, Hatice. O da çok çalışkanmış. Hilmi Bey, dalgınlıkla hep beni Hatice diye çağırırdı. Hocam, ben Hatice değilim, Zeynep’im derdim. Affedersin, der, sonra yine “Gel Hatice, sen gel.” derdi. Arkadaşlar yapamayınca beni çağırırdı. Matematiği çok severdim, ama bütün dersleri severdim. Tarih, coğrafya, Türkçe… Hepsini severdim; hepsinden de aldığım notlar çok iyiydi.

      – Sanat derslerine ilginiz nasıldı Hocam? Resme, müziğe ilginiz oldu mu?

      – Müziği severdim ama fazla başarılı olamazdım o tür derslerde.

      – Resimde?

      – Anlatayım. Hiç unutmuyorum, bir ara bağda idik. Bağımız vardı, bağ tutmuştuk daha doğrusu. Bağda kitap okurken canım sıkıldı. Oturdum, bir resim çizdim. Öyle güzel olmuş ki öğretmen gördüğü zaman, “Bu resmi sen mi yaptın?” dedi. “Ben yaptım Hocam, kitaptan baka baka yaptım.” dedim. “Bravo!” dedi. Yani resme karşı ilgim vardı. Müziği de severdim ama fazla meşgul olmadım. Cumhuriyet Bayramı’nda bana şiir okuturlardı, meydanlarda falan. Daha ziyade öteki derslerle haşır neşir olurdum. Birincilikle bitirdim ilkokulu.

      – Halk oyunlarıyla aranız nasıldı?

      – Şekerim, Urla’da dördüncü, beşinci sınıflarda bir arkadaşım vardı, aynı mahallede otururduk. Zaman zaman harmandalı oynardık. Erkek arkadaşım çok güzel oynardı. Bize söylendiğine göre oyunun hikâyesinde öldürülen kişi onun babasıymış. Arkadaşımda böyle bir eksiklik ve çekingenlik vardı, adını da unuttum şimdi. Ama biz arkadaşımızın babası diye oyunu severdik. İlkokuldayken oynardım, ortaokuldayken unutmaya başladım.

      – Hocam, ilkokul arkadaşlarınızla daha sonra haberleştiniz mi veya bugün mesela benim ilkokul arkadaşım diyebileceğiniz kimseler var mı?

      – İlkokulda belediye reisinin bir kızı vardı, Pervin. O da İzmir Kız Lisesine gelmişti, oradan mezun oldu. Hatta biz Ankara’ya gelirken beraberdik. Galiba onun alanı tabiat bilgileri, biyoloji idi. O alandan girdi Gazi Eğitim Enstitüsü sınavına. Ben de Türk Dili ve Edebiyatından girmiştim. İlkokuldaki diğer arkadaşların birçoğu ilkokuldan sonra okumadılar. Urla’da ortaokul yok, lise yok. Dışarıya, ilçe dışına gönderme imkânı da yok. Ben ilkokulu bitirdiğim zaman, ortaokula gitmeyi çok istedim. Annem istemiyor, ağabeyim istemiyor. Babam “Okursun kızım, hiç merak etme, seni okuturum.” dedi ve biz Urla’dan İzmir’e geldik. İzmir’de bir oda tuttuk. Daha doğrusu, bir evin bir odasını.

      – Urla nasıl bir yerdi Hocam?

      – Urla, İzmir’in çok yakın bir ilçesi olarak günün şartlarına göre medenî bir şehirdi. Urla’nın ılık bir havası vardı. Burada Yunan işgalinden sonra çok büyük hadiseler olmuş. Yangın yerleri almış, yürümüş. Birinci Dünya Savaşından sonra özellikle İstiklal Savaşında çok tahribata uğradığı için Urla’nın yarısına yakını yangında yıkılıp dökülmüş durumda idi. Daha önce İzmir ve çevresinde Yunanlılar varmış. Onlar Batı Anadolu’dan giderken