Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

kimselerdi. Orada çok mutluyduk. Hocalarımızın hemen hemen hepsi hanımdı diyebilirim. Erkek hoca pek azdı.

      – Hocam, okula başladığınız yıllar, eski harflerden yeni harflere geçiş yıllarıydı. Henüz yeni harflere kitap aktarımı fazla değildi. Kaynaklardan yararlanamazdınız. Değil mi?

      Tarih öğretmeni Saadet Berkol’la İzmir Kız Lisesi bahçesinde (1939)

      – Sonradan babam bana Kur’an-ı Kerim öğretirken eski harfleri de öğretti. Ama ders kitabı dışında fazla kitap okumuyorduk. Hikâye belki ama ilkokulda hiç roman okumadım. Ancak derslere çalışırdım.

      – Hocalarınız nasıldı?

      – Tarih hocam Saadet Hanım’dı, Saadet Berkol. Çok sıkı bir hocaydı ama çok severdim ben. Tarihi başka kitaplardan da okurdum. Gece babam kalkar, o kitaplardan bazı seçmeler yapar, bana anlatırdı. Fen Bilgisi hocası vardı, Samiye Berköz. O da ayrı bir değerdi. Bir Felsefe hocamız vardı, Hüseyin Kazım Gürpınar, o kadar güzel ders anlatırdı ki bayılırdık. Hem sosyoloji hem felsefe hem de mantık derslerine gelirdi. O zaman üç ayrı kitap vardı elimizde, onları okurduk. Çok beğendiğimiz bir hocaydı. Felsefe dersim de çok iyiydi. Hatta felsefeden, mantıktan, sosyolojiden konuları iyi anlamayanlar olursa başka sınıftan bana gönderirlerdi. Hocam da sorularına başkasından cevap alamadığı zaman bana sorardı ve ben cevap verirdim, memnun olurdu. Öyle bir öğrencilik devresi geçirmiştim. Yalnız o gittikten sonra Zehra Hanım diye Kıbrıslı genç bir hoca geldi. Telaffuzunda bozukluklar vardı. Pek güzel konuşamıyordu. Hüseyin Kazım Gürpınar’dan sonra, lise son sınıfta Felsefeye öyle bir hocanın gelmesi bizi biraz tedirgin etmiş ve üzmüştü. Hoca anlatıyordu, fakat bazı konuları anlayamıyordu arkadaşlarım. “Hocam, şunu bir daha anlatır mısınız, deyince Hoca ne diyordu biliyor musunuz? “Zeynep’e sorun, o size anlatır.” Teneffüste arkadaşlarım bana gelirlerdi, ben anlatır, gücüm yettiğince açıklamaya çalışırdım. Kitapların altında birtakım sorular vardı, kolay cevap verilecek sorular değildi. Bir defasında, o sorulara cevap vermek için yarım gün düşünmüş, konuları baştan sona elden geçirmiş, sonra cevabını bulmuştum. Demek ki insan ancak konuları iyi hazmettikten sonra o konulara vakıf olabiliyor ve soruları da cevaplama imkânını bulabiliyor. Matematiği çok sevdiğim için lise ikinci sınıfa kadar hep 10 alırdım. Yalnız lise ikinci sınıfta bize, Nermin Hanım diye bir matematik hocası geldi, mühendismiş. Mühendislikten hocalığa dönmüş. Hiç ders anlatamazdı. Ondan sonra matematiği düşünmez oldum ben. Bir dersin sevilmesinde, bir alanın sevilmesinde hocanın çok büyük etkisi oluyor.

      – Türkçe hocanız nasıldı?

      – Türkçe hocamız, önce Fahamet Hanım’dı. Yaşlıca bir hanım. Fakat saçıyla başıyla o kadar meşguldü ki… Sarı saçları vardı, güya Atatürk onun saçlarını çok beğenirmiş. Atatürk beni çok beğendi, der dururdu. Biz de gülüşürdük aramızda. Saçını sigortalatmış, öğrenci arasında dolaşan bilgilere göre. Yani hoca, bizim için bir alay konusu olurdu. Sonra o hanım gitti, Münife Baran geldi. Münife Hanım, çok iyi bir hocaydı. Orta ikinci sınıftan itibaren ta lise son sınıfa kadar okuttu beni. Çok severdik onu, çok başarılıydı. Lise ikideyken bir ara Halide Edip’in Zeyno’nun Oğlu’nu okuyorduk. Bana takılırdı hocam “Sana da Zeyno diyelim mi?” diye. O şakadan sonra benim adım Zeyno kaldı. En yakın arkadaşlarım bana Zeyno derdi. Bir de Neşvet Hanım vardı. Aslında Felsefe hocasıydı ama bize ortaokulda Yurt Bilgisi dersine gelirdi. Ben de Yurt Bilgisini çok severdim Galiba ben dersi sevdiğimden midir neden bilmiyorum sorduğu soruları çok iyi cevapladığım için bir defasında dedi ki “Hepinizin Zeynep gibi olmasını isterim”. Neşvet Hanım, sevimli, tatlı bir hanımefendiydi. Çok güzeldi, çok güzel saçları vardı. Beni de çok severdi. Güya Reşat Nuri Güntekin, Akşam Güneşi’ni onun için yazmış. Öğrenciler arasında dolaşan hikâye buydu. Yazı dersine Fikriye Hanım gelirdi. Sert bir hocaydı. Zayıflığı ve titizliği yüzünden ona mosquito yani sivrisinek derlerdi.

      – Peki, matematikle aranız nasıldı Hocam?

      – Matematiğim çok iyiydi. Fahriye Hanım vardı, çok sert bir hocaydı. Fahriye Hanım’ın yanağında bir Halep çıbanı vardı. Esmerce bir hanımdı, çok otoriterdi. O, efendim, isterdi ki anlattığı konular çok iyi kavransın. Dersi çok iyi anlatırdı. Ben çok iyi anlardım anlattıklarını. Zaten ilkokuldan beri matematiğe meylim fazlaydı. Dört sene falan hocalık yaptı. Ortaokulda Fahriye Hanım’dan ancak üç dört kişi tam not alırdık. 10’dan aşağı alırsak üzülürdük. Öğrencileri tahtaya kaldırırdı, eğer verdiği dersi alamazsa “Otur, sepet kafalı.” diye azarlardı. “Sepet kafalı” ifadesi bizim aramızda gülüşme konusu olurdu. Lisede Matematik dersine Nermin Hanım geldi. Nermin Hanım aslında mühendisti, iyi öğretemezdi matematiği. Yalnız lise ikinci sınıfta fiziğe karşı ilgim zayıftı, neden bilmiyorum. Sonra bir Kimya hocamız vardı, Ligor Bey. Ermeni dönmesiymiş. Yaşlıca bir beydi. Arkadaşlarımızdan bazıları o kadar kurnazdı ki yazılı imtihan yaptığı zaman formülleri bacaklarına yazarlarmış, Hababam Sınıfı’nda olduğu gibi. Yavaşça eteklerini kaldırıp bakıp yazacaklar. Hoca hemen bastonunu uzatır, vururdu ne yapıyorsunuz diye. “Kaldır eteğini.” derdi. “Hocam çok ayıp, nasıl kaldırırım eteğimi?” derdi arkadaş. Çünkü kaldırsa görünecek her şey. Hoca da çok müşkül durumda kalırdı. Bizim sınıfımız C sınıfıydı. Çok çalışkan ama biraz yaramaz bir sınıftı. Henry Hornstein adında bir İngilizce hocamız vardı. Türkçe hiç bilmezdi. Almancası da çok iyiydi. Hem Almanca sınıflarına girerdi hem de bize gelirdi İngilizceye. Konuları seviyemizden yüksek tuttuğu için hiç anlayamaz ve ezberlerdik. Çok ders notu verirdi ve bunu şapoğrafa basardı.

      – Şapoğraf nedir?

      – Yazıyı, yazı makinesinde kâğıda yazarsınız, mumlu kâğıdı makineye koyarsınız, ayrıca bir de kâğıt eklersiniz; yazıyı kopyalar. Ben üniversite de kullandım bir süre bu yöntemi. Tahsin Banguoğlu’nun notlarını tabederdim. İngilizce hocamız çok fazla bilgi verirdi. Bazı küçük sözlükler vardı elimizde, büyük sözlükler yoktu o zaman. O sözlükler çok kere yetersiz kalırdı. Onun için derste daha çok ezberleme yoluna gidilirdi. Çok defa arkadaşlarımız bundan şikâyetçi olurlardı. Bir gün hiç unutmuyorum, dediler ki boykot var. Kime? İngilizce hocasına. Lise ikinci sınıftayız. Sınıfın elebaşıları vardı. Onlar “Sakın bugün derse kalkmayacaksınız, İngilizce hocası derse kaldırırsa, bilmiyorum, diyeceksiniz.” dediler. Hocaya karşı bir nevi isyankârlık. Hoca kimi kaldırırsa, hazır değilim diyor. Nihayet İngilizcesi çok iyi olan birkaç arkadaş vardı. Amerikan Kolejinden gelme. Günseli Tamkoç, Nermin Arpacıoğlu gibi. Hoca bu defa çalışkanları yani İngilizcesi çok iyi olanları kaldırmak istedi. Onlar da kalkmayınca o kadar bozuldu ki; “I’m going.” dedi. İdarede almış soluğu. Dersin sonlarına doğru; Maarif Müdürü, İzmir Valisi, muavinler hepsi bizim sınıfa doluştu. İzmir Valisi Fazlı Güleç’ti.

      – O kadar çabuk mu geldiler?

      – Evet, çünkü hiç görülmemiş bir şey. Hocaya karşı isyan oluyor bu. Bunun üzerine müdürümüz “Siz böyle bir tavra giremezsiniz hocanıza karşı. Derslere çalışmak, hazırlanmak ve gereken hassasiyeti göstermek zorundasınız. Siz böyle yaparsanız elinize birer tasdikname verir, sizi buradan uzaklaştırırız.” dedi. Vali’nin kızı Altıntaş Güleç de bizim sınıfımızdaydı, o da derse kalkmamıştı. Ondan sonra bizim sınıfta bir daha dikbaşlılık görülmedi.

      – Yakın dönemlerde biz lise öğrencilerinin birçok eylemine tanık olduk. Sizinki çok sevimli bir eylemmiş.

      – Bir defasında da hiç unutmuyorum,