Hevir Tömür

Erken Uyanan Adam


Скачать книгу

cennet,

      Gel, okumaya devam et”

      diye güzelce yazdı.

      Ertesi günden itibaren belirlenen çocuklar gelmeye başladı. Hesamidin Zuper en küçük kardeşi Siraceddin’i ilk olarak okula verdi. Sekiz –on çocuk toplandı. Bunların içinde kızlar da vardı. Kızlar Ayimhan’la birlikte okuyordu. Okul giderleri ve öğrencilerin defter kalem gibi giderlerini Hesamidin Zuper kendi üstüne almıştı.

      Okulun ilk temellerini atan şairin gönlü, ileriye bakınca çok huzur buluyordu. O öğrencilere heyecan ve istekle ders anlatırken günlerin nasıl geçtiğini bile anlamıyordu. Çocuklara ana dil ve hesap derslerini canı gönülden öğretiyordu. Öğretmenlik işi mihnetli ve az talep edilen en cefalı hizmettir. Bunun için şair gündüzleri öğretmenlik yapıp epey yoruluyordu, bundan başka geceleri usandım yoruldum demeden, gece yarısına kadar lamba altında pencereden esen serin havadan nefeslenip oturarak, kabaran ilham denizlerinden değerli inci –cevherleri topluyor, marifet gülistanına nakışlar işliyordu.. Onun kalemi altında yazılıp çıkan güzel sözler, ilmi hikmetler, açık fikirler, halkın anlayacağı sade, anlaşılır şiirler binlerce, on binlerce çalışan insan topluluğunun gönlündeki maksat -dileği, ümit –isteklerinin sembolü sıfatıyla sanki kutup yıldızı gibi parlıyordu. Bu sebepten dolayı bu şiirler çok kısa bir süre içinde şehirde, köylerde, medrese odalarında, şölenlerde, toplantılarda kesinlikle okunulan, elden ele dolaşan, sanki değerli bir inci gibi kıymet kazanıyordu.

      Şiirden az çok haberi olan herkes Abdülhaluk Uygur’un şiirlerinde parlayıp duran fikirlerden son derece memnun kalıyor, o şiirlerdeki lezzeti, şiir bağlarında henüz olgunlaşmış her çeşit tatlı meyveden de şirin ve leziz görüyordu. Onun şiirlerinde gerçek istekler vurgulanıyor, parlak ümitler dalgalanıyordu. Savaş nişanları çolpan gibi parıldıyordu. Bu şiirler yine halk gaflet uykusundan uyanıp, ruhu sarsılıp cesaret ve gayretle savaşa atılmış olsa, arzu –emele ve parlak istikbale ulaşabileceğinin hakikatini nur saçan canlı hitaplarla ifade ediyordu. Şairin “Kesilmez Umut”, “Vicdan Azabı”, “Gönül Arzusu”, “Görünen Dağ Uzak Olmaz” ve buna benzeyen birçok şiirleri raviler vasıtasıyla halk arasında geniş bir şekilde yayılıyordu. Bu şiirlerin şifalı didarından binlerce on binlerce dertli yürek derman alıyordu. Zamanın dert ve belasından çak çak olan hasta gönüller özüne dönüyordu

      Abdülhaluk Uygur’un bu tür cesur şiirleri yalnız Turfan’da değil, Urumçi, Guçun, Manas, Kumul gibi yerlerde de büyük dalgalar hâsıl ediyordu. Onun şiirlerinden kopyalar şehirden şehre yayılıyor, hatta eş dost kendi arasında sözlerine selam kılarak gönderiyorlardı.

3

      Öğleye yakın bir zamanda avluya iki adam gelip girdi. Onların zayıfça, sivri sakallı olanı Rozi Molla isimli yerli bir kişi olup, Abdülhaluk Uygur’un Çince mektepte birlikte okuduğu sınıf arkadaşı idi. Beyaz tenli, kuş burunlu, öğrenciye benzeyen bir diğeri ise tanıdık değildi. O yabancı gibi görünüyordu. Abdülhaluk Uygur dershaneden çıkıp misafirlerin yanına geldi.

      –Esselamü Aleyküm…

      –Ve Aleyküm Selam… Rozi Molla nasılsın? İyi misin?…

      Rozi Molla Abdülhaluk Uygur’la tokalaşıp görüştükten sonra, gözlerini sakına sakına, çocukların cıvıldadığı dershane tarafına dikkat kesildi. Tanımadığı adamsa çok saygın bir adamın önünde duruyormuşçasına çekinerek duruyordu.

      –Bu misafir Kumul’dan gelmiş, dedi Rozi Molla yanında duran misafiri gözüyle işaret edip. –Abdülhaluk ile görüşmek istiyorum, evini bulamadım diye arayarak yürüyordu. Ben de kılavuzluk yaptım.

      –İyi yapmışsın, eve girelim, dedi şair misafirleri eve davet ederek.

      –Ben gideyim, işim acele, dedi Rozi Molla, dönüp dershane tarafına bakarak. –Burada okuyan çocuklar mı var, -Nasıl?!

      –Kardeşlerimin çocuklarının birkaçı gelmişti…

      –Ha… Öyle mi? Güzel… Rozi Molla gidip dershaneye başını uzatarak baktı. –Bu bildiği bir mektepmiş, tahta, sıra –masa hepsi tamam. Ne kadar güzel…

      O çocuklara, dershanenin içine dikkatlice göz gezdirdikten sonra arkasına döndü. Şair onun biraz oturmasını istese de, o özür beyan edip çıkıp gitti. Onu uğurlayıp dönen şair avluda bekleyen yabancı misafiri kendi çalışma odasına aldı.

      Ev basit fakat tertemizdi. Pencerenin altına konulan masanın üstünde divit –kalem, defter –kâğıt düzenli bir şekilde duruyordu. Yine nişte birçok kitap vardı. Misafir Fatiha okuduktan sonra, utanarak kendini tanıttı:

      –Kumul’dan geldim, adım Aziz Niyazi, vakitsiz gelip işlerinizi bozduğum için mahcubum.

      –Yok, asla öyle düşünme, dostlar için her zaman hazırız, hiçbir zaman zahmet olarak görmeyiz, dedi şair gülümseyerek. –Hoş geldiniz, Kumul’dan ne zaman geldiniz?

      –Şimdi, dedi o heyecanla şaire bakıp. Cenaplarına selam vermek, yüzünüzü görüp sohbetinize dâhil olmak arzusu ağır bastığı için, eşyalarımı hana bırakıp aceleyle geldim.

      –Pek güzel… Gönül visal aradığında, dost ahbaplar bazen insanı işte böyle aceleye mecbur ediyor. Acele etmek gerek, yaşamanın anlamı da istek –arzulara ulaşma yolundaki acele hareketlerden ibaret demektir. İşte bugün siz de bu çizgiden çıkmayıp geldiniz. Gelmeniz ne kadar güzel oldu. Konuşuruz, dost oluruz.

      Şair mümkün olduğu kadar yumuşak konuşup, misafirin utancından yüzüne akseden rengi gidermeye çalışıyordu.

      –Teşekkürler, dedi Niyazi minnettarlığını bildirerek. –Geçen yıl dostlardan biri sizin şiirlerinizden nüsha kop-ya edip, hediye niyetiyle fakire göndermişti. O nüshalar Kumul’da elden ele geçip sanki bir yüzük gibi kıymetlendi. Kumul’un Rahatbağlarında, medrese odalarında, ticaret merkezlerinde, şölen –şenliklerde coşkuyla okundu. O şiirlerden lezzet almayan, bedii kuvvetinden etkilenmeyen bir tek kişi kalmadı. Herkes bir ağızdan, çok anlamlı ve tesirli yazılmış deyip size methiye okudu. –Niyazi biraz durup dudaklarını ıslattıktan sonra devam etti. –Hepsinden çok bana tesir etti, sizi gıyabi üstat kabul edip, taklit ettim. Gece gündüz alıştırma yaptım. Faydalı bir parça şiir yazmak kolay iş değilmiş. Öyle olsa da yılmadım. Gayret edip birkaç parça şiir yazdım geldim. Gerçi ham olsa da size göstereyim dedim, zahmet olmazsa…

      Şaire iki eliyle bir sürü el yazma sayfa veren Niyazi ensesinden kulaklarına kadar kızarıp kaldı.

      Abdülhaluk Uygur bu şiirleri vurguyla okumaya başladı. Niyazi kendi şiirlerini büyük şairin ağzından duyunca heyecandan vücudu titredi. Şair hepsini bir kez okuyup bitirdikten sonra Niyazi’ye sevgiyle bakıp:

      –Güzel yazılmış, fikirler yerinde, dedi başını sallayarak memnun kaldığını gösterip, sonra sözünü ağır tonla sürdürdü, -Başkalarının yaptığı işi ben yapamam dememeli. Çalışılsa, başkalarının yaptığı her türlü iş de böylece yapılır. Büyük üstat Ali Şir Nevaî insanı hayran bırakan âlemşümul dev eserleri yazdı. Üstat Şeyh Saidi hikmetler âleminden o kadar çok cevahir çıkardı. Lakin onlar bu cevherin tamamını çıkarmış değiller. Onlardan sonraki iktidar sahiplerine de yine çok cevherler, hikmetler kalmıştır. Onları çocukları çıkardı ve bundan sonra yine çıkaracaktır. Bunun anahtarı çalışmakta, çalışmadan hiçbir maksada erişmek mümkün olmuyor. Siz de görüyor, biliyorsunuz. Bizim öğrencilerimizin birçoğu kazan başına çörekleniyor ya da kasabın etrafındaki sinekler gibi menfaat sofralarına üşüşüyorlar. Veya arzu ve heveslerine kapılıp çalışmaktan geri kalıyorlar. Bu bizdeki en ağır hastalık, bana göre insanlar için en önemli