çocuğu bize bırakıp uza.
Adam tetiğe basmaya cesaret edemedi. Birden geri dönüp var gücüyle karısının ardından koşmaya başladı. Karısı arayı bayağı açmıştı.
– Durma, yürümeye devam et! Durma dedi nefes nefese. Bunu karısı işitti mi, işitmedi mi bilmiyor. “Durma! Durma!” Bunu devamlı tekrarlayıp durdu. İç dünyasında yanıp sönen odun ancak kızgın külü kadar olan bütün ateşi bir anda yoğalıverdi; bedeni tamamen soğudu, titremeye başladı. Gücü kuvveti gittikçe tükeniyor. Arkasına bakmaya ölesiye korkuyor. Sapır sapır yürüyen soysuzlar bir anda gelip alaşağı edecekler sanki.
Açlık başlayalı beri insanların insan yediğini işitmişti. İlkin inanmamıştı. Erkek argaliyi vurduktan sonra ne olup bittiğini öğrenmek için aşağı avıla inmişti. Orada… Küçücük avılın insanları açlıktan kaskatı kesilmişlerdi. Birdenbire avılın hemen dışında paçavralar giyinmiş bir güruhun yalazlanmış ateşin çevresinde dönüp durduklarını görmüş, kaynamakta olan kazanın kıyısından bir çocuk elinin sarktığını fark etmişti. Aklı başından gitmiş, düşeyazmıştı. Dağa doğru kaçmaya başlamıştı. Üç gün kusmuştu.
– Sağ kalmak istiyorsanız bırakın çocuğu dedi ardındaki kaba sakallı kubat. Hırıltılı sesine homurtu gibi bir şey de karışmış.
Buna rağmen adamın sesi tanıdık gibi geldi ona. Hantal vücudu da… Üğrüne üğrüne yürüyüşü… Aman Allah’ım… Bu… O mu?..
– Kimsiniz siz yahu diye bağırdı.
– Seni ilgilendirmez orası.
– Sesin tanıdık sanki…
– E, iyi.
– Tanıyorum seni, dedi yalandan. Böyle dersem beni izlemekten vazgeçer diye düşündü.
– Tanısan ne olacak, dedi peşindeki. Söyle de dursun karın.
Yahu bu… Bu… Ya Rabbi… Kozubas… Evet, o zahir… Ta kendisi…
Birdenbire acayip bir şekilde sevinir gibi oldu.
– Vay, siz… Kozubas ağa…
– Çocuğu bırakıp gidin diyorum.
– Yahu ağa, ben Kencegazi’yim… Nuvbay dayınızın…
– İyi, dedi adam. İşim yok kim olduğunla, çocuğu bırakın. Yoksa karınla beraber seni de… Ölüyoruz, it…
– Kencegazi’yim diyorum ya! Değirmenci Nuvbay’ın…
– Nuvbay Muvbay’ınla birlikte kuru. Dur de karına.
Karısından yana baktı. Oldukça uzaklaşmıştı. Adamdan hayır olmadığını iyice anlayınca çaresiz tüfeği sallamaya başladı.
Doğrultarak adamı korkutmaktı niyeti. Ürker belki dedi. Olduğu yerde kalır dedi. O sırada da karısı ile çocuğu enikonu uzaklaşır diye düşündü.
– Vururum şimdi.
– Hadi vursana it oğlu it, deyip eskisi gibi hiddetle geliyor adam.
Derhâl tüfeğin dipçiğini omzuna dayadı ve başlarının üstünden nişan alarak tetiğe bastı. Böyle bir şey beklemedikleri için şaşırmış olmalılar ki saldırıya geçen üç adam oldukları yerde hareketsiz kalakaldı.
Adamlara göstere göstere tüfeğe ikinci fişeği sürdü.
– Şimdi size nişan alarak ateş ederim. Canınız lazımsa olduğunuz yerde kalın, kımıldamayın.
Hemen karısı ile çocuğunun peşinden yürümeye başladı. Artık izlemeye cesaret edemeyeceklerinden emindi. Sürüklene sürüklene yürürken aklına neler gelmiyor ki… Şu… Kozubas…
Kozubas kendisinden bir müçel48 büyüktür. Ana babasını erken kaybettiği için Tümenbay Molla’nın kapısında büyüdü. Onun abdest suyunu ısıttı, kapısında bir nevi kölelik ederek yetişti. Eski harflerle okumayı öğrendi. Millete demir yolu propagandası yapmaya gelen bir Bolşevik’in peşine takılıp gitti, birkaç yıl sonra geri dönerek yeni açılan kooperatife geçti. Çok geçmeden mahkemelik oldu. Çünkü denetimde kooperatifin malı olması gerekenden az çıkmıştı.
Ocak ayının dondurucu ayazlı bir gecesinde gelip onların penceresini vurmuştu. Kubat meredin kanı çekilmiş yüzüne dikkatle bakarak babası sormuştu: “Hükûmetin malına niye el uzattın?” “Dayı, ben değildim; Allah için gerçek bu.” “O da ne demek?” “İlçeye taşıdım.” “O ne diyor?” “Kim?” “İlçe.” “Yanına yaklaştırmıyor. Tanığım yok.” “Öyle ise kime güceniyorsun?” “Hiç kimseye.” “Kendine de mi?” “Kendime… Ne işe yarar…” “Peki, şu kaçıp pusman ne yarıyor? Hükûmetin kemendi uzundur.” “Üç yıl yakalanmasan dava kendiliğinden kapanıyormuş.” “Koskoca üç yıl… Hangi göte gireceksin?” “Şubatın sonuna kadar saklayın beni. Ondan sonra… Kuma gider izimi kaybettiririm. Hayır derseniz teslim edin kendi ellerinizle.”
Babası onu geri çevirmedi. Gündüz tan atarken ak keçeden basılmış yere kadar uzanan kepeneği giydirip koynuna azık koyarak dağa gönderiyordu; gece yarısında gizlice geliyor ve ahırdaki birkaç küçükbaşın arasına girip yatıyordu. Arada bir yanına polis alıp gelerek avıl sovyeti başkanı at oynatıyor. Dedikleri şunlar: “Kaçak Kozubas gözünüze ilişti mi? Zayıflık göstererek saklamıyorsunuz ya? Öyle yaparsanız kanun maddesi çok ağır.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.