Nesipbek Dawtayulı

Yol


Скачать книгу

peynir, şekerli darı talkanı36 ve daha bir sürü şey… Bunlar sıcak kavurmaya girişir girişmez Kökmoynak’ın tozunu toprağını vaktiyle birlikte altüst ettikleri, biri on yıl mektebe devam etmesine rağmen kendi adını bile başkasından kopya çeken, biri tahsile devam edecek imkânı olmadığı için çaresiz avılda kalan ve köylünün kazanında kaynayıp giden sınıftaşları toplanırdı. Gülcemal’in sandığındaki iki üç şişenin başı görünüverirdi. Ondan sonra uğuldamaya başlardı bunlar. Kavurmadan sonra kebap pişerdi, ardından ise kelle. Bu arada çocuklar da dükkâna birkaç kere çaparak gidip gelirlerdi. Vakit geçtikçe konuşulmayan konu kalmazdı. Daha çok Caylıbay konuşurdu. Hepsi birlikte onun ağzına bakardı. Dünyada neler olup bitiyor, yarın ne olacak, hepsini bilirdi Caylıbay. Her meseleye ayrıntısıyla girip enikonu yorulduktan sonra da insan hayatının anlamı, iyilik, insanlık konularına girerdi. Sınıftaşları aralarından böyle gönlü yüce, bilgili ve ateşli bir hatibin çıkmış olmasına hem seviniyor hem ağzı açık hayret ediyorlardı. Hayret ediyorlardı çünkü daha dün aralarında kimseden geride kalmayan ancak kimseden ileri de gitmeyen herkes gibi bir insan olan Caylıbay’ın birkaç yıl içinde filozofa, siyaset bilimciye ve ansiklopediye nasıl dönüştüğüne akıl erdiremiyorlardı. Yoksa Caylıbay ileri zekâsını, geniş anlayışını, derin düşüncesini onlara göstermeden içinde mi saklamıştı?..

      Hakkını yememek lazım, saat tam birde Caylıbay, Asıravbay’ı girişte karşıladı. Dostunu samimice kucaklayarak öptü, Asıravbay da dostluk işareti olarak sırtına vurarak karşılık verdi.

      Çalışma odasının arkasında özel bir dinlenme odası daha varmış. Küçük bir divan, büyük bir buzdolabı, bir de masa var. Yer ise halı döşeli.

      Sekreter kız sofra hazırladı. Masanın üstü bir anda sucuk, sarı yağ, kara havyar, şeker ve şekerleme ile doldu. Sıcak çayı yudumlarken evvela Kökmoynak sakinlerini gözden geçirdiler. Parmaklarını bükerek sayınca kendi önündekilerin bayağı seyreldiğini anladılar. Hatta kendileriyle birlikte büyüyenlerden üç dördü de bâki âleme göç etmişler.

      – Hayat böyle böyle tezek gibi süpürüyor herkesi işte dedi Asıravbay mahzunca.

      – Elden ne gelir deyip iç geçirdi Caylıbay.

      – Birbirimizi de seyrek görür olduk.

      – Ne yaparsın… Ben şunlara bağlıyım. Caylıbay yan yana duran iki üç telefona baktı: Mecbur…

      – Tabii, deyip Asıravbay dostuna nedense acıyarak baktı: Vazife denen belanın çevresinde dolaşanların hürriyetleri ellerinde olmuyor… Ne olursa olsun halk senden razı. Caylıbay’ımız var deyince Kökmoynak’ı sallıyoruz.

      Caylıbay gülümsedi. Asıravbay’ın boğazına bir söz daha takıldı. Söylesem mi, söylemesemmi diye bir türlü karar veremediği sözler var. Erimbet aksakalın torununun düğününde ayyaş Botaş “Caylıbay, Caylıbay deyince aklınız başınızdan gidiyor; yassı kavun başlı o yaramazı kaç kere dükkâna içki almaya gönderip tekmelemiştim… Şimdi gelip… Gökten zembille indiriyorsunuz. Gökten zembille inmiş bir önder olsa da -başkaları şöyle dursun-merhum Seyit’in tek yorganın altında bitlenerek büyüyen çocuklarına neden elden geldiğince yardım etmiyor?”

      Asıravbay bunu tam söyleyecekken kendini zor tuttu.

      – Geçen güzde gelişinizin üzerinden de sekiz dokuz ay geçti diyerek sohbeti asıl meseleye getirdi.

      – Biliyorum.

      – Açtığımız hesaba, avıldan toplanan bir miktar parayı saymazsak, henüz bir kuruş da yatırılmadı dedi Asıravbay. Mektebin onarımına başlayamadığımız için perişanız. Yaz desen hızla yaklaşıyor. Hasılı ne yapayım, çaresizlikten sana geldim.

      Caylıbay bir müddet sessiz oturdu.

      – O işten bir netice çıkmaz herhâlde. Ticaretle uğraşan yiğitlerimizi yakalamak mümkün değil; bugün Almatı’da, yarın Astana’da veya yurt dışındalar dedi Caylıbay. Devir böyle.

      – Öyleyse bütün halkın önünde ettiğiniz vaat unutulup gidecek mi deyip Asıravbay elindeki çay dolu fincanı masanın üstüne koyuverdi: Öyle mi yani?..

      – Vaat derken…

      – Vaat, Allah sözüdür, Caylıbay.

      – Sen hiç değişmemişsin dedi Caylıbay, sorgularcasına bakarak. Aynı çocukluğundaki gibisin…

      – Yahu Caylıbay, hesap açın, ilkin ben para yatıracağım diyen herkesten önce sen değil miydin?

      – Söylüyorum ya, tıpkı çocukluğundaki gibisin. Ben halka önayak olmak için öyle yaptım. Onları teşvik edeyim dedim, yoksa ben para mı basıyorum. Sen de biliyorsun, iki oğlan yurt dışında okuyor. Kızım ile güveyiye merkezden daire aldık. Almatı’nın fiyatlarını duymuşsundur…

      Asıravbay kendinden geçti. Kırgınlık, pişmanlık, üzgünlük karışık bir duygu içini yaktı, gözünün önü puslandı.

      O pusarığın arasından Caylıbay’ın yassı kavun biçimli uzun başı zar zor görünüyor.

      – Senin iki çocuğun yurt dışında okuyorsa Kökmoynak’ın bütün çocuklarının okuduğu mektep -sıvası düşmüş, temeli oyulmuş, çatısı delinmiş- yıkılmak üzeredir.

      – Sakin ol dedi Caylıbay soğuk bir sesle. Bağırıp çağırmakla hiç kimsenin evi yıkılmaz.

      – Yıkılıyor işte.

      – Dinle. Önümüzdeki yıldan itibaren üç yıl “avıl yılı” ilan edildi. Hükûmet avıllara hadsiz yardımda bulunacak. Her gördüğüne el açmanın anlamı ne, para kendiliğinden gelirken?

      – Peki ya kendimiz?.. Avılımız için kendimiz bir kişilik, bir erlik yapmayacak mıyız?

      – Felsefeyi bırak şimdi.

      Sohbetleri artık tatsızlaştı. Asıravbay’ın çıkmaza girdiği andı bu. Ya Rabbi, şimdi Kökmoynak’a varınca ne diyecekti? Bomboş elle nasıl çıkacak milletin karşısına? Halk bekliyor, ümit ediyor. Alet edevatınızla birlikte hazır kıta bekleyin deyip gitmişti. Tüh, yazık. Sart,37 zekâsıyla bayırmış… Olacak da olacak, yapacağız da yapacağız deyip pes etmeyen; önüne dağ çıksa dağa tırmanan, taş rast gelse taşa çıkan; bu heyecanlı ve ateşli deli karakter kimden geçti buna! Ne zaman görsen hareket hâlinde, oraya buraya koşturup duruyor. Nereye iviyor, neye iviyor? Bu dünya ona gerek mi? O olmasa bu dünya viran kalacakmış çoluk çocuğunu utuyor. Ev işlerini ite kaka yalnız başına çekip çeviren karısı ise bir deri bir kemik kaldı. Sanki bir tahta at. Arada sırada bir coşup oynaşmak istese sıcak ve yumuşak bir ten arzulayan eli, domalıç kaburga ile çıkıntılaşmış kalçaya değer değmez sırtını dönüveriyor. Yaşları yakın iki kızının geçen kış bir mavi paltoyu sırayla giymeleri başka bir mesele… Yo, olmaz, yoksulluk bir kusur değil. İnsan defalarca zenginleşmiş, defalarca fakirleşmiştir; defalarca fakirleşmiş, defalarca zenginleşmiştir. Aynı derinin içinde hep dolmuş hem solmuştur…

      Başkasını bilmem ama Asıravbay bugününe de şükretmektedir. Bir yağı akıp suyu taşıp dökülmese de yiyecek yemeği, parıl parıl etmese de giyecek giysisi var. Allah’ın nuru yarattığı bütün kullarına aynı şekilde düşer. Bunların da baylıklarının bugün yarın yayık gibi gümbürdeyeceği kesindir. Beyaz camdan, gazete ve dergilerden sınırsız bolluk ve refah içinde yaşayan nicelerinin iflas edip talihinin ters döndüğünü hatta bu durumda bazılarının intihar ettiklerini öğrendikçe yakasını ısırıyor.