sonra köprünün altından çok sular aktı. Soltubay dünyadan göçeli bayağı oluyor ancak babasının yaptırdığı, kendisinin de bir zaman bekçilik yaptığı mektep hâlâ ayakta. Ayakta ama enikonu eskidi. Kışın yakacak kıtlığı yüzünden doğru dürüst ısınmadığı odaların köşeleri göverip, sıvaları düşmeye başladı. Öğretmenler ve öğrenciler yaz boyu çamur taşıyıp gedikleri kapatmakla uğraşıyorlar. Lakin başkalarının umurunda değil. Yeniden yapılanma, ıslahat, serbest piyasa derken artık millet kaç yıldan beri kendi kendine kumda oynuyor. Daha büyük yobazlıklar da gördü millet. Birkaç yıl önce vilayetin başına gelen biri, eğitim ve kültür kurumlarını katarak büyük rezillik etti. Sonra anlaşıldığına göre bütçe açığından dolayı öyle yapmış. Tasarruf yöntemi imiş… Tasarruf yapacak başka şey yokmuş gibi eğitim ve kültürden tasarruf etmiş, ya Rabbi!..
Asıravbay’ın kahrını sessizce dinlemekte olan dünürü yakasını ısırdı.
– Millete eğitim ve kültürün lüzumu yok mu demek istiyor?
– Öyle demek istiyor.
Asıravbay’ın deminden beri alev alev yanan yüzü artık iyice alardı. Bu durumda iken sözle birlikte ağzından tükürük de sıçrardı, o mu aklına geldi bilinmez, cebinden mendilini çıkarıp ağzını sildi.
Eh, yukarısı öyle uygun görmüşse ne yapabiliriz, hayırlısı olsun deyip baş sallayacak adam mı Asıravbay; doğru kazaya gitti. Öğrenmek istediği bu kararın kalıcı mı, geçici mi olduğuydu. Önce ilçe eğitim müdürlüğüne uğradı; bir de baktı ki küçük ama iki katlı binanın böğründe bambaşka bir tabela duruyor. Ardından kaymakamlığa gitti. Allah’tan kaymakamın eğitimden sorumlu yardımcısı yerindeymiş. Söylediği şu: “Valinin kararı… Şimdi gerçekten biraz şey…” Asıravbay “Biraz şey de ne demek?..” dedi diklenerek. “Siz de biliyorsunuz.” “Neyi biliyorum?” “Şey yani… Bakarız…” “Ne vakit?” “Yahu ağa, beni sorguya mı çekiyorsunuz? Benim elimden ne gelir?” “Neden elinden bir şey gelmiyor? Neden her şey tek bir adamın elinde? O adam deli sözü söylese de itaat etmek mi gerek? Öyle ise siz niye oturuyorsunuz bu ‘kutluhanede’ kurularak? Ne işe yarıyorsunuz?”
Asıravbay ağzını mendille üst üste silerek kaç yere gitti. Yardımcı, sadedil bir Kazak yiğidi imiş, ağzını açıp tek söz etmedi. Ondan işe yarar bir kelam işitmenin mümkün olmadığını anlayan Asıravbay, cepkenimi çıkarıp alacak değil ya deyip doğru kaymakama gitti. Kalemdeki kız “Kaymakam şahsi mesele görüşmek isteyenleri sadece Çarşamba günü kabul ediyor; dizelgeye yazılın isterseniz.” deyip sızlandı bir sürü. “Evladım, benimki şahsi mesele değil halkın melesi; ta kör itin öldüğü yer olan Kökmoynak’tan geldim.” diye diye sonunda kaymakama girdi. “Karar öyle…” dedi kaymakam. “Kararı uygulamama yetkimiz yok.” “Nasıl yani, eğitim ve kültürün artık lüzumu yok mu? Eğitim ve kültür kurumlarını kapatan millet, nasıl bir millettir?” “Kapatıldıysa eğitim ve kültür müdürlükleri kapatıldı; mektepleriniz duruyor, eğitime devam edin; kulüpler duruyor, konserlere devam edin.” “Yahu bizim bastığımız yerde ne zaman ot bitecek?” dedi Asıravbay öfkelenerek. “Ne otu?” Deminden beri ciddi ve vakur bir şekilde oturan kaymakamın elindeki kalem, sert sert basan kadınların sivri ökçesi gibi masanın üstüne tak etti. Bu durumda her zaman olduğu gibi Asıravbay’ın yine ağzı tükürükle doldu, dili ağzına sığmamaya başladı. “Bugün eğitim ve medeniyet müdürlüklerini kapatan vali yarın yerinde olmayacaktır. Yerine başkası gelecek. Onun da ne düşündüğünü Allah bilir. Bildiğimiz tek şey şu: O meret ne söylerse hemen yapıveriyorsunuz. Bu nedir böyle? Valiler hiçbir şey söylemese kendi kendimize hiçbir şey yapamayacak bir halka mı döndük biz?” “Bunları varıp valiye söyleyin, soracağınızı da ona sorun.” “Siz söylediniz mi, siz sordunuz mu?..”
Asıravbay, Kökmoynak’a hayal kırıklığı içinde, bitkin ve kırgın döndü.
– Bunları da gördük ya, dünür dedi Asıravbay, ev sahibinin önüne koyduğu tabaktaki buda elini uzatırken. Neticede ben mektep müdürlüğünden alınıp sıradan öğretmenliğe tenzil edildim. Yeni vali iki yıl sonra vazifeden alındı, eğitim müdürlüğü yeniden açıldı. Kültür müdürlüğü de…
– Doğrusu da o zaten.
– Elbette. Şimdi şu mektebimizi iyileştirmeye, iyileştirmek derken esaslı bir tadilattan geçirmeye gücümüz yetmiyor. Para meselesi yani… Geçen güz açılışının yetmişinci yıldönümünü kutladık…
Mektebin açılışının yetmişinci yıldönümünü kutlama meselesini de gündeme getiren Asıravbay idi. Tam iki ay hazırlık yaptı. Sadece bu mektebi bitirip Almatı ve Astana’da çeşitli işlerin başında bulunanların dizelgesini hazırlamak bir hafta aldı. İlçe ve il yetkililerinin ekleyip çıkardıkları da çok oldu. Konuşmayı kimin yapacağı meselesi de oya sunuldu, ciddi tartışmalara sebep oldu. Emekliye ayrılmış olmalarına rağmen hâlâ mektebe girip çıkarak biri millî güvenlik, biri ise müzik dersleri veren Türkbay ile Kıylıbay aksakallar eşit oy alınca çekişme enikonu kızıştı. Mektep idaresi kimin galip geldiğine karar vereceğini şaşırdı. Nihayet biri şöyle bir çözüm önerdi: “Dostlar! Bu mektebi yaptıran merhum Soltubay’ın babasıdır. Hepimiz Karabala’nın çocuklarıyız. Ancak bu Kıylıeken,29 Soltubay ile amca çocuklarıdır. Demek ki diğerlerine göre daha yakındırlar. Dolayısıyla konuşma yapma hakkı manevi olarak Kıylıbay Ağa’nındır diye düşünüyorum…” Bunu bekliyormuş gibi resim öğretmeni “Bu apaçık kabilecilik!” deyip yerinden kalkarken uçayazdı. “Yahu bu kabilecilik de nedir?” dedi biri. “Kabilecilik…” dedi resim öğretmeni, adama bunu da bilmiyor musun dercesine şaşkın bir yüzle bakarak. “Kabilecilik, kabileciliktir!”
Hararetli tartışmalar sonucunda konuşma yapma şerefine Türkbay aksakal sahip oldu; konuşmayı yazma vazifesi ise -dört parmak uzunluğunda olsa da- tarihî makaleleri ilçe gazetesinde ara sıra neşredilen malum resim öğretmenine verildi. Ne çare ki ikisinin üç gün üç gece uymadan uğraşarak yazdığı konuşma metni değerlendirmede beğenilmedi. Resim öğretmeni umumen Kazak Hanlığı’nı anlatarak asıl konudan sapmıştı. Şimdi ne yapacağız darboğazı başlayınca yine bu avılın çocuğu imdada yetişti. Vaktiyle ilçe gazetesinde çalışmış, şimdi dede yaşına gelmesine rağmen sakalını kesmeye devam ederek içkiyi bütün bedenini ve ruhunu ortaya koyarak içen gazeteci akrabaları akıllarına geldi; ondan rica edelim, kendisi de bu mektepte okudu ne de olsa dediler. Gelgelelim o bela, ayyaş olduğu için çağrılılar dizelgesine girmemiş meğer. Onu da eklediler mecburen. İlçe merkezinde oturan gazeteciye resim öğretmeni gönderildi; öğretmen, giyimiyle bir fıçı votkaya düşmüş gibi dünyası şaşmış, ayağını bastığı yere görmeyecek şekilde on gün sonra ancak döndü. Allah’tan konuşma metnini bitirmişti.
Asıravbay esas olarak konukları karşılayıp ağırlama meselesiyle ilgilendi; gerekli hazırlıkları yaptı, eksikleri temin etti. Yarım gün yol yürüyerek askerlerden içine iki yüz üç yüz kişinin rahatlıkla sığabileceği bir çadır alıp getirdi. Kesilecek hayvanları hazırlattı. Yalnızca içki meselesinde ağzını hiç açmadı. Çünkü danışmak için gittiğinde Almatı’da büyük bir mevkide bulunan dostu Caylıbay “Eğer gözüme bir şişe ilişirse o saat kaybolurum oradan, bunu unutma.” demişti. Caylıbay’ın sözü onun için kanundur. Caylıbay’ın dediğini yapmamak ise itliktir. Mektebin yıldönümü kutlamasına Caylıbay katılıp başköşede oturmazsa ne yarar!
– Caylıbay dediğin şu yurt dışına çıktığı için çocukların düğününe katılamayan dostunuz mu diye sordu dünürü araya girerek.
– Ta