Nesipbek Dawtayulı

Yol


Скачать книгу

köşesinde Aygırkişi ile bu komşulardan birinin aygırsamış baytalı otluyordu. Evden iki genç kadın çıkıp o köşedeki ayakyoluna doğru gitti. Tam o sırada Aygırkişi üstüne atlayıp acımasızca ırganmasından genç baytalın dolgun sağrıları iyice yere doğru eğilince, Allah’ın hikmeti, genç kadınlardan biri “Ah!” diyerek iki ayasıyla birlikte apış arasını tutup oturuvermesin mi! Demek ki aygırın baytalla çiftleşmesinden bu kadın aniden tahrik olmuş, hemen o anda boşalıvermişti! Hadi bunu idrak ve izah et şimdi. Sakar yağız aygırda kişilik özelliği bulunduğundan ve kutlu olduğundan mıdır bu yoksa? O da muamma…

      Kestane dorusu kısrak ile birlikte kestane dorusu kulun da Aygırkişi’nin kaldığı tarafa kulağını dikiyor. Babasına çekmiş, dış görünüşü biçimsiz. Boyu yüksek, gövdesi uzun. Kaburgaları dışarı dönük olarak yerleşmiş. Mizacı da babasınınki. Sık sık ürküp durmuyor. Vara yoğa hoplayıp zıplamıyor. Yürüyüşü, duruşu vakur, asilzade timsali. Asil besbelli. Soyunda bu özellikler var demek ki. Soy… Bu Aygırkişi, Eskul’a -sonraları vefat eden- yıllarca evvelki postası Bekbosun’un yağız kunanını hatırlatıverdi. O dönem de hükûmetin şimdiki gibi at yarışını yasakladığı zamanlar. Toyda bile at yarışı yapma riskini göze alanlar komünist ise parti üyeliğinden çıkarılır, diğerleri için ise kolhoz yöneticileri dayak yer sert uyarılar alırdı. O yüzden olsa gerek, postacı Baybosun’un “Eski devir olsa bir kızın kalınına10 vermezdim.” dediği kunanı yarışa koşulmamıştı. Ne çare ki o zavallı kunan da bir gün çalındı. Aramadık, sormadık yer kalmadı. Sırra kadem bastı. Sonradan çıkan dedikoduya göre bazı at hırsızları Talas’ın öbür yakasındaki Kırgızlara aşırıp vermiş… Ya bu Aygırkişi o yağız kunanın dölü ise diye kuruyor Eskul kendi kendine.

      Şimdi işte o soyunun kanına çekip, o soyunun doğduğu topraklarda yıldız gibi akarak dolaşıyor. Enikonu olgunlaştı. Bıldır mezkûr Talas’ın öbür yakasındaki Kırgızların yüzden artık yüğrüğün katıldığı uzun mesafe at yarışında bütün atlara nal toplatarak birinci oldu. At tutkunu Kırgızlar kendilerinden geçtiler.

      Yüğrük ile birlikte Calgas da meşhur oldu. Calgas’ın sakar yağızı, Calgas’ın Aygırkişi’si… Calgas’ın gönlü ve ruhu da devamlı yükseliyor, devamlı şahlanıyordu…

      Calgas yazın aygırına binip gelerek bu düzlükte onunla birlikte geceliyordu. Bir de dostu vardı, ara sıra o da peşlerine takılıp gelirdi. Aylı gecede yan yana yatarak yarışırcasına masal anlatırlardı. Türlü türlü… Gerçeğe birazcık dahi olsa yaklaşanları bulunduğu gibi, hiç yanından geçmeyenleri de var. Buna rağmen ilginç. Bir seferinde Calgas’ın masalı… Çok çok eski zamanlarda… Belki kişioğlunun yeni yaratıldığı vakitte… Dağların başı göğe değiyor, kırlar bütünüyle çiçekle süsleniyor, ırmaklar ve göller ayna gibi parlıyormuş. Yeryüzünde yalnızca insanlar varmış. Hayvanlar henüz yaratılmamışmış. Onlar yeryüzünde koşmayı, gökyüzünde uçmayı bilmiyormuş. O yüzden de insanlar çok tembel, yavaş ve uyuşuk imişler. Birbiriyle yarışmak, ilerlemek; yer altına, aya ve yıldızlara ulaşmak hayali ve emeli akıllarına bile gelmemiş. Bundan dolayı da dünyayı tek yiyip içmeyi, yatıp uyumayı bilen son derece asalak ve geri insanlar kaplamaya başlamış. Yalnızca bir ihtiyar “Ey Tanrı! Sen bizi yiyip içmekten, yatıp uyumaktan başka hiçbir şey bilmesin diye mi yarattın? Dünyada bundan başka bir şey yok mu? Bize bilmediğimiz şeyleri öğretecek bir nesne yok mu?” diyerek yakınıyormuş. Bundan sonra bir gün -nereden geldiği belirsiz- Yaratıcı’nın sesi işitilmiş: “Senin üç oğlun var, bunlardan birini yeryüzünde koşan, birini gökyüzünde uçan yaratığa çevireyim, diğerini de insan olarak bırakayım, buna razı olur musun?” demiş. “Olurum.” diye cevap vermiş. “Koşucu ve uçucu yaratığa dönüşen oğulların insan görünüşünü tamamen yitirecek.” “Canı hiçbir şeye acımayan, aklı düşünmeyen, dert ve ıstıraptan mahrum kişiler, başkalarının işine yarayacaksa razı oldum gitti, ey Yaradan!” O vakit bir oğlu kartala dönüşüp gökyüzüne doğru uçmuş, bir oğlu da yüğrüğe dönüşüp yeryüzünde koşmaya başlamış… İhtiyarın kişi suretinde kalan oğlu tısa basa doyduktan sonra sırtüstü yatan insanları koşarak dolaşıp uçmakta olan kartal ile koşmakta olan yüğrüğü göstermiş. “Bakın, bakın!” diyerek seğirtivermiş. “Benim ağabeylerim kartal oldu uçuyor, yüğrük oldu koşuyor!” İnsanlar şaşkın. Akılları karmakarışık olmuş; donup kalmış bilinçlerinin buzu erimeye, ana atardamarları ile yürekleri göğüslerine sığmamış. Yeri dört dönerek çapmak, göğe yükselerek uçmak tutkusu doğuvermiş. Böylece kişioğlunun içinde arzu etmek, hayal kurmak, tutku beslemek hisleri uyanıvermiş…

      – Sen bunu kendin uydurmuyorsun ya diyor Calgas’a dostu.

      – Ne olacak?..

      – Kendin uyduruyorsun değil mi?

      – Hoşuna gitti mi, gitmedi mi, onu söyle. Şayet insanlar sadece bu dünyada vuku bulanları anlatacak olursa hayal kurma yeteneğini yitirir. Öyle olursa hiçbir zaman hiçbir şey değişmez dünyada. Hiçbir şey değişmezse hayatın ilgi çekici neyi kalır?

      – Oldu, oldu diyor dostu gülerek. Sana uyacak olursa hepimiz feylesofa döneceğiz.

      – Doğru yahu! Calgas da birlikte gülüyor.

      Onların sohbetini dinlerken Eskul aksakal, Allah’a şükrederdi. Bilinci erken uyanmış, aklı başında bir neslin yetişmekte olduğunu görüş kıvanırdı. Bela ve musibetten sakla bunları diye dua ederdi. Bunları bela ve musibetten koruyabilecek miyiz derdi. İttirip kaktırmadan sağ salim büyütsek diye düşünürdü. Ey Allah’ım, bu düşünceyle önünü ardını kollayan kaç kişiyiz ki diye söylenirdi.

      – Amca demişti bir gün Calgas. Siz bayağı eskiden yarış atı bir avılı bakmış demiştiniz ya…

      – Demiştim.

      – Babama söyledim, beni çiğ çiğ yiyeyazdı.

      – Yalan mı diyor?

      – Yok. Eskiden ne demek diyor. Eskinin ne gereği var diyor. Eskul amcan ile siz hangi devirde ömür sürdüğünüzü gerçekten de bilmiyor musunuz diyor. Şimdi herkesin kendi kendine yalnız kendisinin gerek olduğu bir devir diyor. Eski dediğimiz geçip gitmiş, kemikleri çürümüş bir şeydir diyor sonra. Geri gelmez. Bugünü yaşa. Kimde mal mülk, baylık11 varsa bugün onundur. Baylık konuşur, baylık yener, baylık geçer. Baylığın varsa gökteki Tanrı’dan da yerdeki adamdan da hiçbir şey istemezsin. Kaybol, kış kış!

      Son yıllarda amcaoğluna zaten gönlü soğuyan Eskul aksakal sözlere oldukça kırıldı. “Eski dediğimiz geçip gitmiş, kemikleri çürümüş bir şeydir…” demesinden dehşete düştü. Eski yoksa insan ve yurt nasıl olacak? Eski, belleğinden silinirse ne olur? Eski dediğimiz atalarımız; atalarımızın kişiliği, anlayışı, sevinci ile üzüntüsü, ıstırabı il ferahı, yengisi ile yenilgisi, akan teri ile dökülen terinin büyük göçü değil midir? Bunun hepsini bu insanlar, itişip kakışarak peşine düştükleri baylık denen el kiri uğruna feda mı ediverecek? Böyle yapacaklarsa Kazak neyiyle Kazak olacak, nasıl millet kalacak?..

      Kestane dorusu kısrak yine pıskırdı. Ön ayaklarıyla yere vurarak eşinip duruyor. Aygırkişi’ye gitmek istiyor galiba… Kim bilir… Yoksa Aygırkişi, kabir başından ayrılmış gidiyor mu? Kestane dorusu kısrak bunu sezer… Peşinden gitmek ister belki…

      Ya Rabbi… At balasını, insan kabrine getirerek yas tutturdun…

      Aygırkişi’yi Kırgızların alıp götürdüğü günün ertesinde