toptan şehre göçüp gidecek değil ya, amca. Avılsız Kazak olur mu? Kazak demek bozkır ve avıl demek değil mi? Ben öyle düşünüyorum demişti sonra.
– Düşüncen çok güzel. Peki, babanın bu işlerine kim iye olacak, kim devam ettirecek bunları diye sormuştu Calgas’ı sınamak için.
– Bilmiyorum demişti. Ben yeni avıl inşa edeceğim, amca.
Sakar yağız o yaz üç kunan yarışında birinci oldu. Güzün ise sakar yağızın inanılmaz bir özelliğini öğrenip şaşırdı halk. Ayrıntılı anlatmak gerekirse… Eskul ile Calgas iki evin ahırındaki birkaç hayvanı her yıl olduğu gibi kışa yakın Aldiy’in nahırına koşarak dağ yamacındaki kışlağa götürdüler. Konuk gelen yakınları için kestiği koyunun etini doyasıya yiyip, et suyunun tadını çıkarırken Aldiy’in son aldığı gelinin doğum sancısı tutmasın mı! Alıp avıla götürmeye araba yok, at arabası içinse yol uzun. İlk kez doğuracak kadıncağız öyle acı çekiyordu ki evdeki çoluk çocuğu da korkuttu. Bütün erkekler dışarı çıktı, gelinin yanında yalnızca kaynanası ile Aldiy’in kocadan ayrılmış büyük kızı kaldı. Kalmasına kaldı ama gelin bir türlü doğuramadı, uzun vakit acı çekti. Hıçkırığı ve iniltisi dışarıdan açık işitilmeye başladı. O sırada araba üstüne atılmış otu çiğneyip duran sakar yağız aniden hafifçe kişnedi, ardına bakarak gayet sert yolununca dizginin kayışı pırt diye kırılıverdi; serbest kalır kalmaz hızla keçe çadıra vardı ve başıyla kapıya vurdu. Ardına kadar iki yana açılan kapıdan gövdesinin yarısını içeri sokan aygır kulaları sağır edercesine kişnedi. Hemen ardından çocuğun ağlaması da duyuldu. Bu vaka gözünün önünde canlandıkça Eskul hâlâ hayretten parmağını ısırır. Gelinin anlattığı: “Kapı küt diye açılınca iki gözünden ateş saçan at başının bana doğru geldiğini gördüm. Hayatımda hiç bu kadar korkmuş değilim. Bebeğin sesi çığlığı duyulunca at gülümser gibi oldu. Öyle yaptı, gerçek!”
Bu hikâye halkın kulağına varınca bir ihtiyar “Allah’ın hikmeti, bu aygır da kişi imiş demek.” deyivermesin mi! “Aman aksakal, ata kişi diyorsunuz, olur mu hiç?” demiş dinleyenler. “Kişi kut’u göstermiş değil mi? Bizden uzaklaşan adamlık kut’unu Tanrı hayvanın vücuduna salmış olabilir. Öyle olmasa bunu nasıl izah edeceksin?!”
Bu vakadan sonra sakar yağız “Aygırkişi” olarak adlandırıldı.
Aygırkişi adını alan sakar yağıza halk artık başka türlü bakmaya başladı. Kadınlara onun önünü kesip geçmek yasaklandı. Biri Calgas’a Aygırkişi için deyip yeni çıkmış gümüş kakmalı eyer; diğeri gümüşle süslenmiş dizgin, göğüslük, kuskun, kolan, kayış; bir diğeri yeni kulakçın, yapık getirip hediye etti. Yeni biçilmiş yonca, yulaf verenler de oldu. Hamile kalamayan veya çocuğu düşen genç kadınlar gelip kendilerince kutlu sayıp yelesini sıvazlayıp gider oldular. İlginç olanı ise yanına yabancı kişi yaklaştırmayan sakar yağız kadınlar gelince upuslu duruyordu.
Yazın üç at yarışından üç araba kazandıktan sonra Buldıy da sakar yağıza karşı yumuşadı. “Hey, bu fayda getirecek bir mal oldu yahu.” oğlunun omzuna vurdu. “Kazandığı arabanın birini Buldıy babana, birini Aldiy amcana verdirdin. Üçüncüsünü de anan, dedene hediye etti. Şimdiki artık bu babanın olacak. Ticarette kullanacağım. Kak balam, soydyot?”9 “Ya kazanamazsak?” “O zaman, o zaman Aygırkişi’yi satıveririz.” deyip güler gibi yaptı Buldıy. “Asla!” diye çığlık attı Calgas. “Asla!”
Dönen olduğunda da yalnızca at toynağı yetecek yerleri değil araba ile götürüldüğü avıl, kaza, vilayetteki hatta Talas’ın öbür yakasındaki Kırgızların at yarışlarında da önüne at geçirmeyen Aygırkişi, avıl aksakallarının kararıyla yılkıya salındı. “Yüğrük, olağanüstü hâllere sahip asil bir at; böyle bir attan döl almak lazım. Kısrak iyesi herkesin ümidi var aygırdan, ancak içinizde at kadrini bilen yalnızca şu Eskul var, aksakallar ve karasakallar! Yarılan yerin hepsinden altın ve gümüş çıkmayacağı gibi dişi hayvanın da döl yatağının gücü farklı farklıdır.” Böyle dedikten sora sadece baytalları, genç kısrakları seçip koştular sürüye.
Aygırkişi sürüsünü pek uzağa götürmüyor, avıl çevresinde otluyordu. Haftada bir sefer sürüsünü sürüp avıl dibine getiriyor, sonra kendi mekânına gelerek Galgas’ın elinden yem yiyordu hayvan. Sonra kışın dondurucu bir gününde Akadır tarafından ara sıra uğuldayarak esen yel ilkin hafif tipiledi, sonra gitgide şiddetlendi; Buldıy’ın oldukça yüksek olarak yaptığı ahırın demir çatısını gevşetip sallamaya başladı. Ana babası iş için şehre gittiklerinden Calgas evde yalnızdı. Ne yapsın, gevşeyen levhalar büsbütün uçup gitmesin diye bir şeyler yapmak üzere ahırın üstüne çıktı. Ayağı kayıp çatıdan yere düştü. Etrafı tamamen çevrili olduğu için içeride ne olup ne bittiğini görmenin mümkün olmadığı avluda baygın hâlde uzun müddet yattı. Evinde soba dibinde yan gelmiş arada bir gelen ilçe gazetesinden bir şeyle okuyarak yatan Eskul, gürültüden irkildi. Davranıp dışarı çıkınca Buldıy’ın evinin ardındaki alçak tepede bir sürü atın toplanmış olduğunu gördü. Yelesi ve kuyruğu buz tutmuş Aygırkişi, evin yüksek bahçe kapısını çekip duruyordu. Onu görünce hafif kişneyiverdi. Allah’tan Eskul kapıyı dışarıdan nasıl açacağını biliyordu. Açınca ne görsün! Calgas yerde upuzun yatıyor…
O gün gece boyu etraf altüst oldu. Şehirdeki işlerini her gün gidip hallettikten sonra geri dönerek günlük hesaplarını bilgisayara girip yorgunluktan canları çıkan Buldıy ile karışı muhtemelen şiddetli tipi yüzünden o gün avıla gelemediler. Onlar bir yana, avıldaki sağlık merkezinin hekimi bile öbür sokaktan bu sokağa güç bela ulaştı. Calgas’a koyduğu teşhis: Beyni sarsılmış. Köprücük kemiği kaymış. İki kaburgası kırılmış. İğnesini vurdu, ilacını verdi. Tan atsın dedi. Şehre götürmeden olmayacağını söyledi.
Geceleyin birkaç kez dışarı çıkan Eskul, ev arkasındaki alçak tepede toplaşmış yılkının hâlâ gitmediğini, birbirine sokularak öylece durduğunu görünce çok şaşırdı. Asıl şaşkınlığı tan atınca, Calgas’ın sık sık kusmasının kesilip bir iki kâse sıcak çay içmeye başlamasından sonra “Ya Allah!” deyip dışarı çıktıktan sonra yaşadı. Ev arkasında gece boyu bekleşip duran yılkı Aygırkişi’nin ardına dizilmiş yaylıma doğru gidiyordu. Gece boyu toplaşıp bekleştikleri yerde… Allah’ın hikmetine bak, yirmi kadar kısrağın hepsi birden kulun atıp gitmiş. Avıl ahalisi “Bu nedir? Bundan ne anlamak lazım?” deyip bir kez daha şoke oldular. Sonunda şunda karar kıldılar: “Aygırkişi gerçekten de kutlu bir at, Calgas’ın durumundan hemen haberdar olup sürüsünü alarak geldi. Tan atıncaya dek sürüsüyle birlikte Calgas’a dua etti, onun selameti için kulunlarını kurban edip gitti…” Hepsi de baş sallayıp onaylamasına rağmen aslında hiçbiri bu izaha inanmadı. Eskul’un aklındaki soru ise içini kurt gibi kemirdi: “Ya Rabbi, nasıl oldu bu? İnsanın hemcinsinin selametini dilemesi, insanın hemcinsi için kendini feda etmesi özelliği ata mı sirayet etti; insandaki kişilik ata nasıl geçti? İnsanı çok, insanlığı az bir devir midir bunların ömür sürdüğü zaman? Belki… Belki de sakar yağız aygır at kılığında kutlu bir kişiliktir. Yaradan’ın gönderdiği… Şu dünyada insanın havsalasının alamayacağı hikmetli işlerin olduğunu evvelce Akadır’ı yalnız yaylayan ermişin yağmur yağdırması vakasında kendi gözleriyle görmedi mi? Ya Rabbi, ya Rabbi… Bu âlem niye bütünüyle bir muammadan ibaret?..
Eskul aksakalın katar katar, ilerili gerili; başını bir oraya, bir buraya vurup sağa sola savurarak sendeleten düşüncesini çimenlikte