Nesipbek Dawtayulı

Yol


Скачать книгу

çıkarmadan da olmazdı. Bu sefer ahali “Nasıl zenginlediğini biliyoruz bu Buldıy’ın. Karısı devletin az bulunan ilaçlarını saklayıp iki katına satalı kaç yıl oldu; tüccar kaynanasının yığın yığın getirdikleri de malum; o malların fiyatı da anasının nikâhı. İt yahu!” demeye başladı. Fakat bu hikâyeleri birbirlerine anlatmaktan öteye gitmedi. Çünkü bunların kimin ağzından çıkmakta olduğunu halkın kendisi sırasıyla gelip Buldıy’a söyledi. Buldıy da haber getirenler vasıtasıyla “O it oğlu itler bundan sonra gözüme görünmesin!” diye selam gönderdi. Bugün görünmeseler bile yarın görünmelerinin kuvvetle muhtemel olduğunu biliyordu. Borç para ve karaborsa mala bağımlı olan dedikoducular “Ağzımızdan istemeden çıkan, dikkatsizce sarf edilen sözlerdir onlar. Önüne geldiyse atanın hatırı affet.” diye yalvarıp yakarınca mesele kapandı.

      Buldıy’ın her şeyi vardı. Yalnızca çocuğu yoktu. “Olacak.” derdi amcaoğlu durmadan gülerek. “Boş oturmuyoruz, amca.” “Boş oturmuyorsunuz… Kazılan yerden muhakkak bir şey çıkmaz mı?” deyip hoşnutsuzluğunu dile getirince o da inatçı mizacının gereği olarak itiraz ediyordu.

      Daha sonra “Buldıycığım benim, erkek kısmı kadının apış arasını yalnızca ağam paşam dedirtip tatmin olmak için altüst etmez; gönlünü coşturarak doğurtmak asıl iştir.” demek istiyordu, ancak onun küçük kardeşi olduğunu dikkate alarak dilini tuttu. Bunun sözü mü tesirli oldu, yoksa öyle mi denk geldi bilinmez, meşhur Aralık Olayları4 arifesinde Buldıy’ın evinde de çocuk ağlaması duyuldu. İsmini Calgas diye Eskul bizzat koymuştu.

      Kendi yaşıtı çocukların kavga gürültüsüne çok fazla katılmayan, umumen yalnız gezen ve tek başına oturan, merdümgiriz bir çocuk olarak büyüdü bu Calgas. Bilhassa bir sene avılın kıyısındaki sık kamışların arasındaki küçük çukurda çamura batmakta olan bir yaşına gelmemiş kötü bir tay bulduktan sonra enikonu değişti. Buldu dediysek… Uzun yıllar Talas’ın karşı yakasındaki Kırgızlar, Talas’ın beri yakasındaki Kazakların yerini -kirayla mı yoksa yukarıdakilerin talimatıyla mı meçhul- atlarını yaymak için kullandılar. İlkyazda gelip güz sonunda dönerlerdi. Dönüş yolunda yılkıcılar, bunların avılında eğleşip üç dört gün hatta bir hafta yatarlardı. Rahat da durmuyorlar, içkiye doyuyorlar. İşleri güçleri şeytanlık. Taylarından birini Buldıy’ın dükkânının önüne getirip bağlıyorlar ve onun parasıyla içiyorlar. Buldıy’ın verdiği ise iki üç kasa kökeni belirsiz votka, çay şeker, meşrubat da cabası…

      Hiç kimsenin kendi toprağını başkasına vermediği o yıllarda malum Kırgızlar “Bu, Kazak kardeşlerimizin topraklarına yılkı sürerek son gelişimiz…” diyerek birkaç gün patlarcasına kadar içtiler. Neden sonra akıllarına geldi; Kırgızlar darmadağınık olmuş atlarını çakırkeyif vaziyette arayıp topladılar ve ülkelerine döndüler. Bunun üzerinden iki üç gün ya geçti ya geçmemişti ki Calgas’a ahır ve samanlığın bazı yerlerini yamamak için biraz kamış lazım oldu. Bu arada ana baba, dünyalık peşinde koşup vakit bulamadıkları için evin bütün işi on iki on üç yaşlarındaki Calgas’a bakıyordu. Calgas gerekli kamışı kesip getirmek için çay boyuna gitti. Çukurda çamura batmakta olan bir yaşına gelmemiş tayı o zaman fark etti. Tek başına nasıl çıkarsın tayı, koşup ona gelmişti. Böylece kestane dorusu kısrağın boynuna bir urgan taktılar, urganın bir ucunu tayın boynuna bağladır, sonra ikisi birlikte çekerek güç bela çıkardılar tayı. Tayın oradaki görünüşü perişandı: Budu ipince, karnı kabak gibi, bel kemiği dışarı fırlamış, cıdağısı sipsivri, başı uzun sorguç otu… Yalnızca akıtması sıra dışı idi. Yuvarlak değil, yeni doğmuş ay gibi. O vakte değin Eskul böyle bir akıtmayı ilk kez görmüş ve hayret etmişti.

      Calgas, tayı sabunla yıkayarak balçığını zorla temizledi. Mübarek hayvan o zaman da pek bir şeye benzemedi. Kemikleri fırlak bir mahluk. Babası gülmekten yerlere yattı. Oğluna gülerek şunu sordu:

      – Ne yapacaksın bunu?

      – Besleyeceğim dedi Calgas.

      – Beslesen de bu mal olup işe yaramaz. Kolhozun atları takas yapılıyor, yılkıcı Önerbek’e çorba parasını verip kunan5 veya baytal6 ile takas ederiz.

      – Gerek yok.

      – Gerek yok ne demek?

      – Kendim bakacağım.

      – Sonra?

      – Kendim besleyeceğim işte.

      Buldıy yanlarında duran Eskul’a bakmıştı.

      – Esağa,7 buna ne diyeceksiniz?

      – Gönlü buna meyletmiş demek ki.

      – Şu çirkin şeye mi?

      – Öyle deme. Yelesi ve kuyruğu kabardıktan sonra yarın gerçek bir yüğrük olur belki. Kim bilir?

      – Neden böyle diyorsunuz, Esağa?

      – Atın değeri dış görünüşüyle ölçülmez, yüreğindedir. Şu döşünde büyük koşulara dayanacak olağanüstü bir yürek atıp durmadığını nereden biliyoruz?

      Buldıy elini sallayarak cırt diye tükürdü.

      Çocuk, kötü tayını büyük bir özenle bakmaya başlayalı iki üç yıl geçiverdi. Bu müddet zarfında dünya da bazen göyündürdü, bazen sevindirdi ama bir öyle, bir böyle sürekli değişip durdu. Halk, kim ne söylerse ardından gitmenin, iki cami arasında beynamaz kalmanın, neyin doğru neyin eğri olduğunu ayırt edememenin karşılığını şimdi görüyordu.

      Allah’ın hikmeti, bu süreçte duruşu bozmayanlardan biri de Buldıy oldu. Tabii karısı ile birlikte. Devamlı söyledikleri şuydu: “Dünya ne şekilde, kaç kez altüst olsa da işini bilen insan için hepsi vız gelir.” Söyledikleri doğru imiş. Şehre kafe, büyük bir mağaza ve eczane yaptırdılar. Bunlardan küçük iki tanesini avılda da açtılar.

      Bu arada Calgas’ın kötü tayı dönen8 oldu. Deve gibi sakar yağız at. Yanına kimseyi yaklaştırmıyor. Ancak Cal-gas önünde ardında dolaşmakla kalmıyor, ağzından girip burnundan çıkıyor. O suvarıyor, onun elinden yem yiyor, sadece onu bindiriyor. Calgas’ın da vaktinin çoğu sakar yağızın yanında geçiyor. Gözünün önünden ayırmıyor.

      Buldıy’ın da deve kadar olan sakar yağıza tekrar tekrar gözü ilişiveriyordu.

      – Satılsa bayağı bir para eder, diyordu vaktiyle “Bundan mal olmaz!” dediğini unutarak.

      – Asla, diye feryadı basıyor oğlu.

      Kapı komşu oldukları için her şey Eskul’un gözünün önünde cereyan ediyor. Her Kazak çocuğu ile at arasında her zaman bir benzerlik, bir uygunluk bulunduğunu evvelden beri biliyor. İlerleyişe ve şahlanışa olan tutkunluklarıdır muhtemelen. Yüreği temiz kişi kendi düşüncesi, niyeti ve hayaliyle dünyanın dört bucağını altını üstüne getirerek dolaşır ve gerçek emeline ulaşmak için sonuna kadar mücadele ettiğinde; at ise toynaklarıyla kara toprağın bağrını dövdüğü ve bütün rakiplerini arkada bıraktığında mutludur muhakkak.

      Attan anlayan Eskul, sakar yağızın sıradan bir at olmadığını ta ilk başta fark etmişti. Ayrıca kunan olduktan sonra Calgas ile birlikte eğitmişlerdi onu. O günlerde yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu.

      – Calgas, ne olmak istiyorsun diye sormuştu bir keresinde.

      – Mimarlık okusam…

      – O