onları. Eskul aksakalın fark ettiğine göre geçen seferki gibi değil sıcak karşıladı. “Evet, Baykeler,13 evvela şu Eskul ağama selam verin.” deyip yanlarına gelen Eskul ile görüştürdü. Amcaoğlu iki yıldan beri evine hizmetçi tutuyordu, hangi arada hazırladıysa masayı donatmış, bir kuş sütü eksik; ayrıca boy boy aklı kızıllı şişeler…
– Buldıy bayke, lokanta mı bu dedi kıpkızıl yüzlü Kırgız ve avurtlarını cumbuldatarak güldü. Baysınız,14 evet! Çestnoye slovo!15
– Buyurun, yemek alın dedi Buldıy. Sabah kahvaltısı.
– Sperva içimizdi kızdırıp albaymız ba, bayke?16 Deminki kızıl surat şişelere uzanıp birini alıverdi: Aça bersek bolabı?..17
İki üç yol içildikten sonra;
– Bayke, cılkı salatın maşina da, vot-vot kep kalad. Artıbızdan yehal,18 diyen Kırgızlar, ellerini ovuşturdular. Aldıñğı kün kol alışkanday, akçanı, to-est’ dollardı ap keldik. Maneki…19
On deste gökkâğıt20 masaya kondu.
– Rovno sto tsyaç21 dedi kızıl surat Kırgız.
Hiçbir şey anlamayan Eskul, bir Kırgızlara, bir gökkâğıtlara, bir amcaoğluna baktı.
– Sizde “yular parası”22 denen âdet var mı? Buldıy, bütün bardaklara içki doldurdu.
– Burun bar boluşkan, v dannom sluçaye, k çemu eto?23
– Demin söylediğim gibi bu zat benim amcamın büyük oğludur. Buldıy, Kırgızların dikkatini Erkul’a çevirdi. Aygırı oğlumla birlikte bakan, yarışa hazırlayan odur. Yular bahşişini bu ağama verin. Beş bin!
– Beş bin…
– Evet, dolar.
Kızıl surat Kırgız çiğnemekte olduğu mezesini zorla yuttu.
– Aman, bayke…
– Yoksa aygır satılmaz.
Kırgızlar kalkıp hep birlikte dışarı çıktılar. Ahırın köşesine değin gidip fısıldaşmaya başladılar.
Eskul aklını oynatmak üzeredir.
– Yahu Buldıy, nedir bu?
– Ne nedir?
– Aygırkişi’yi satacak mısın?
– Öyle yapacağım, amca. Şehirdeki merkez pazarı satın almak için param yetişmiyor.
– Aygırkişi’yi satmak doğru değil, Buldıy.
– Bugün insanı bile satmak mümkün, amca! Elden ne gelir!
– Calgas’a ne deriz? El âlem ne der?
– Calgas, Calgas deyip… Ne derse desin. O mızırdanacak diye Allah’ın ayağımıza gönderdiği akçadan vaz mı geçeceğiz? El âleme gelince… Hangi el âlem? Yarısı pazarda el arabası çekiyor, serserice dolaşıyor; yarısı avılda iki eli de cebinde, birini iki etmek aklından geçmiyor; yaz boyu kâğıt oynayan, kış boyu uyku çeken, ölüsünü de borç alarak gömen, toyunu da borçla yapan, sıradan bir Kazak olduğu için memnun, en fazla Tamaşa’ya24 ağzının suyu akan, Aytıs’a25 ağzı açık kalan el âlemden mi söz ediyoruz? Bu el âleme de çoktan bir şeyler oldu. Hatta alsalar onları da Kırgızlara toptan satıverirdim.
– Ne dersen de ama Aygırkişi’yi satma iki gözüm, derken Eskul’un bedeni ürperdi, çenesi titredi. – Akıllı ve kutlu bir attır o. Soyuna, şu biricik çocuğun Calgas’a nasip olan bahttır, kurban olayım!
– Yo, bırakın bunları amca!
– Buldıy, ömrümce kimseden ricada bulunmadım, yapma lütfen. Yapma, kulun kölen olayım. Calgas’a acı, bana acı.
– Size acıyorum elbet; biraz sonra şunlardan yular bahşişi olarak beş bin dolar alıp vereceğim ya!
– Gereği yok. Lazım değil onun. Satma aygırı. Kutlu malı satmak doğru değildir. Kutu çarpar.
– Bıraksanıza, amca! Ne kutu, nasıl bir kut! Lüzumsuz ne varsa onu hayal ediyorsunuz.
– Sen böyle değildin, gözümün nuru, nasıl böyle oldun!
– Onu zamana sorun.
Bu arada toplaşmış olan Kırgızlar da beri doğru yürüdüler.
– Bayke dediler hep birlikte konuşarak. Nemnogo ne hvatayt bop catpay ma.26
– Ne kadar?
– Dve şutuki.27
– Tamam, onu da size ikram edelim.
Avlunun kapısı açıldı. Biraz önce gelen, tren vagonuna benzeyen ağır araba avluya girdi. Buldıy, aygırı çekip dışarı çıkardı. Olacakları sezdi mi yoksa Kırgızları yabancıladı mı bilinmez, çok korktuğu açık; soluğu hırıldıyor, bütün vücudu tir tir titriyor.
– Yıkıp dört ayağını bağlamazsak bu arabaya binmez dedi Buldıy. Tutun yularını, ben urgan getireyim.
Daha fazla kalmaya yüreği dayanmadı. Gözüne dolan sıcacık yaşı silmeden açık kapıya doğru yöneldi. Tam çıkarken… Aygırkişi’nin dertli, acı kişnemesinden yere düşeyazdı. Dönüp bakınca ne görsün! Aygırkişi ona doğru atılarak dört dönüp tepiniyor…
Gecenin bir vaktinde içi geçen Eskul aksakalın düşüne Calgas girdi. Üstünde apak kefeni. Süzüle süzüle uçup geliyor. Uçarak onun üstüne gelince “Amca, Aygırkişi gelmedi mi?” diyor. “O gelecek. Ben yeni avıl inşa edeceğim yeri aramaya gidiyorum. Aygırkişi’yi alıp oraya gelin.” Uyanıverdi. Tan yeri de ağarmış. Kestane dorusu kısrak, Aygırkişi’nin kaldığı kabristan tarafına doğru bıraktığı gibi kulak kesilmiş, endişeyle kulaklarını çaprazlamış vaziyette.
– Hey gidi kestane dorusu, düşüme Calgas oğlum girdi dedi fısıldayarak. Cancağızım benim. Küskün gitmişti bana. Herkese küsmüştü. Yüzükoyun yatmıştı. Çığlık atarak ana babasını da yaklaştırmadı yanına. Yalnızca giderken geldi bana. Her şeyini toplayıp düğmüştü. “Hoşça kal, amca!” dedi. “Burada benim için ilgi çekici bir şey kalmadı. Babam bani aldatarak şehre gönderip sakar yağızımı satarken siz onu durduramadınız. Siz biri adam öldürürken bile araya girip kurtarmak için bel bağlayarak, kolunuzu çemreyerek girişmiyorsunuz. Tek kuru söz. Hareket yok. Üzücü, amca, üzücü… Ben gidiyorum, amca. Aygırkişi’yi arayacağım.”
Hiçbir şey diyemedi bu sözler üstüne. Hiçbir şey…
Böylece Calgas şehre gitmiş. Aldiy’in enstitüde okumakta olan oğluna. Arabası vardı onun. Arabayı ödünç alıp Talas’ın öbür yakasındaki Kırgızlara doğru yıldız gibi akmış. Yıldız gibi akıp giderken otobüse çarpmış…
Eskul aksakal, kestane dorusu kısrağa eyer vurdu. Üzengiye atar atmaz, sanki bunu bekliyormuş gibi, kısrağı