Nesipbek Dawtayulı

Yol


Скачать книгу

Aygırkişi’yi Kırgızlar alıp giderken neden yürüyecekleri yola upuzun yatıvermedi; “Oğlunun umuduna, inancına, kanadına neden balta vuruyorsun?” deyip Buldıy’ın yakasına yapışıp neden boğazına sarılmadı? Çok eskiden bunların bir batur dedesine avıldaşları sert bir tartışmada “Sen sürekli elim yurdum canın kurban olsun, hayatım feda olsun diyorsun; hadi bakalım, et kendini kurban…” deyince hiç düşünmeden keskin meçiyle kendisini boğazlayıvermiş. Bugün kim böyle yapabilir? Bunu hiç kimse yapmazsa, böyle yapmak aklının ucundan bile geçmezse, neticede herkes sadece kendisini düşünmeye başlarsa, birlikte yaşadığı öz eline yurduna düşmanlık edip kanına ekmek doğrarsa hayatın değeri, ne de itibarı kalır. Başkasını bir tarafa koyalım, kendisi hangi zalime karşı durmuş, hangi felaket için kan kusmuş, dertten iki büklüm olmuştu?.. Hayır… İçin için ağlamasına rağmen uzaktan dolanıp ıraktan öfkelenmekten başka ne yaptı?.. Gücenecekse kendisine gücenmesi gerek demek ki. Kendisine gönül koyması gerek… Birden kulağına hüzünlü bir ses geldi “Ömrünüz böyle geçecek olursa yalnızca Calgas ve Aygırkişi’yi değil bütünüyle kendinizi de, yitireceksiniz!” diyor ses. “İyi ümit ve emelin iyesi ile kutunu koruyamayan yurdun göreceği kıyamettir!” Aksakal irkildi. Zorla aklını toplayarak gözünü açmıştı ki… Aman Allah’ım!.. Aygırkişi’nin cansız bedeninden arka arkaya buram buram bulutlar çıkıp yüksele yüksele bütün gökyüzünü kapladı; kara gök yarılmışçasına şiddetli bir gök gürültüsünden sonra çakan tek şimşeğin ışığı bütün yeryüzünü aydınlattı, arkasından başlayan sağanaktan Eskul aksakalı çevreleyen âlem gözünü açamadan kalakaldı… Onun ardından… Ertesi günü halkın aklı çıktı. Mayıs ayında avılı apak kar bastı. Yüzü buz tutmuş. “Felaket bu!” dedi el. “Böyle bir şey gören var mı içinizde? Soğuk çaldı bu yıl her şeyimizi. Ne afettir bu?..”

      Ağızları açık kalan insanların hiçbiri hiçbir şeyi idrak edemedi.

      KÖKMOYNAK’TAN ÇIKAN HOCA NASRETTİN

      (Hikâye)

      Dün ikindiye yakın -semiz şişeğin etini kellesi ve paçasıyla birlikte toptan alarak- Asıravbay, Almatı’ya dünürünün evine varmıştı. Oğlu geçen güzden beri kaynatasının yanında duruyor. Gelini, dünürünün tek çocuğudur. İki genç düğün yapıp evlendikten sonra dünürleri “Yapayalnız kalakalacağız öyle… Çocukların evlenmesinden sonra senin, benim diyecek ne kaldı?.. Dünür, eğer esirgemezseniz iki genç şimdilik bizim yanımızda dursa…” diyerek gerçekten de ağlamsı hâlde umutlanarak konuşunca Asıravbay bir anda ne söyleyeceğini bilememiş ve oğluna bakmış, eskiden beri sadedil bir genç olan oğlu da başını eğdi. “Ağzını kırayım…” dedi içinden o vakit. “Şu hâlinle babanın seslenişine artık cevap vermezsin.”

      Dünürünü gün boyu kesin bir cevap için merakla bekleten Asıravbay, nihayet akşamleyin rızasını vermişti. Ayrıca oğlu dört beş yıldan beri bir bilim araştırma kurumunda çalışıyordu. Tam söylemek gerekirse merinos koyununun yününü daha da inceltmek için mi, kısaltmak için mi, işte öyle bir şey için araştırma yapıyor.

      – Hanımı da alıp gelseydiniz ya dedi, pahalı bir önlük giymiş olan güzel gözlü kadın dünür, sofra sererken.

      Kırkını geçtiğine kimse inanmaz, ipince beli, yusyuvarlak kalçası insanın gözünü okşuyor. Elin karısı böyle… Seninki gibi bacağı kısacık, kıçı fırlak değil.

      – Hanım dediğiniz… -Asıravbay’ın her zamanki gibi dili kaşındı.– Şöyle sizin gibi süzülerek yürüse ne âlâ dedi. Süzülüp yürüyemediğine göre kendi bedenim bile kendime yük olurken onu nasıl sürükleyeyim yanımda?

      – Aman, siz de deyip güldü kadın.

      – Dile getirsek de getirmesek de gerçek bu, dünür.

      O sırada kan ter içinde banyodan ev sahibi çıktı.

      – Geleceğinizi bilmiyorduk dedi. Bilseydik karşılardık. Telefon etseydiniz…

      – İlahi dünür, bizim Kökmoynak’ta ne telefonu! Doksanlı yılların hemen başında iç dış hırlı hırsızlar, demir teli şöyle dursun direklerini de düşman gibi kesip götürdüler.

      – Evet, avıl gördü göreceğini deyip cıgarasını tüttürdü dünürü. Öylece oturup biraz siyaset yaptılar. Öylece oturup avılın perişanlaşmasında suçu bulunan bazı adamların adı anıldı. Allah’ın cezası heriflerin hepsi de avılda doğup, sığıra it koşup avılda büyüyenler imiş. Sonra başlarına devlet kuşu mu kondu ne olduysa aygır binmediyse de at binen, belli mevkilere gelen dünkü kara ayaklı çocuklar, su isteyene süt veren avılın girdisi çıktısıyla ilgilenmez oldu.

      İki dünür avıl sohbetinin ocağına sırasıyla odun atarak gecenin bir vaktine değin oturdu. Asıravbay’ın bu gelişi Kökmoynak avılının durumu yüzünden. Keçe çadırın tepesindeki kırlangıç yuvası gibi Kökmoynak avılı da ırak yüksek dağlardan birinin yamacında yer alan küçük bir mekân. Buranın ne zamandan beri meskûn olduğunu kesin olarak hiç kimse söyleyemiyor. Bağımsızlıktan bu yana “tarih hastalığına yakalanıp” kendince yaptığı araştırmalar ilçe gazetesinde ara sıra dört parmak hacminde de olsa neşredilip duran bir resim öğretmeni vardı. Öğretmen her şeyi tespit etmek niyetiyle altmış evin kiminin dişi gedik, kiminin kulağı sağır kocamışlarını meşgul etmeye başlayalı on yıl kadar oldu. Hepsinin söylediği şu: Atalar bilmiyorsa… Atalar nerede? Atalar bir yana, bu ihtiyarların babaları, dedeleri de çoktan öbür dünyaya göçmüş. Ya Rabbi, öyleyse Kökmoynak’ın ne zamandan beri meskûn olduğunu şimdi kim araştırıp tespit edecek? Resim öğretmeni de hiçbir şey söyleyemediği için ilçe gazetesinin verdiği “tarih araştırmacısı” unvanını kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ancak Kökmoynak sakinleri son zamanlarda Kökmoynak’a ilk yerleşim tarihinin tespit edilmemesinden memnun gibiler. Düşünceleri şudur: Yılını, ayını hiç kimse bilmiyormuş; demek ki Kökmoynak kadimden beri var ve eskiden beri meskûn. Meskûn dedikleri de doğrudan kendi atalarının mekânı. Burada kaç nesil yaşadı, buradan kaç nesil geçti. Şu kargaşada, bu kargaşada kaçı Çin’e kaçtı, kaçı Türkmenistan’a ağdı. Her şeye rağmen Kökmoynak eli bitip tükenmiş, kuruyup soğulmuş değil. Ya Rabbi, burada bizim vazgeçemeyeceğimiz ne kaldı ki artık? Daha dün evlerimizin yanında sabah dağa bakıp bağıran, akşam eve bakıp böğüren hayvanlar nerede; yediden yetmişe kadınına kızına kadar merak ve zevkle bazen sinema bazen öğretmen konseri seyredilen kulüp çöktü; kütüphane ve sağlık merkezi kapatıldı; yıllarca ahaliyi sabahleyin tıka basa doldurup içini dışına çıkararak ilçe merkezine götürüp, akşamleyin aynı şekilde geri getiren çekirge yeşili otobüsün nereye kaybolduğunu soran hiç kimse yok; eski gibi dağdan aşağı hızla inen derin vadinin birbiriyle bağıra bağıra sohbet edenlerin sesinin bütün avılca duyulduğu iki yakası bütünüyle sessiz. Kökmoynak ahalisi gök yarılıp yere düşse de kımıldamaz yerinden herhâlde. Bir zamanlar Hruşşev’in küçük çiftlikleri birleştirip küçük yerleşimleri bir merkeze topladığında da Kökmoynak ahalisi yerinden kımıldamamış. O yüzden mezra yöneticisi zavallı Soltubay, parti üyeliğinden çıkarılmış. Ancak işin peşini bırakmamış, Moskova’ya kadar gidip üyelik kartını geri almış. Sonra taban patlatıp geri aldığı parti üyeliğini kutlamak maksadıyla avılda hayvan kesip dağıttığı, kökpar28 düzenliği için parti üyelik kartı tekrar alınmış… Asıravbay, Soltubay’ı çocukluğunda gördü. Her sözüne “eğer ki” diye başlardı; her şey için delil arayarak tartışmaya hazır, ateşli bir kişi idi, mübarek. Parti kartını