gitmiş ya da göçüp gitmiş olmalıydı; diğerleri şöyle dursun keklik sesi bile duyulmaz olmuştu. Buna rağmen Kencegazi bir umut, bir kuruntu uzun fitilli tüfeğini alıp ava çıkmıştı. O vakit çok geçmeden derince bir derenin dar bir yerinde duran argaliyi görmüş, sevincinden düşeyazmıştı.
Allah’ım, bu argali burada ne arıyor diye düşündü. Argali sürüsü yazın burayı yaylar, kışın daha ilk ayında Han Dağı’na göçüp giderdi. Hayır, bu gerçek mi? Gözünü kar ile silip tekrar tekrar baktı.
Argalinin böğründen bağırsağı dışarı çıkmış ve bir kuş kirazı dalına dolanmıştı. Güçten kuvvetten tamamen düşmüş olmalı ki dört ayağı dört yana yayılmış, başı da gökyüzüne dönmüş duruyordu. Bir şeyden çok ürktüğü belli oluyordu. Neden? Kencegazi sezdirmeden argalinin çevresindeki çukurlukları ve çalılıkları iyice gözden geçirdi. Küçücük bir kıpırtıyı bile fark eden avcının keskin gözüne sıra dışı hiçbir şey ilişmedi. Olsaydı da onun için fark etmezdi. Bağırsağı kuş kirazı dalına dolanmış, kendisi de bitkin düşmüş erkek argaliyi tek kurşunla yüzükoyun düşürdü. Hareketsiz upuzun yatan argalinin yanında geldiğinde attığı kurşunun, nişan aldığı gibi boyun dibinden girip üst çene kemiğini darmadağın ederek çıkmış olduğunu gördü. Bağırsakları ise kasıktan dışarı çıkmıştı. Bir argalinin kendi kendine böyle yaralandığını ne işitmiş, ne görmüştü. Kurşun değmiş de yarılmış dese bu yörede kendisinden başka avcı yok; kurt yaraladı, it daladı dese neden yemedi? Daha fazla kafa yormadı. Allah’ın verdiği nasibe delice sevindi, argaliyi yüzüp parçalamaya başladı.
– Allah işimizi rast getirse diyor karısı kederlenerek. Olur mu dersin?
– Hüzünlenme.
– Nihayetinde az da olsa yiyecek bir şeyimiz var. Bilhassa talkan… Göz aydınlığımızın canını saklıyor. Değirmenin sayesinde tabii deyip gözyaşını sildi kadın. Atamızın ruhundan razıyım iki cihanda da.46
Evet, Arkarlı Geçidi’ne ilk değirmeni yapan Kencegazi’nin dedesiydi. Değirmen, çayın çağlayarak aktığı derin dar boğazın ta başında. Vaktiyle mübarek adam, onların şu anda gelmekte oldukları başı nereye başlayıp sonu nerde bittiği meçhul bulunan dağ kıranının öbür yanındaki Rus zenginine birkaç yıl çalışmış. Para kazanıp avıla dönerken kendisi gibi ırgat olan Ruslardan biri peşine takılmış. Av meraklısı imiş. Arkarlı’da argali kaynadığını öğrendiği günden itibaren “Giderken beni de birlikte götür.” diyerek yanından ayrılmazmış. Ayrıca usta imiş. Elinden gelmeyen iş yokmuş. Çay kıyısındaki avılın baş tarafına değirmen kurmayı öneren de o imiş. Ondan sonra geçidin falan koyağındaki, filan koyağındaki el, aşlık öğütmek için yerin dibindeki Köktal’a yortmadan aşlığını buraya getirip safa sürmüş. Babadan oğluna miras fehvasında değirmencilik bunların mesleği hâline gelmiş.
O Rus’tan dedesi avcılığı da öğrenmiş. Ondan babası, babasından kendisi…
– Arkarlı önceden göğe yakın gibi görünürdü diyor erkek, o yana doğru bakarak. Şimdi… Apalçak sanki. Üstümüzde uçup geziyor gibiydi…
– Tanrı’ya ne kötülük ettik diyor karısı. Ne ettik!
– Öyle deme.
– Öyle ise kimden bu? Nihayet birinden değil mi bu kıtlık?
– Tamam, yürüyelim deyip erkek, fitilli tüfeğe dayanarak yerinden kalktı. Gel, çocuğu sarayım sırtına.
Biraz yürüdükten sonra yoldan biraz ırakta bir öbek kamış göründü.
– Arasında sülün olur dedi erkek. Bir bakıp gelsem iyi olurdu lakin yalnızca üç fişek var, dahası saçma değil, tek kurşun. Bununla uçan kuşa isabet ettiremezsin. İsabet ederse bile parça parça olur.
Kadın karşılık vermedi. Herkes kendi düşüncesine dalmış, kımıl kımıl ilerliyor. Erkek, karısının it canlılığına hayret ediyor. Ayaklarına o kadar yük binmesine rağmen hareketi çevik. Sırtında çocuk, ara sıra ala heybeyi de alıyor eline. Keşikleşe taşıyalım diyor. “Kadını erkekten ayıran özellik, gücünün tükenmemesidir.” derdi babası. “Çünkü kadın gücünün kaynağı ana sütüdür.” Bu söze çok önem vermemişti. Sözün anlamını açlık boğazına yapışınca anladı. Konur argaliyi vurduktan sonra biraz hastalanmıştı. O vakit evin bütün işini hiç aksatmadan yapan karısıydı. Dağdaki çalıyı kesip odun etti, değirmenin diplerindeki aşlık kalıntılarını eliyle toplayıp savurdu, kuruttu, kavurup çekerek talkan yaptı. Çocuk da var bir yandan. Çamaşır yıkama, yemek pişirme… Kendisine böyle bir kadın nasip ettiği için Allah’a binlerce şükrediyordu. Evet, gerçekten de onu kendisine Tanrı armağan etmişti.
Bunların değirmenine çevredeki avılları bir yana koyarsak başının nerede başlayıp ayağının nerede bittiğini bilmedikleri dağ kıranından da hatta onun öbür yanındaki çıplak bozkırı geçerek büyük yolun boyundan da Kazaklar deve deve aşlık getirip un edip götürürlerdi. İşte karısıyla o zaman tanışmıştı. Bir seferinde aşlık öğütücülerin yanında genç bir kızın da gelmesine hem babası hem de kendisi şaşırmıştı. “Büyük yolun boyundaki istasyonda at arabacısı adamın yeğeni” demişti gelenler. “Kız çoğunu neden aşlık öğütmeye gönderiyor?” demişti babası. “Allah kendisine oğlan çocuğu vermediyse ne yapsın?” “Neden kendisi gelmiyor?” “At arabacısıdır. Kazadan oraya buraya mektup ve haber taşıyanları karşılayıp uğurlar kendisi.”
O vakit görenler kızın gayretine hayret etmişlerdi. Aşlık dolu her boy çuvalı erkeklerle birlikte kaldırıp indirirken “Ya Rabbi, Kalmıklarla47 savaşılan zamanda doğmuş olsaydı her baturla teke tek vuruşmaya çıkacak kızmış bu.” deyip şaşırmışlardı. “İp gibi uzun ve zarif bir vücuda sahip kurban olduğumun güç neresinde acaba?”
İkisi de birbirinden hoşlanmış, babası istasyondaki arabacıya gidip kızı istemiş, böylece hayatlarını birleştirmişlerdi çok geçmeden. İkisi de böyle bir mutluluğun ardından bir anda her yeri kasıp kavuran bu açlık ve kıtlığın geleceğini bilmiyordu elbette.
Kamış öbeğinin yanından geçip giderken… Oradan çıkıp beri doğru gelmekte olan üstü başı perişan üç karaltı gördüler.
– Aman Allah’ım, şunlara bak dedi karısı korkulu bir sesle.
– Gördüm.
– Arkamızdan geliyorlar… Nedir bu?
– Bizim gibi insanlardır.
– Lime lime… Korkuyorum…
– Yürüyüverelim, korkma.
Arkalarındakilerin yürüyüşleri gerçekten de kötü idi. Usul usul yaklaşıyorlardı.
– Hey, durun bakalım! Hırıltılı ses kesik kesik ulaştı kulaklarına: Sağ kalmak istiyorsanız çocuğu bırakıp yolunuza devam edin.
– O da ne? Kadın korku dolu gözlerle kocasına baktı. Ne diyor bu, eyvah!
Hemen kaçıp uzaklaşacak güç nerede!
– İşittin mi? Kadının sesi çok telaşlı idi.
– İşittim.
– Yavrumuzu ne yapacaklar?
– Sen yürümeye devam et dedi erkek karısına. Durma. Yürüyüver.
– Ya