yüzlü yiğidi, Taştimir önce beğenir gibi oldu, fakat çok geçmedi, onun bu düşünceleri paramparça oldu. O beton kütlelerin demir bağlarına çelik halat bağlanan kancaları indiren genç yiğide kaba bir şekilde söve söve, bağırmaya başladı.
– Sen niye, çişini tutamayan biri gibi, gözünü açmış duruyorsun? Çapraz bağlamışsın halatları falan! Değiştir yerlerini!…
Taştimir birden kızan vinççiye şaşkınlıkla baktı. Biraz önce ona gülümsüyor, onunla güler yüzle konuşuyordu iki yüzlü.
– Hey, delikanlı, senin adın ne? – Taştimir’i niye sorduğunu kendi de tam olarak bilmiyordu. O çabuk bozaran yüzünü çevirdi, öfkesi daha yatışmamıştı.
– Saman şapka! – diye istihzalı gülümsedi onu kastederek. Ama yük arabasının şoförüyle dalga geçilmeyeceğini çabuk anladı. Onun bugün yoluna taş yağsa da, Tavlıkay’a gitmesi gerekti. E, başkanın verdiği iş de hâlâ tamamlanmamış. Bunun için bu şapkalı övüngecin de bir sefer yapması gerek ilçe merkezindeki beton fabrikasına. Ya nerden irtibat kurdular bu kolhozla. Betondan sebze deposu inşa edilmesi gerekiyormuş. Tabi başkanlar daha iyi bilir, onlar daha önceden görüyor. Aman yapsınlar. Bu başkanları cömert davranıyor… Böyle düşündü vinççi delikanlı da, çabucak yüzünü değiştirip:
– Niye, benim adımı sanımı bilmezsen, üzülecek misin, – diye şakaya çevirmeye çalıştı. Taştimir seslenmedi. – Baygildi, Baygildi diye kızmayı seviyor amirler…– diyerek hızlıca laf soktu araya.
Taştimir bu düşüncesiz, dar kafalı, dalkavuk delikanlıya daha önce bir iki kez rastlamıştı sanki arazide, ama bir insanı nereden tam olarak bilebilirsin ki. Bunun için de yine sinirlendi.
– Baksana Baygildi, bu yardımcı delikanlıyı öyle kötüleme! İşe kendi yanına aldıysan, güzelce, sakin sakin öğretmek gerek. Adın Baygildi olsa da buraya zengin olarak gelmemişsindir herhâlde?
Yaklaştığını gören yardımcı, Taştimir’e saygıyla baktı, ama başını eğip çalışmasına devam etti. Baygildi kızacak gibi oldu.
– Hey sen, dönüşlerde dikkatli ol, – dedi o tehdit ederek. – Ne söylesen tamam, benim yardımcım… O vincin üstte olan bölümünden zıplayıp indi, avuçlarını birbirine vurup, makinesinin kapısını açtı. Bir beze elini sildi ve bir sigara alıp yaktı ve kabinin kapısını şak diye kapattı. Renksiz gözlerini çevirip baktı ve yavaşça makinenin pedalına basıp onları gözetleyen Taştimir’e yakınlaştı. Vücudu heybetliydi yiğidin, yumrukları da suyın38 gibi iri görünüyor. Bunun dışında Taştimir’den daha uzun. Kısacası pek çok şeyi görmüş olmalı bu dünyada Baygildi. Sigara içmekten sararmış iri dişler, balta ile dikkatsizce yontularak yapılmış gibi alık bir yüz, yayvan bir dudak… En acayibi… onun su rengini andıran gözleri. Onlara bakıp bu yaşı otuza yaklaşan delikanlının ne düşündüğünü sezmek mümkün değil. Dudakları gülümsese de gözleri soğuk kalıyordu.
Baygildi’nin yaklaştığını sezip, Taştimir de yere zıpladı. Çok genç olmasına rağmen, gayretli de görünüyordu o, vinci yanında. Omuzları geniş, gövdesi de habantoy39da güreşen kişininkine benziyor.
– Sen ne yani, küçük bıyıklı; ağabeyine mi öğretmeye çalışıyorsun? – Çok cesur davranıp kubararak yaklaşan Baygildi’nin hevesi kaçsa da, düşündüğü sözü söylemesi gerektiğini hissetti.
Taştimir, her zamanki gibi, gülümsüyordu. Bak sen ona, bıyığına da takılıyor bu vinççi yiğit.
– Ağabeyler biraz bağdan kurtulduğunda düzeltilmesi zor değil, – dedi Taştimir, burnu altındaki bıyığını düzeltmeyi de unutmadı.
İkisi de birbirine sınayarak baktı. Sonra galiba, Baygildi şoför delikanlı ile işi ilerilere götürmemesinin hayırlı olacağını anladı. Bundan sonra:
– Niçin acele ettirdin? – dedi, kaba davranmaya çalışarak.
Taştimir onun gözlerine bakarak konuştu:
– Çok tembellik yapıyorsun, ben şimdi arabayı kontrol ettirmeliyim.
– Buraya bak. Kiminle ortak bu yer?
– Ortaklığa ortak değil de. Benim bir pınarın yanında radyatörün contalarını söküp değiştirmem gerek.
Tavlıkay’a gitmek için acele eden Baygildi birden öfkelendi.
– Bekle, bekle niye şimdi radyatörü sökeceksin? Şimdi yine bir sefer yapman gerek. Niye ben seni bekleyip de yarına kadar yatayım mı yani bu cehennemde?
Taştimir onun kendisini de rahatsız eden yerini fark edebildiğine sevindi. Bunun için dalga geçmek istedi.
– Sen, daha kaynanalı olmaya da yetişiriz, dedin!… – Vinç-çinin dişlenen, biraz da kabuklanmış dudaklarını görüp ekledi. – Şey, kaynanan ile öpüşmemişsin galiba? Ha-haa…!…
Baygildi kastı anladı. Yumruk salladı.
– Çok söylenme!
– Sen söylediğin için söylüyorum.
– Yani, dil bu… Tabi olsa da olur. Birazdan, bizim ekibi oraya taşımak gerek. Yukarıda şöyle bir haber dolaşıyor. İşletme başkanı söyleyip durdu diye, şef dün söyledi.
– Burada neyi kurutacak, pınarları mı yani? – Taştimir dayanamadı, kaşlarını çatıp, kahkahayla güldü. Baygildi bunu beğenmedi. Genç yaşında etrafını sarsıyor bir de.
– Niye ağzını ayırıyorsun?
Taştimir de gülmeyi kesti.
– Kendin söyledin ya şimdi, – o gülümsüyordu hâlâ.
– Sen bizde çoktandır mı çalışıyorsun? – Baygildi, ona doğru bir iki adım attı.
– Çoktandır. Önce daha büyük bir şirkette çalıştım. Şimdi burada makineli seyyar bölümde çalışıyorum. Yakında bir yıl olacak.
– Yıl? Ha-ha!… Çokmuş bu… Öyleyse neden ben seni daha önce görmedim?
– Ben seni görmüştüm.
– Dalga geçmek istiyorsun, sümüklü burun!
– Ya, söyle hadi, bizim PMK’nın merkezi nerede?
– İşimbay’da; dostum. Şubesi Tavlıkay’da.
– Biliyormuşsun! E, sen bu taraflardan mısın?
– Ne bu, sorguya mı çekiyorsun?
– Yok dostça; merak ediyorum.
– Öyleyse söylüyorum: Ben de bu İşimbay’danım.
Baygildi biraz sessiz durdu. Ondan sonra dile geldi.
– Hadi gerçekten mi, ismin ne?
– Taştimir.
– Gerçekten de Taştimir arkadaş, şimdi sen söyleyince düşündüm de bu dağ taş arasında niçin bataklığı kurutmamız gerekiyor ki? Yüzşişme etrafını ben iyi biliyorum, çok dolaştım. Pınarları sayısız elbette söylemeye gerek yok.
– Şey, gerçek bir haber mi veriyorsun yoksa?
Onlar sakin bir şekilde konuşmaya başladı..
– Şey yani, işyerinde böyle bir haber dolaşıyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz mı diyorlardı?
– Orası öyle. Sadece ben işitmedim. Bu ilçede işi yoluna koyup, dönmem gerekiyor çabucak. PMK’nın