konumlanmasında önemli bir etken olmuştur.
Her çocuk toplumsal yaşama uyum sağlama sürecinde bir takım sorunlarla karşı karşıya kalır. Adaptasyonu şart koşan ve yaşaması için olanak sağlayan bir dünyayla karşı karşıya kalan çocuk, içgüdüsel ihtiyaçlarını karşılamada aşılması gereken engeller yüzünden tökezler.107 Çocuğun yaşadığı bu anlar, onun erken yaşta bilinçlenmesine ve hayatın zorluğuna karşı kalkan oluşturmasına neden olur. Dünyayla yüzleşmek ya da içinde yaşadığı çevreye uyum sürecinde çocuğu koruyan bir ailenin varlığı onun hayata tutunmasında ana etkendir. Ailenin verdiği huzur ve mekânın dinginliği çocuğun varoluşunu konumlandırmasında, kendini keşfetmesinde önemli rol oynar. Kasımbekov’un öykülerine bakıldığında kahramanların büyük çoğunluğunun kendini arayan çocuk karakterler olduğu görülür. Bu karakterlerin dış dünyanın zorluğu karşısında tökezlediği anlarda ailenin varlığı onları ayakta tutan bir dayanak olur. Yetim öyküsünde de yuvanın çocuğun gelişiminde ve hayata tutunmasında önemli rolü vardır.
Kasımbekov’un öyküleri arasında yuvanın insan psikolojisi üzerindeki etkisinin en çok görüldüğü öykü olan “Yetim”de içinde bulunduğu evde sıkılan/bunalan Kökö’nün doğduğu eve olan hasreti işlenir. Kökö’nün yaşadığı ev fiziki olarak öyküde, fazla tasvir edilmez; ancak başkişi üzerindeki olumsuz etkisi her yönüyle ele alınır; “Çoro, sarhoş halinde çocuğun kafasını koltukaltında tutarak birkaç defa tokat attı. (…) Kökö’nün gözyaşları sel oldu. Gözlerinden yaşla beraber zehirlerini de çıkardı. Bunların sadece kendilerine de değil evebeynlerine de küfür etti” (H.Y.: 9-10). Evin koruyucu, sağaltıcı etkisinin kaybolduğu bu kaos anlarında Kökö kendine yeni bir sığınak arar. Yetim büyümenin zorluğu altında ezilen küçük çocuk, öykünün yozlaşmış karakteri Çora’nın eziyet ve hakaretleri karşısında yitip gitme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Çocukluğun bu en hassas döneminde dönüştürücü unsur olan sevgi eyleminden uzak kalan Kökö, yuvanın getireceği sıcaklıktan da mahrum kalır.
Mekânın insan ruhu üzerindeki sağaltıcı etkisinden uzak olan Kökö, içinde bulunduğu yuvaya yabancılaşır ve kabuğuna çekilir. Kendini konumlandıramayan ben görüngüsüyle Kökö, yuvanın verdiği huzur ortamından da hızla uzaklaşır. Deneyimlediği kötü olaylar, onun yaşadığı evle yakından ilgilidir. Ailesini küçük yaşta kaybeden Kökö, teyzesi ile yaşamak zorunda kalır. Ancak teyzesi ve dostu Çoro, ona olmadık eziyetlerde bulunurlar. Yuva/ev’in bilinçlilik hali üzerindeki etkisi farklı mekânlarda açığa çıkar. Başkişi Kökö, yuva/ev değiştirince geçmişin kuşatıcı/yıkıcı etkisinden kurtulur. Yıllardır eksiklik duyduğu anne ve baba sevgisini Rayımcan ile Şirin’nin kucaklayıcı yönüyle gideren başkişi, mekân değiştirerek artık kendi içine oturur. Çünkü mekânın içtenlik veren hali bireyin ontolojik eksikliğinin giderilmesinde de önemlidir. Yuva/ev artık onun için açık/geniş mekân olmuştur.
Öyküde ruhsal değişimle paralel olarak tasavvur edilen yuva/ev, bireyin farkındalık yaşadığı içtenlik mekânı olarak gözlenir. Kökö, hayatını olumsuzladığı teyzesi Şeki’nin evinden, Rayımcan’ın evine geçerek huzura kavuşur. İnsani değerlerin anlam kazandığı ev, kaosun kozmosu olarak bireyin varoluşsal açıdan kendini gerçekleştirdiği mekân olarak görülür. Toplumsal iletişimsizlik ve yabancılaşma karşısında kendi olma duygusundan uzaklaştırılmak istenen birey, evine sığınır; çünkü ev “insanın direnişidir.”108 Öyküde, yetim kalan Kökö’nün mekânsal anlamda yaşadığı darlık ve sıkıntı ev değişikliğiyle bir direnişe dönüşür. Sığındığı Rayımcan’ın evi bu direnişin somut görüngüsüdür. Hayatın çoğunlukla acı yönünü deneyimleyen Kökö, düşleminde tasarladığı sıcak yuvaya ve aile sevgisine, yeni evinde kavuşur. Ev, bu noktada bireyin kendi edimini gerçekleştirdiği ruhsal bir barınaktır.
2.2.2.2. Sevgi
Hayatın sıradanlığından sıkılan ruhun niteliksel bir kavrayışla kendi içine yönelten sevgi edimi öyküde değişimin aydınlık yüzü olarak yer alır. “Yetim” öyküsünde sevgi, başkişiyi gerek geçmişin dehlizlerine götüren bir özlem unsuru gerekse onun hayatını biçimlendiren bir dönüşüm nesnesi olarak sağaltıcı yapısıyla görülür. Annesini ve babasını kaybeden başkişi Kökö, öykü zamanından öyküleme zamanına giderek geçmişini, hiç görmediği babasını ve annesini anımsar; “Rayımcan amca çok iyi birisiymiş. Peki, benim babam. Babam çok iyi biridir. Canım babam, anneciğim… Canım annem…” (H.Y.: 22). Anne ve babasını kaybeden Kökö için sevgi, geçmişe duyulan özlem şeklinde tezahür eder. Hiç görmediği babasıyla düşleminde bütünleşen Kökö, küçük yaşta kaybettiği annesinin eksikliğini teyzesinden gördüğü eziyet sonucunda daha derinden duyumsar. Mitik bir çağrı olan sevgi, Kökö’nün bilinçaltını harekete geçiren bir yönelimdir. Sonsuzluğa uğurladığı anne ve babasının yokluğunda yaşadığı kötü olaylar, Kökö’nün geçmişe daha bir özlemle bakmasına yol açar. Anne ve baba sevgisinin yitimi, bireysel olarak hayata tutunamamasında başat unsurdur. Bu perspektifte öyküde sevgi eksikliğinin yarattığı travma daha çok kendini hissettirir.
Sevgi, bireyi tinsel anlamda daha üst noktaya taşıyan yeniden doğuş imgesi olarak öyküde başkişinin kabuğunu kırmasına ve farkındalığına da zemin hazırlar. Başkişi Kökö, sevgi/sizlik sonucu kişilik eksikliği yaşar ve ahlaki erdemlerinden yoksun olarak yaşamını sürdürmeye mahkûm edilir. Ancak Rayımcan ve ailesinin sevgisi onu sağaltan, dönüştüren bir değer olarak öyküde hissedilir. Rayımcan, Kökö’yü evlerine getirir, üstünü temizler ve karnını doyurur. Yıllarca sevgiden mahrum kalan yetim ise, bu ilgi karşısında gözyaşlarını tutamaz; “zavallının kalbini acımasız bir el sıkıştırıyordu sanki. Gözleri doldu. Ne yapsın zavallı kirli elleriyle gözyaşlarını sildi. Ağlama yavrum! Ne ağlıyorsun. Sen koskoca adamsın artık yakışır mı sana! diye Rayımcan çocuğun göz yaşlarını peçeteyle sildi, çenesinden tutarak başını kendisine çekti” (H.Y.: 21). Yaşadığı dram dolu hayatın ağırlığı karşısında ezilen, varlık alanı yok sayılan Kökö, Rayımcan ve ailesinin sevgisiyle hayata döner. Sevgi, kişinin yaşamın dışarıdan gelen her türlü saldırısı karşısında sığınağı olur. Kökö de yaşadığı hayatın dış tehditlerine karşı Rayımcan ve ailesinin sıcak yuvasına sığınarak korunur.
Yetim kalmanın ağır yükü yanında Şeki ve Çoro’nun acımasızlığı ve eziyetleri karşısında kişilik bozukluğu yaşayan Kökö, ailenin kucak açmasıyla bambaşka biri olmaya ilk adımı atar. Erich Fromm“Sevgi ilk önce vermektir, almak değil.”109 der. Rayımcan ve ailesi yetim bir çocuğa kucak açarak yani “sevgilerini vererek” sevgi edimiyle çocuğun tinsel doğuşunun gerçekleştirmesine zemin hazırlarlar. Yıllardır yaşadığı kötücül olaylar ve kayıplar onun hayattan soğumasına yol açarken bulduğu aile sıcaklığı karşısında hayata yeniden tutunur. Sevginin biçimlendirici ve dönüştürücü gücüyle değerler dünyasında kendine yer açan Kökö, ontolojik olarak evrende kendine yer bulur.
2.3. Bozkurt
2.3.1. Öyküde Yapı
2.3.1.1. Öyküde Bakış Açısı ve Anlatıcı
2.3.1.1.1. Tanrısal Bakış Açısı ve Anlatıcı
“Bozkurt”110 öyküsünde entrik kurgu tanrısal bakış açısı ile kurgulandırılır. Bu bakış açısında