Öyküde Mekân
2.3.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar
Öyküde mekân başkişinin var olma edimini yaşadığı dış dünyanın acımasızlığı dolayısıyla, kendisi ile yüzleştiği anların somutlaşmasını sağlar. Başkişinin bir “kurt” olması ve yaşamının bir gereği olarak avlanma ihtiyacı, kart karakter çoban “adam”la yüzleşmesini gerektirir. Öyküde bu yüzleşmenin gerçekleştiği çevresel mekânlar, Kırgız bozkırının uçsuz bucaksız düzlüğüdür. Algısal mekân ise, kurdun ini ve çevresidir. Bu bakış açısıyla, öyküde mekân daha çok dar/kapalı mekân olma özelliği gösterir. Kurdun ininin çoban “adam” tarafından basılması ve eşi dişi kurdun katledilip, yavrularının kaçırılması geniş/ferah mekânı labirentleşen bir mekâna dönüşür;
Bir gece, gökyüzünün doğuda kül rengi almaya başladığı vakitlerde bozkurt sırtında bir koyun gövdesiyle inine doğru aceleyle yol aldı. Onu takip eden yoktu, ancak ilerde bir yerlerde sanki dipsiz bir uçurumun derinliklerinden geliyormuşçasına dişi kurdun boğuk uluma sesleri duyuluyordu. Uluma sesleri gittikçe yaklaşıyor, sanki dişi kurt ona doğru yaklaşıyordu. Hüzünlü uluma sesleri bir azalıyor, bir kuvvetleniyordu. Bozkurt kötü bir şeyin olduğunu hissedip yorgunluğuna aldırmadan atıldı ileriye. (s. 104)
Öyküde gerilimin arttığını gösteren bu bölüm, öykünün en dramatik sahnelerinden biridir. Bu anlar, başkişi için mekânın darlaştığı, soyunun yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığının görüntüsüdür. Yazar anlatıcı, öyküde mekânın başkişi ve yavruları için nasıl labirentleştiğini olumsuzlamalardan yararlanarak ifade eder; “analarının karnı ardından yaşadıkları in bile kendilerine dar gelen yavrular karanlık çuvalın içinde boğulacak hale geliyorlar, çuvaldan kurtulabilmek için çırpınıyorlar, keskin bir sesle bağrışıyorlardı.” (s. 99) Varlık alanları tecavüze uğrayan ve hayatları ellerinden çalınan kurt yavruları, yaradılış gereği özgür olma deneyimini yaşayamazlar. Yaşadıkları in”in darlığından sıkılan ruhları, çuvala kapatılmayla daha da sıkılır. Adler’e göre, “özgürlüktür ki, güçlü insanlar çıkarır bağrından; baskı ise öldürür, yıkıma sürükler insanı”117 ve aynı şekilde kurtların da özgür yaşamları ellerinden alınarak, yıkıma sürüklenirler. Bir savunma, korunma içgüdüsüyle inde yaşama zorunluğu içinde olan kurtlar, insanoğlunun acımasız yüzüyle karşılaşmış, içinde bulundukları yaşam alanı bir anda cehenneme dönüşmüştür.
Hayatı deneyimleyen başkişi için mekân öykü boyunca darlaşır, yaşamın kötücül anlarına göndermede bulunur. Onun var olma ediminin önüne set çeken çoban “adam”, eşini ve üç yavrusunu öldürmüş, son yavrusunu da kamçılayıp ağaca asmıştır. Mekân onun için öykü boyunca kuşatıcı bir seyir izler. Sıradizimsel olarak “in-bozkır-avlu”, başkişi için labirentleşen mekâna dönüşür; “bozkurt usulca girdi avluya. (…) sevincinden ordan oraya sıçrayan yavrusuna doğru yavaşça ilerlerken birden aşağıya bir yerlere yuvarlandı. Düştü. Bir yandan hırlıyor, bir yandan da ayaklarını kaldırmış yukarıya doğru tırmanmaya çalışıyordu.” (s. 107) Bozkurdun içsel geriliminin tırmandığı bu anlarda mekân da yıkıcı, kuşatıcı özelliğiyle görülür. Kuyu metaforu, varolma savaşı veren kurdun hayatla ölüm arasındaki savaş alanının göstergesidir. Kurdun düştüğü kuyu, onun ve yavrusunun ontolojik olarak var olmasının önünde engel teşkil eder. Yusuf’un düştüğü kuyu gibi, kuyu dar bir mekâna dönüşmüş, başkişinin yok olma sürecini hızlandırmıştır. Kuyudan kurtulmak için çırpınıp duran bozkurt, kurtulamayacağını anlayınca çaresizlik içinde ölümü bekler. Çatışmanın yoğun olduğu bu bölüm, kendilik değerleri hiçe sayılan kurdun varolma savaşını gösterir ve çoban adamın yozlaşmış kişiliğini de gözler önüne serer. Kasımbekov, mekânın insan ruhu üzerindeki etkisini kurdun yaşama savaşıyla betimler. Yaratılış itibariyle bir hayvan olsa da; kurt, hisleri ve annelik içgüdüsüyle yavrularını kurtarmak için ölüme atılmasıyla çoban adamdan daha onurlu bir mücadele içinde olduğunu gösterir.
2.3.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar
Öyküde mekân daha çok dar/kapalı mekân olarak kullanılır. Bireyin içsel oluşumunun hazırlayıcısı olan açık/geniş mekânlar, öyküde başkişinin insan ırkının acımasızlığıyla daha tanışmadığı anların göstergesidir. Öykünün başkişi olarak betimlenen “bozkurt”, hayatının devamı için avlanmak zorundadır. Karşısına çıkan koyun sürüsü onun için kolay avdır. İçtenlik mekânına dönüşen bu anlar kurdun soyunun devamının hazırlayıcısıdır; “bozkurt iyice coşmuştu. Birkaç sıçrayıştan sonra kendini koyunların arasında buldu; artık kendini tutamıyor, gözlerini kapatıp keskin dişleriyle önüne çıkan bir şeyi kapıyor ve bir şeyler yanı başında yere yığılıyordu. Bir hamle daha ve bir av daha soluksuz yere yığıldı.” (s. 95) Vahşi yaşamın gereği avlanarak yaşamını devam ettiren kurdun bu zamanları henüz ölümün acı yüzüyle karşılaşmadığı anlarla sınırlıdır.
Başkişi için öykünün ilerleyen bölümlerinde olumsuz anlara şahitlik eden mekân olan ini, yavrularının dünyaya gelişiyle içtenlik mekânına dönüşür; “aradan günler geçti. Dişi kurdun karnı iyice sarkmaya, memeleri kabarmaya başladı. Hareketleri ağırlaşmış, eskisi gibi koşamaz olmuştu. Son günlerde ise neredeyse hiç çıkmıyordu ininden. Ve güzel bir günde dört sevimli kurt yavruladı” (s. 104). Aile olmanın gereği olan yavruların varlığı insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da sevinç kaynağıdır. Yavrularının dünyaya gelmesi ile bozkurt ve dişi kurt için dar ve küçük olan inleri birden genişleyerek içtenlik mekânına dönüşür. Öyküde açık/ geniş mekânlar sadece bu anlarla sınırlıdır. Çünkü insanoğlunun acımasızlığı yazar anlatıcının özellikle üzerinde durduğu çıkarımdır. Yaşamını devam ettirme uğraşında olan bu kurt ailesinin soyunu yok eden çoban “adam”, mekânı onlar için cehenneme dönüştürmüş ve yaşamlarının buradalığını sonlandırmıştır.
2.3.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası
2.3.1.4.1. Öykü “ben”inin Görüngüsü: Bozkurt
Öyküde, kişiler düzleminde başkişinin ve yavrularının hayatta kalma mücadelesi ve “öteki”ni temsil eden çoban “adam” ile bozkurt arasındaki mücadele konu edilir. Öykü “ben”i bozkurt, yazar anlatıcının öyküde “başkişi” olarak kurguladığı bir karakterdir. Türklerde önemli yeri olan kurt, sembolleşerek anlatının merkezine alınmıştır. Kurgusal olarak Cengiz Aytmatov’un Dişi Kurdun Rüyaları romanının başkişisi olan dişi kurt Akbar’ın kaderiyle metinlerarası olarak benzerlik gösteren öykü, kurdun soyunun insanlar tarafından nasıl tüketildiğini anlatır.118 Ancak öykü simgesel olarak değerlendirildiğinde tüketilmek istenen aslında Türk halklarının soyudur. Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan sonra uygulanan böl-parçala-yönet siyasetiyle Türk devletleri özlerinden uzaklaştırılmak amacıyla dilleri, dinleri, kültürleri yönünden baskı altında yaşarlar. Tam bağımsız olamama durumunun getirdiği siyasi ortam Türk halklarını “Ruslaştırma” anlayışının ürünüdür. Ruslaştırma ile kurdun köpekleştirilmek istenmesi aynı düşüncenin ürünüdür.
Kurt, Türkler için önemli bir semboldür. Türeyiş, yaradılış gibi birçok destandan Türklerin kurttan türedikleri söylenmiş,119 kurt motifi nesilden nesile söylencelerde yaşatılmış, günümüzde ise roman ve hikâye gibi