Samet Azap

Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser


Скачать книгу

anlayışı çoban adamın davranışlarıyla benzerlik gösterir. Gücü temsil eden çoban adam savunmasız yavruları inlerinden kaçırarak onları yok etmek için önce asıllarından uzaklaştırmak yani kurtluk duygularını yok etmek ister. Sovyet Rusya’nın Türk halklarının alfabe ve dilini ideolojik baskı altına alarak onları kölerinden koparmak ister. Asıllarından uzaklaştırılmak istenen Kırgız halkı da diğer Türk halkları gibi kimliksizleştirme siyasetine maruz kalır. Yaşanan her türlü ideolojik baskı ve robotlaştırma anlayışı Kırgız halkını tarihselliklerinden uzaklaştırarak Türklük duygularının yok edilmek istenmesindendir. Türklük duygusunun yok edilme düşüncesi Sovyetlerin yıllardır yürüttüğü ötekileştirme siyasetinin ürünüdür.

      Yazar anlatıcı, tiranlaşan insanlar için kullandığı ifadeler çobanın ve yanındaki köylülerin ötekileştiğini gözler önüne serer. Kuyuya düşen bozkurdun iç monologla konuşturan yazar, “yukarıdaki iki ayaklı vahşilerden kurtulmak neredeyse imkânsızdı artık.” (s. 110) söylemiyle insanoğlunun değerlerini yitiren bir vahşiye nasıl dönüştüğünü anlatır. Çobanın kurdu köpekleştirerek onun asaletini, geçmişteki kurtluk duygusunu yok etme isteği, diğer figüratif karakterlerin sözlerinde de görülür; “kurdu ehlileştiremezsin. Vursak şunu daha iyi olurdu.” dedi biri. “Hayır. İşte şuradaki kancık gibi af dileteceğim ona. Şu itten bir farkının olmadığını kanıtlayacağım.” (s. 110) dedi adam. Ancak öykü boyunca asaletin simgesi olan bozkurt, Türk halkları gibi asimile edilmek istense de ölüm anında bile direncini, kurtluk duygusunu, cesaretini kaybetmez. Canlı canlı derisi yüzülerek ölüme terk edilen bozkurt, ötekileştirmeye karşı dik durmanın sembolü olmuştur; “(…) deriyi nerdeyse soymuşlar sadece burun kısmı kalmıştı. Adama bozkurdun gözyaşını görememenin verdiği öfkeyle bütün gücüyle çekti deriyi. Bozkurt yine en ufak bir inilti sesi çıkarmamış, gururunu yitirmemişti. (s. 111) Canlı canlı bir hayvanın derisini yüzecek kadar vahşileşen çoban ve yanındaki yozlaşmış tipler toplumsal bir körleşmenin öne sürümüdür. Hayvanın gözünden bir damla yaş gelmesi için hızla deriye asılan çoban adam, zamanın ötekileşen havarilerden bir farkı olmadığı izlenimi verir. İçindeki şiddet dürtüsünü saldırganca “yıkıma uğratma amacı taşıyan”130 hareketlere döken çoban adam, kurdun yaşamını sonlandırarak kendi insani erdemlerinin yıkımını da hazırlar. Çünkü insan ancak insani öze uygun davranışlar sergileyerek anlamlı bir hayat yaşar. Kendisiyle ve çevresiyle çatışma içinde olan insanlar hayatlarını cehenneme dönüştürürler.

      Mankurtlaştırılma sürecinde belleği tahrip edilerek çeşitli işkencelere maruz kalan birey, yok oluş sürecinde kendilik değerlerinden uzaklaşır. Ancak öyküde bozkurt bu süreçte, yenilmemiş, köpekleştirilmek istense de aslından uzaklaşmayarak dik duruşla ölümü tercih etmiştir. Toplumlar ideolojik baskı altında kaldıkları anlarda ya kitlesel bir uyanışla buna karşı koyar ya da boyun eğerek yok oluşlarını hızlandırırlar. Bozkurt da kurtluk duygusunun yok edilmek istenmesi karşısında duruşunu değiştirmemiş, yazarın söyleyişiyle “gururunu yitirmemiştir.” (s. 111) Bozkurdun kurtluk duygusundan uzaklaşmaması ile Türk kimliğinin korunması arasında ilgi kurulabilir. Sovyetler tarafından her türlü baskı ve zulme uğrayan Türk hakları da, yaşadıkları kimliksizleştirme siyasetine yıllarca dayanmış, “Türk” kimliğini kaybetme korkusunu derinden yaşayarak, ötekileştirmeye maruz kalmışlardır. 1991 yılında tam bağımsız olana kadar ötekileştirilmeye çalışılan Türk hakları, bağımsızlıklarını kazanmalarıyla özlerine/kimliklerine dönmüşlerdir.

      2.3.2.2. Yozlaşma/Belleğin Yitimi

      Günümüz dünyasında geleneksel yaşam biçiminden kopan birey, içinde yaşadığı topluma yabancılaşarak kaotik bir yok oluş sürecinin içine girer. Yozlaşma olarak tanımlanabilecek bu yıkım sürecinde birey kendisiyle ve çevresiyle çatışma içine girerek evrendeki konumunu kaybetme tehlikesi yaşar. Toplumsal normların dışına çıkan, köklerinden, değerlerinden uzaklaşarak yozlaşan birey; kültürel ve sosyal yaşamın da dışına çıkarak içgüdüsel bir travma yaşar. Bellek yitimi olarak da nitelenebilecek bu süreç, iletişimsizlik, yabancılaşma gibi toplumsal çürümenin de hazırlayıcısıdır. Yozlaşmışlık bir kader değil dönüşümdür. Bu yüzden “yozlaşmışlık değişim ve dönüşümü imkânsız kılacak bir unsur olamaz.”131 Aslına dönmek bireyin elindedir. Kendisine dayatılan hayatı reddeden birey, değerlerine sahip çıkarak sınırların dışına çıkabilir. Yozlaşmanın verdiği körlüğü öteleyerek kendi oluşunu kesinleyebilir.

      Tölögön Kasımbekov’un gerek öyküleri gerekse romanlarında en çok üzerinde durduğu konu, toplumsal yaşamın devamını tehlikeye düşüren yozlaşmış kişilerdir. Öyküde yozlaşma izleği, insani değerlerden uzaklaşmış, etik bakımdan bozulmuş çoban ve köylüler aracılığıyla yansıtılır. Kozmosu kaosa çeviren yozlaşmış çoban, bozkurdun soyunun yok edilmesinde etkin rol oynar. Kendilik değerlerine yabancı çoban, öykünün başından sonuna kadar yok edici özelliğiyle, intikam duygusuyla insandan tirana dönüşür. Bozkurdun varlık alanına müdahale eden çoban onu kuyuya hapseder; “(…) insan sesleri yükseldi, ardından gölgeler göründü çukurda. Bozkurt hiç kıpırdamadan duruyordu. “geberdi mi yoksa? güya bize aldırış etmiyor. Kahrolası” (s. 108) bozkurdun düştüğü kuyu onun varlık alanının sonlanacağı ölüm çukurudur. Annelik içgüdüsüyle yavrularını kurtarmak için ölümü göze alan bozkurt, son anlarında bile “asilce” (s. 111) bir duruşla ölümü bekler. Bozkurdun bu dik duruşu içindeki kurtluk duygusuyla ilgilidir. Kırgızlar da General Çernyayev komutasıdaki keşif ekibinin Türkistan’a ilk adımıyla başlayan bir işgal sürecini yaşantılamış, yüzyıldan fazla bir süre özüne yabancılaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak yıllar geçtikçe toplumun gelecek tasarımını oluşturan başta bilinçli aydın kesimin çabalarıyla aslına dönmüştür.

      Körleşen, tiranlaşan çoban ise insani değerlerinden uzaklaşarak yozlaşır. Onunla birlikte etrafındaki insanlar da değerlerinden uzaklaşmış, bu vahşet karşısında sessiz kalarak vahşete tanıklık etmişlerdir. Canlı canlı derisi yüzülen bozkurdun kanlar içinde kalan bedeni onlar için hiçbir şey ifade etmemektedir; neticede o sadece bir hayvandır; “çıplak kalan bozkurt kendisini izleyen adamların arasında çırpınarak bir daire çizdi. Birden bütün bedeni titredi ve küt diye düştü yere. Tekrar kalmaya niyetlendi, kalkamadı. Kana bulanmış iç organları durdu, bozkurt bir inilti sesi dahi çıkarmadan oracıkta ruhunu teslim etti. (s. 111) Bozkurdun bu trajik ölümü karşısında kimse bir üzüntü duymaz. İnsani değerlerinden uzaklaşarak “kötülük” içgüdüsüyle donanan insanoğlu kendi olmayanı dışlayarak, canavarlaşan bir görünüme kavuşur.

      Çoban adamın kurtla olan bu mücadelesi aslında ilk çağ insanının arketipsel görüngüsüdür. İlk çağdan beri insanoğlu vahşi doğanın kucağında hayatta kalmak uğruna vahşi hayvanlarla bir ölüm kalım savaşı içine girer. Bu savaş her iki tür için de tehlikeli bir oyuna dönüşür. Ancak zamanla insanoğlu aklıyla silah yaparak bu savaşta bir adım öne geçer. İnsan böylece “doğadaki etkinliğini ve yaşam alanını daha da genişlet(ir).”132 İnsanın, toplumsallaşmanın öne sürdüğü birlikte yaşama gereği kendi sınırlarını çizmesine yol açmış, ancak insanoğlunun açgözlülüğü ile çizilen sınırlarda kendi türü dışına yaşama hakkı tanımamıştır. Öyküde üzerinde durulan çoban ile kurdun çatışması da böyle bir sınır ihlali sonucu gerçekleşir. Kurt inini basarak anne kurdu öldürüp yavruları kaçıran adam, ilk çağ insanı gibi, “yeniden barbarlığa