Nağaşıbek Kapalbekulı

Kuş Kanadı


Скачать книгу

ise aynı otobüsü kullandığım bu çiftten buram buram gelen kötü koku, midemi bulandırıyor, beni öldürüyordu. Geğirerek kusacak gibi oldum. Kusarsam rezil olacaktım. Kim anlardı beni?

      Arkada oturan ikili, kafayı bulmuş, gülüyordu. Mest olup ölmek üzere olan civciv gibi cıvıldaşıyorlardı. “Ne diye mest olurlar bunlar? Ne büyük sorunla karşı karşıya olduklarını biliyorlar mı zavallılar? Anne ve babaları vardır, onlar biliyorlar mı acaba?” diye düşündüm. “İnsan kılığındaki hayvandır bunlar. Küçük bir parça esrar uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen zalim canilerdir. Suya atılmış deri gibi çekilmiş, büzülmüş canlı tulumdur hepsi. Etrafı sarmışlar, çoğalmışlar iyice.”

      Ortaokullarda, yükseköğretim kurumlarında ve değişik iş yerlerinde çokça olduklarını biliyordum. ХХI. Yüzyılda ülkemizin dizginini kimlere güvenip de teslim edecektik? Artık altmış yaşımı geçmiştim. Yıllarca canla başla çalışmıştım, şimdi ise bir tek maaşla geçimimi sağlamaya devam ediyordum. Hayatım boyunca vicdanımın temiz olmasına özen göstermiştim. Bizim nesil böyleydi. Peki, bu nesil? Bunlar herhangi bir şeyle ilgilenmiyorlar, hiçbir şeyden etkilenmiyorlardı. Tek düşündükleri esrar, zehir, dumandı. Onun için her şeyi kurban etmeye hazırlardı. Rusya’da her dört öğrenciden birinin esrar içtiğini okuduğumda çok şaşırmıştım. Peki, bizde nasıldı?

      Her sokak, her köy kimin ne kadar esrar kullandığını bilir, hissederdi. Ancak seslerini çıkarmazlar, görmezlikten gelirlerdi. O oburlar ise diğer gençleri kendilerine çekerek yiyip bitirirlerdi. “Keşke eskiden olduğu gibi sert cezalar kullanılsa… Bütün esrarkeşleri gözlerin görmeyeceği, kulakların duymayacağı uzak yerlere götürüp hapse atsalar. İçlerinden tedavi olabileceklerini tedavi etseler, iyice düşkünü olanları ise halktan uzak tutsalar… Onlar nasıl olsa adam olmayacaklar. Milleti içten çürüten kurt gibiler. ‘Hastalığını gizleyen ölür.’ dedikleri gibi ilerleyip kronikleşen bu illetten derhâl kurtulmazsak geleceğimiz tehlikeye girecek! Her şeyden önce okullarda öğrenciler grup grup içiyor. Çoğu kendi milletimizin çocukları, Kazak çocukları. Kazak milleti çok misafirperverdir, hem eli, hem kucağı açıktır. Ancak hem iyiden, hem kötüden çabuk etkilenir. Her şeye meyillidir. Zarar görebileceğimizi, sıkıntı çekebileceğimizi hiç düşünmeyiz. Son zamanlarda köy gençleri toplu olarak şehre göç etmekte. İş bulamayanlar, parasız pulsuz kalanlar, yaşam sıkıntısı çekip geçimini sağlayamayanlar çeşitli gruplara dâhil olmakta. Kimileri de hırsızlık yapmakta, seks ticaretine, haydutluğa karışmakta. Öylece sonunda kendilerinin yok olacakları büyük sıkıntılarla karşılaşmaktadırlar. İçki ile sigara, sonunda dermansız bir hastalık getirir. Bu hastalığa yakalanan da esrarkeş olup aklından ve bedeninden olur, cehennemin dibine gider.” diye düşünüyordum.

      Yakınlarda büyük bir bakanın oğlunu defnetmiştik. Küçük yaşta uyuşturucu kullanmaya başlamış, ardından iğne ile alma alışkanlığı edinmiş. Fazla doz alınca hayatından olmuş. İkinci oğlunun tedavi gördüğünü söylüyorlardı. Ebeveynler iş peşine düştüklerinden çocukları yetiştirme işine bakamamışlar. Sokaktaki kötü niyetli, başıboş dolaşan çocuklar, onu tuzağa düşürmüş. Zengin çocuğu olduğu için, inek sağar gibi kullanmışlar, uyuşturucuya alıştırmışlar. Çocuklar bu şekilde katıldıkları kötü arkadaş çevresinin etkisi altında kalıp kötü alışkanlıklar edinirler. Anne karnından tertemiz bir melek gibi aydınlık dünyaya gelip pis bir illet yüzünden sıkıntı çekerek hayatında görmediği, bilmediği kötü bir alışkanlıktan rezil bir şekilde toprağın karnına girenlerin günahı ve sevabı kimde olacak?

      Şu derde bak!

* * *

      Otobüs, bir grip hastasının nefes alışverişi gibi sesler çıkararak, Merki yakınlarındaki Aspara adlı yeşil ve kamışlı bir yerde vagon-ev biçiminde sıra sıra dizilen yemekhanelerin orada durdu. Kalın enseli esmer şoför:

      “İnip yemek yemeniz için 30 dakikanız var.” dedi gür bir sesle.

      Öğle yemeği için yediğimiz yemek gerçekten çok lezzetliydi. Güneyin yemekhanelerinde, lokantalarında hazırlanan yemeklerin hepsi çok güzel olurdu genelde. Kımızı da kıvamındaydı. İki kâse içince alnım terlemeye başlamıştı. Orta boylu şişmanca genç kadın, elimize su döktü, havlu verip epey ilgi gösterdi.

      Yatılı okulda ve askerde edindiğim alışkanlıkla yemeğimi çabucacık yer bitirirdim. Bu sefer de yemeğimi herkesten önce bitirmiş, sindirmek amacıyla ileri geri dolaşırken, sıra sıra duran vagon-yemekhanelerin arka tarafında otobüsteki kızı gördüm. Yüzü kızarmış, gözleri şişmişti, suratı asıktı. Anlaşılan ağlamıştı.

      Yolcuların hepsi yerlerine geçip otobüs hareket ettiğinde yanındaki delikanlı yoktu. Kız arkamda tek başına oturuyordu. Merki’de düğün için gelen yolcuların hepsi inince, otobüste ancak üç-dört kişi kalmıştık. Yerimden kalktım ve kızın yanına gittim:

      “Yanınıza oturabilir miyim?” dedim.

      İsteksizce “Olur” dediğini dudaklarından anlayabildim.

      Merki’nin devamındaki onarılmamış yol, çukur çukur olduğundan, otobüs sürekli sarsılıyordu. Şahdamarım bile kopacak gibi oluyordu.

      “Nereye gidiyorsunuz kızım?”

      Bana kötü kötü baktı. “Şu yaşlı adamın ne tür bir kötü düşüncesi var acaba?” diye düşündüğü, şaşkın ve nefret dolu bakışlarından belli oluyordu.

      “Vannovka’ya.”

      “Şimdiki adı Turar Rıskulov Köyü değil mi?”

      “Evet öyle.”

      “Deminki delikanlı neyiniz olur kızım?”

      “Kocam. Niye sordunuz?”

      “Hiç öylesine…”

      O ise hiç konuşmak istemiyordu. Dudaklarını büzmüş, ruh gibi oturuyordu.

      “Güzelim neden esrar içiyorsunuz?” dediğimde, genç kadın yerinden fırladı, kurt görmüş ceylan gibi ürkek ürkek yüzüme baktı, ne yapacağını şaşırmıştı.

      “Ağabey, ağabeyciğim… Amca! Nereden biliyorsunuz? Kimsiniz? Kullanmıyorum ben…”

      “Sakin ol kızım. Otur, sakinleş. Sessiz ol. Ben her şeyi biliyorum. Sen de, eşin de uyuşturucu kullanıyorsunuz. İtiraz etmene gerek yok.”

      “Siz kimsiniz ağabey? Aynasızlardan mısınız?”

      “Yazarım.”

      “Emniyettenmiş gibisiniz.”

      “Hayır, ben yazarım. Ancak her şeyi biliyorum. İkiniz de uyuşturucu düşkünüsünüz. Kocan daha çok içiyor, sen yakın zamanlarda başlamışsın.”

      Sesini çıkarmadan, zavallı zavallı bakışlarla bir şeyler umarcasına duruyordu.

      “Emniyet yetkilisi değil misiniz?”

      “Değilim dedim ya.”

      “Yemin edin.”

      “İşte bak inanmıyorsan.” diyerek çantamı açtım, yolda bakmak üzere yanıma aldığım en son yayınlanan iki kitabımı ve yazar kimliğimi gösterdim. O, bir resimlerime, bir bana baktı, inanmış gibi oldu.

      “Size yazık değil mi? Daha çok gençsiniz.”

      “Ne yapabilirim, bırakamıyorum.”

      “Sana kim içiriyor?”

      “Kimse. Eşime inat içiyorum.”

      Ben ona askerde yaşadığım olayı anlattım kısaca.

      “İşte