Zamira Öztürk

Türkistan'da Dil Politikası


Скачать книгу

göre, alfabe ve din her zaman birlikte kabul edilen unsurlardır. Batı Avrupa’nın Latin Alfabesini Latin Kilisesi vasıtası ile Rusların Kiril Alfabesini ise Slovenya Kilisesi aracılığı ile kabullendiğini dile getiren İlminski ve Ostroumov, Arapçanın Orta Asya halkları tarafından İslamiyet ile birlikte kabul edildiğini dile getirmiştir. Konuyu bu açıdan değerlendiren Rus misyonerler, Kiril Alfabesi aracılığı ile eğitim, kültür, dil ve din dönüşümünün gerçekleştirilebileceğini, Orta Asya halklarının bu şekilde Müslümanlıktan uzaklaşabileceğini savunmaktadırlar (Jolseyitova, 2004, s. 11). Bu fikirler, o dönem tam manası ile gerçekleştirilememiştir. Fakat Sovyetler Birliği Dönemi dil ve kültür politikalarının tohumları bir bakıma 19. yüzyıl sonlarında atılmıştır.

      Zamanla, Çarlık Rusyası siyasi bütünlüğü tesis etmek amacıyla birtakım tedbirlere başvurmayı da ihmal etmemiştir. Özellikle eğitim alanında birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Bu düzenlemelerin başında Çarlık Rusyası eliyle kurulan Müslüman okullarından başka okullara (medreselere) göndermek isteyen velilere para cezası uygulanması gelmektedir. Bu “suçun” ikinci sefer işlenmesi durumunda ise hapis cezası uygulanmaktaydı. Müslüman ailelerin yaptırımlara rağmen konulan kurallara uymaması halinde ise çocuğun Müslüman okullarında eğitim alması tamamen yasaklanmaktaydı (Jolseyitova, 2004, s. 14).

      Jolseyitova (2004, s. 16)’a göre, Çarlık Rusya’sının egemenliğini daha sağlam bir hâle getirmek amacıyla yürüttüğü aşamalı politika bölge genel valisi Duhovskiy döneminde daha kalıcı ve daha köklü bir yaklaşım sergilemiştir. Duhovskiy, 1899 yılında Çar Hükümeti’ne gönderdiği “Türkistan’da İslam” isimli raporunda sert çözüm yollarından kaçınılması gerektiği, halkın iç dünyası ve şuurunu ele geçirmenin önemi üzerinde durmuş ve Orta Asya devletlerinin bürokrasisinde, söz sahibi olunabilmesi için tüm resmi yazışmaların Rus diline geçirilmesi uyarısı ve önerisinde bulunmuştur.

      Orta Asya halklarının Rus yönetimine daha sağlıklı bir şekilde entegre edilmesinin gerekliliği gizlenemez bir amaç olarak gün yüzüne çıktıkça, uygulanan politikaların keskinliği o derece artmıştır. Orta Asya’da uygulanan eğitim politikasının esas hedefi Çarlık Rusya’sının eğitim bakanı olan Tolstoy tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Tolstoy, bu politikanın amacının Rus olmayan halkların Ruslaştırılması ve Ruslarla kaynaştırılması olduğunu ifade ederek bu politikanın amacından şüphe edilmemesi gerektiğini söylemiştir (Omarov, 1997, s. 16).

      Türkistan coğrafyasının Rusların ilgi alanına girmesiyle birlikte, bu topraklarda yaşayan halkların kaderinde değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Siyasi bütünlük sağlayamamış Türkistan halkları Rus egemenliği öncesinde dilsel bir birliktelik görüntüsü çiziyorlarken bu durum Çarlık yönetimi ile birlikte (Sovyetler Birliği’nin dağılışı sonrasına ve bugüne kadar uzanan dönem de dâhil) köklü bir evrilme sürecine girmiştir. Sovyetlerin “Sovyet Adamı Yaratma” şeklinde ortaya çıkan resmî ideolojisi, bu mirası bir bakıma Çarlık Rusya’sının “Ruslaştırma” politikasından devralmıştır.

      Çarlık Rusyası, (19. yüzyılın son yirmi yılında) uyguladığı politikaların başarılı olabilmesi için Türk çocuklarıyla Rus çocuklarını aynı okullarda eğitme stratejisi ile birlikte Türk lehçelerinin Rus harfleri ile öğrenilmesini ve müspet ilimlerden ziyade el sanatlarına ağırlık verilmesini uygulamaya geçirmiştir (Akgün, 2008, s. 154). Böylelikle toplumun iktidar mekanizmasının amaçlarına daha uygun bir hale getirilmesinin önü açılmıştır. Rusça dışında bir dilin eğitim kurumlarında kullanılmasının kısıtlanması ve yazılı dilin unutturularak bunun yerine tüm literatürün Rusça olması Türkistan halklarının toplumsal kodları üzerinde bir oynamayı beraberinde getirmiştir. Böylelikle Türk toplumlarının geçmişi ve bugünü arasında bir bağ kurmaktan uzaklaşması adım adım sağlanmış; geleceğe taşınacak bir öz dilin hâkim olduğu bir miras bırakmakta zorlanan insanlar günümüze kadar etkilerini sürdürecek bir düzenin parçası haline getirilmiştir.

      19. yüzyılın sonlarında çok uluslu bir imparatorluk haline gelerek dünya sahnesinde birçok etnik grubu içinde barındıran bir devlet görünümü ile ön plana çıkan Çarlık Rusyası, nüfusu uyruktan çok dini gruplara göre sınıflandırmıştır. Bu dönemde Rus-Ortodoks- Hıristiyan inancına mensup olanlar Rus olarak görülmüşken diğer milletlere mensup olan gruplar yabancı olarak tanımlanmıştır (Yalçın, 2006, s. 342). Çarlık döneminde imparatorlukta yaşayan halkın %55,7’sinin Rus milletine mensup olmayanlardan meydana geldiği görülmektedir (Heinzig, 1983, s. 422). Orta Asya’daki eğitim ve din olguları üzerinde eğilen Ruslar, özellikle bu iki alanda kontrolü ele almak için çeşitli politikalar uygulamışlardır. Bu kapsamda kadim geçmişin bir mirası olan geleneklerin ve Türkî toplumları bir arada tutan İslam dininin dışında bir hayat teşvik edilmiştir, Çarlık döneminde toprakları igale uğrayan Müslüman Türk toplumlarının gelenek ve dini inanışlarını yaşamaları eğitim politikası aracılığıyla engellenmiştir. Bu dönemde din adamları gelişmeyi istemeyen “yobazlar” olarak yansıtılmaya çalışılmış ve bu propagandayı sağlam temellere oturtmak için de aydın kesim kullanılmıştır (Yılmaz, 2014, s. 341- 342). Eğitim politikasının uygulaması sırasında okullarda ve eğitim merkezlerinde Orta Asya toplumlarına günlük hayatlarına devam etmeleri için bir dine ihtiyaçları olmadıkları fikri aşılanmaya çalışılmıştır (Musahan, 2015, s. 228).

      Örneğin, Çar Hükümeti’nin, eğitim alanında izlediği Ruslaştırma siyasetinde en yakın destekçi olarak Ortodoks Kilisesi ve Kiliseye mensup misyonerler büyük çabalar sarf etmişlerdir. İslam dinine mensup doğu halklarını Hıristiyanlık dini ile yakınlaştırmak için onları vaftiz etme ve onları Ruslaştırmaya ilişkin 1842 yılında Kazan Şehri’nde açılan dinî akademi, Çarlık hükümetin en güvenilir ve gözde kurumları arasında yerini almıştır. 1854 yılında Kazan Dinî Akademisine bağlı olarak özel misyoner bölümü açılmış ve bu akademinin başına Kazan Başpiskoposu Grigorii (Postnikov), üyeleri olarak da Kazan Üniversitesi’nin Profesörü A. Kazembek ve dinî akademinin öğretim üyeleri G. Sablukkov ve Nikolay İlminskiy tayin edilmiştir. Bu görevlilerin ortak noktası, Arap, Fars ve Türk dillerini bilen iyi yetişmiş misyonerler olmalarıdır. (Omarov, 1997, s. 16 – 17).

      Çarlık Rusyası zamanında Türkistan halklarının özellikle kültürel yapısına müdahaleler ve eğitim sistemine yönelik Rus-Ortodoks ideolojisine yönelik projeler ile desteklenmiş; halkların soy bağları ve benzerlikleri toplu sürgün, yer değiştirme, ülke içinde farklı etnik grupların kaynaştırılması için komşu hâle getirilmesi, bir olan toprakların sınırlar ile bölünmesi, eğitimde alışıldık gelenekçi ve kültüre has yapının yerini Ruslaştırıcı müfredatın kullanılması, ayrıştırma-yabancılaşma metotları ile ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Çarlık Rusya’sının son yıllarına kadar devam ettirilen politikalar zaman zaman etnik yapılar arasında tepkilere yol açmış ve gösterilen direnç sayesinde en azından İslam dininin etkisiyle genel bir kabul gören Arap alfabeye bağlı kalınmış ve bu alfabe Sovyetlerin Latin alfabesini hayata geçirdiği döneme kadar kullanılmıştır. Bu çerçevede, 1917 yılında yeni kurulan rejim, nüfuz alanı içerisindeki coğrafyalarda Çarlık döneminden kalan yöntemlerin üzerine bina ettiği daha derli toplu bir strateji ile Ruslaştırma misyonunu zirveye taşımıştır.

      Erken Bolşevik-Lenin Dönemi (1917-1924) Dil Politikaları

      Bolşevik Devrimi’nin yaşanacağı 1917 yılına, uzun yıllardır devam eden siyasi ve ekonomik sorunların gölgesinde başlayan Çarlık Rusya’sı, I. Dünya Savaşı’nın ekonomik ve siyasi olumsuz ortamının etkileriyle zayıflamış bir görünüm sergilemekteydi. Ülkenin her yerinde grev dalgalarının yaşandığı