Zamira Öztürk

Türkistan'da Dil Politikası


Скачать книгу

sayısı 400’ü bulan bölgesel Alman biriminin 40 bölgesel birim altında birleşmesi ile sonuçlanmıştır. Birleşen bu bölgesel birimler ise aynı düşmana karşı olma duygusunu taşımışlardır (Saklı, 2012, s.15). Almanların parçalanmış bir görüntü sergilemesi ise merkezi ve modern Avrupa’da Alman kültürünün korunmasının önünde bir engel teşkil etmekteydi. Bu nedenle ilk başlardaki Alman ulusçuluğunun görünümü bir birlik ulusçuluğu çerçevesinde şekillenmiştir (Gellner, 2008, s. 187).

      17. yüzyıldan itibaren de Fransızcanın kültür, sanat ve diploması alanlarında giderek baskın bir hale gelmesi Alman aydınlar üzerinde de etkili bir hale gelmiştir. Fransızcanın giderek yerleşik ve yaygın bir hal almasının yanında Alman dilinin bölgesel parçalanma ve farklılaştırmalardan kaynaklı, Lehçenin ve Latincenin etkisi altında kaldığı bir dönem de yaşanmıştır (Gökberk, 1999, s. 88). Almancanın etkisini artırmak adına ve Almanların yaşadıkları topraklarda Almancayı bilim, sanat, edebiyat ve idari dil olarak hâkim kılmak için birtakım çalışmalar başlatılmıştır. 17. yüzyıldan itibaren Almancayı Fransızca ve Latincenin etkisinden kurtarmak için dilde ayıklama çalışmaları başlatılmış ve dil dernekleri kurulması gündeme gelmiştir. Kurulan dil dernekleri vasıtasıyla Almancanın dil varlığının korunması, anadil sevgisinin uyandırılması, anadil kullanımının yaygınlaştırılması ve doğru kullanılmasının sağlanması, Almancanın yabancı dil etkisinden arındırılması ve Alman ulusal bilincinin ve toplumsal kimliğin kurulması amaçlanmıştır (Gökberk, 1999, s. 88-100).

      Yukarıda verilen örnek bağlamında bir ulusun inşa edilmesinde ilk ve belirleyici aşamanın dilin hâkim kılınması olduğu söylenebilir. Buna göre toplumsal birlikteliğin genele yayılması için iletişim, bürokrasi ve eğitim politikasının aracı olarak dil, belirli aşamalardan geçen planlama evresi ile kabul edilir ve standart bir konuma yükseltiğinde ulus kurmada belirleyici bir rol üstlenmektedir.

      Osmanlı Devleti Dönemi Dil Planlaması ve Ulusal Kimlik İnşası

      Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren Türkiye’de dil planlaması önemli ve büyük bir role sahip olmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti çeşitli etnik grupların bir arada yaşadığı geniş bir coğrafyada uzun yıllar hüküm sürmüştür.

      Osmanlı Devleti’nde toplumsal yapının inşa edilmesinde “millet” sistemi önemli bir yere sahiptir. Osmanlı devletinde kullanılan “millet” kelimesinin anlamı ile bugünkü anlamı arasında da bir fark bulunmaktadır (Ortaylı, 1985, s. 996). Osmanlı Devleti’nde “millet” kavramı; “din”, “mezhep”, ve “şeriat”

      anlamlarında kendine kullanım alanı bulmaktadır (Demir, 2011, s. 334). Buna göre, gayrimüslimlerin sınıflandırılmasında (sosyal ve siyasal anlamda), mensup oldukları din esas alınmıştır. İmparatorluk içerisindeki her din de ayrı bir millet olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin dayandığı sosyal ve siyasi yapı işte kurulan bu millet sistemine göre belirlenmiştir (Eryılmaz, 1992, s. 11).

      Çok etnili7 bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı Devleti zamanın şartlarının beraberinde getirdiği birtakım değişimlerden de önemli ölçüde hissesine düşeni almıştır. Siyasi ve sosyal anlamda Avrupa’da meydana gelen değişimler, bir arada uzun yıllar uyum içerisinde yaşama başarısını göstermiş olan Osmanlı toplumunu bir daha geriye dönülemeyecek şekilde etkilemiştir.

      Buna göre, Fransız Devrimi sonrası kendine geniş bir etki alanı bulan milliyetçilik fikri, Osmanlı Devleti’nde özellikle Balkanlar coğrafyasında yaşayan gayrimüslim azınlıklar tarafından benimsenmiştir. Bu durumun devletin geleceği açısından beraberinde getirebileceği sorunları tahmin eden Osmanlı yöneticileri ve aydınları millet kavramı üzerinden devleti kurtaracak, bir arada tutacak ve yaşatacak bir kimlik inşası arayışına girmişlerdir (Durgun, 2014, s. 7). Bu şekilde milliyetçilik akımlarının doğurduğu siyasal ve sosyal fikirlerin İmparatorluğa etkisinin en aza indirgenmesi planlanmıştır.

      Kimlik inşası için öncelikli olarak resmi bir planlamanın yapılması gereği doğmuştur. Planlama, bir soruna yönelik olan ve o sorunun çözümüne odaklanan seçenekler arasında yapılan seçim ile ilgilidir. Bu süreç bir bütün olarak çabaya dayanmaktadır (İmer, 1998, s. 7). Bu süreçte hayata geçirilen ilk planlama modeli “Osmanlıcılık” fikridir. Bu fikir sayesinde toplumsal bir kimlik oluşturmak ve ayrıştırıcı milliyetçilik fikirlerinin önüne geçmek amaçlanmıştır (Demir, 2011, s. 334). Böylece “Osmanlı Milleti” kavramı resmi bir ideoloji olarak benimsenmiştir. Bu ideolojiyi ilk hayata geçirme aşaması olarak 1839 Tanzimat8 Fermanı kabul edilebilir. Ayrıca bu dönemde siyasi bir aidiyetin sağlanmasına çalışılmıştır. “Osmanlı Milleti” kimliğini toplumun tüm kesimlerine kabul ettirmek ile parçalanmanın önüne geçilmeye çalışılmıştır.9

      1839 Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti içerisinde hem toplumsal hem de dilsel alanda birtakım değişikliklerin başlangıcı olmuştur. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonradır ki 10. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçanın etkisi altına giren Türk toplumu ve Türkçe, batı dünyasının fikirlerine yönelmiştir. Böylelikle, batı dünyasına hâkim olan “ulusalcılık” ve “aydınlanma” ile ilgili fikirler Osmanlı toplumu ve dilini etkisi altına almaya başlamıştır (İmer, 1998, s. 44-45). Bu etkileşim süreci ise sadakat bunalımını beraberinde getirmiştir.

      Osmanlı devlet adamları türdeş olmayan büyük bir imparatorluğu bir arada tutabilmek için bir sadakat anlayışını yaratmak peşine düşmüşlerdir (Mardin, 2012, s. 12). Bu sadakat anlayışına hizmet etmek amacıyla Osmanlıcılık politikası resmi bir ideoloji olarak uygulamaya konulmuştur. Bu kapsamda, Tanzimat döneminin bir sonucu olarak “Osmanlıca” ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, toplumsal kimliği şekillendirecek bir kimliğin yaygınlaştırılması için “Millet- i Osmanî” deyimi kullanılmaya başlanmıştır. Bu ulusun konuştuğu ve yazdığı dil olarak da “Lisan-ı Osmanî” terimi icat edilmiştir. Bu terim daha sonraları “Osmanlıca” olarak adlandırılmıştır (Sadoğlu, 2010, s. 62). Oluşturulmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılan bu dil, Osmanlı Devleti’ni meydana getiren toplum gibi, parçalı bir görüntü sergilemektedir. Şöyle ki bu dil; Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşmaktadır. Bir toplumu beraber ve bir arada tutarak, o topluma ulus olma özelliğini kazandıran dil, her yönden milletlerin tarihini şekillendirici bir role sahiptir. Bu bakımdan, Osmanlı Devleti aydınları dilin birleştirici özelliğinden yararlanmak istemişlerdir.

      Örneğin “Vatan Şairi” olarak bilinen Namık Kemal10, ortak bir dilin siyasal kimliği kuvvetlendireceğinin farkına vararak; dilsel ve etnik ayrımlardan güç alan ulusçu-ayrılıkçı hareketleri bastırmayı amaç edinir (Sadoğlu, 2012, s. 78). Bununla birlikte “Vatan Şairi”, dilin siyasal bütünleşme amacına en büyük hizmeti yapacak bir araç olduğunu vurgulamaktadır. Edebi dilde sadeleştirme, Namık Kemal’in esas amacını teşkil etmektedir. Arapça ve Farsçadan oluşan bir üslup yerine halkın anlayabileceği daha sade bir dilin kullanılması Namık Kemal tarafından tavsiye edilmektedir (Levend, 1972, s. 114). Dili sadeleştirmek içinse Arapça ve Farsça yaygın kullanılan kelimeler dışındaki kelimelerin dilden çıkarılması ve dilin kurallarının bir düzene oturtulması vurgulanmaktadır. Buna göre, yazım sırasında kullanılan süslü dilin terk edilmesi ve yazı dili ile konuşma dilinin birleştirilmesi gerekmektedir (Sadoğlu, 2010, s. 78; Levend, 1972, s. 115).

      19. yüzyılın ikinci yarısı Türkçenin gelişmesi açısından da önemli bir dönemdir. Bu dönemde, gazeteler ve dergiler yayımlanmaya başlamış11