Zamira Öztürk

Türkistan'da Dil Politikası


Скачать книгу

align="center">

      Kimlik İnşası

      İnsanların gücü toplu iş birliğine, topluca sergilenen iş birliği de kitlesel anlamdaki kimlik inşasına bağlıdır. Buna göre kimlikler, bilimsel gerçekler ya da ekonomik gereksinimler üzerine kurulmaktan ziyade insanın iç dünyasında kendini bir yere ait hissetme ihtiyacını kurgulayacak manevi yapısı üzerine inşa edilir (Harari, 2018, s. 132). Bu bakımdan kimlik kavramı bir yönü ile insanın aidiyet duygusu ile ilgili bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.

      Bu bakımdan kimlik kavramı, yüzeysel anlamda bireylerin ve belirli büyüklük/özellikteki toplumsal grupların “kimsiniz?”, “kimlerdensiniz?” sorularına verdikleri cevapları ifade etmektedir (Güvenç, 1993, s.3). Buna göre “ben kimim?” sorusuna verilen cevap, kimliği ve insanın var oluş nedenini belli bir kategori içerisinde somutlaştırması bakımından önemlidir (Wiegert ve Teitge, 1986, s. 31). İşte bu soruyu kendini ait olduğu toplumsal yapının özelliklerini özümsemiş bir şekilde cevaplayan birey o toplum içerisinde bir kimlik kazanmış demektir. Kazanılan bu kimlik toplumun tüm bireylerini bir araya getirmeye yarayan bir genel düzenlemeyi ifade etmektedir.

      Kimliğin oluşumunda bireyle toplum arasındaki iletişim ve koordinasyon önemlidir. Bu süreç neticesinde birey toplumu inşa ederken toplumun da bireyi inşa ettiği söylenebilir. Bu etkileşimin ortaya çıkardığı kültürel kimlikler, bireyin psikolojik düzlemde kendisiyle ya da toplumsal etkileşiminde ortaya çıkan boşlukları dolduran bir dolgu malzemesi görevini görür. Peter Berger (1993, s. 29)’a göre, kimlik ancak toplum içinde kazanılır ve sürdürülür. Bu açıdan değerlendirildiğinde, toplum insanın ürünü olduğu gibi insan da toplumun bir ürünüdür.

      Bu kapsamda kimlik ve onun inşa edilmesi süreci bir takım itici etkenlerin var olmasıyla hayata geçmektedir. Kimlik sayesinde toplum, tam anlamıyla tarih ve dünya sahnesinde kendine isim konulmuş bir yer edinebilir. Buna göre insanları bir araya getiren ve bu birliktelikten bir kimlik yaratmalarını sağlayan hususlar şu şekilde sıralanabilir (Arık, 1969, s. 8-22):

      1. Korku: Korku, tarihte çoğu zaman insan yığınlarını bir araya getirmeyi başarmış ve birbirine benzemeyen kitleleri tek çatı altında toplayabilmiştir. Buna göre kimi zaman, bütün olmayan insanlar bir otoriteden korktukları için ve zulmeden/korkutan otoritenin zoruyla bir araya gelme yoluna gitmişlerdir. Burada bir zorlama ve irade dışı bir etmen söz konusudur. İnsanları bir araya getiren zorlayıcı otorite olduğunda, otoritenin kaybı gerçekleştiğinde insanların çok kısa bir sürede etraflarından dağılıp gittiklerini ve başka çekim merkezlerinin cazibesine kapıldıklarını görmüşlerdir. Çünkü korku kalıcı değil geçici bir birleştirme yöntemidir.

      2. Menfaat: Bir sosyal yapının devamlılık ve düzen arz eden bir mecrada hayatını devam ettirmesi menfaat birlikteliği ile mümkün olabilir. En küçük sosyal birimden en büyüğüne kadar tüm insan toplulukları birbirlerine menfaatle kenetlenmiştir. Fakat bu da tek başına yeterli olamaz. Çünkü menfaat de bir yerde bir kesimin menfaatlerinin tam olarak karşılandığı bir yapıyı mümkün kılmamaktadır.

      3. Fikir ve His Birliği: İnsanları bir araya getiren her şey sadece maddiyattan ya da korku ve menfaatten kaynaklanmaz. İnsanları asıl olarak bir araya getiren fikir ve his birliğidir. Bu sayede aynı fikir ve hislere sahip insanlar ortak değerler geliştirir ve bütünleşirler. İşte bu birlikteliğin üzerine inşa edilen olguya “kimlik” denir. Kimlik sayesinde korkular, menfaatler ve ortak his/fikir dünyası somut bir anlam kazanmaktadır.

      Yukarıda yer alan etkenlerin bir başka boyutunu da dil oluşturmaktadır. Dil ve kimlik arasındaki mevcut ilişki çok farklı boyutlarıyla araştırma ve tartışma konusu olabilmektedir. Buna göre, bireyler dil içerisinde kültürlerini de yaşatırlar. Bunun yanında bireylerin bilgi, beceri, inanç ve tutumlarının sosyal kimliklerini şekillendirmesinde rolü bulunmakta olup, bu tutumlar dil sayesinde birbirine bağlantılı hale gelebilmektedir (Hall, 2002, s. 31-32). Bu bağlamda dil, kimliğin belirlenmesinde ve toplum tarafından gelecek nesillere aktarılmasında önemli motiflerden biri olması nedeniyle önemlidir. Çünkü insan kimliğini en önce kullandığı dil ile ifade eder. Bu nedenle insanlar tarihleri boyunca dillerine yöneltilen saldırıları bizzat kimliklerine yapılmış sayarlar. Bunun yanında dilin korunması kimliğin korunması ile eşdeğer niteliktedir (İnal, 2012, s. 126).

      Bununla birlikte dil, o dili konuşan ve ona sahip çıkan biri için toplumsal anlamda bir kimlik yaratır. Dil, bir toplum içerisinde bireyin o topluma ait olmasının bir göstergesi haline gelir. Bu sayede o dili konuşan ve o dil sayesinde iletişim kuran insanlar birbirilerini aynı toplumsal grubun parçası olarak kabul ederler (Jupp vd., 1990, s. 239). Kimlik inşası sürecinde belirleyici olan etmenlerin başında dil gelmektedir. Kimlik inşasında dilin kurucu rolünün olduğu fikrinden hareketle, dilsel bütünlüğün toplumun şekillenmesindeki anahtar konumundan bahsedilebilir. Buna ek olarak, toplumun gelişiminde ve tarih sahnesindeki devamlılığında dil büyük bir önem taşımaktadır (Rüstemova, 2010, s. 90).

      Bu açıdan değerlendirildiğinde dil ve kimlik, bireylerin belirleyici unsuru ve niteliğinin belirtisidir. Böylelikle bireyler arasında farklılıklar da meydana çıkabilir (Aşkın, 2007, s. 213). Bu bağlamda dilin düşünceden ayrı olamayacağına da vurgu yapabiliriz. Marx’a göre düşüncelerin, fikirlerin de bir toplumsal karakteri vardır. Bu toplumsal karakter ise dil ile birlikte var olur. Tolumun ve bireylerin düşünceleri dilden ayrı olamaz (Marx, Engels ve Lenin, 1996, s. 69).

      Toplumun sadece kişilerden oluşmadığı fikrinden hareketle denilebilir ki; toplum bir kimlik kazanmak ve bu kimliği inşa etmekle yükselebilir ve diliyle kimliksel devamlılığını sağlayabilir. Kimlik inşası, toplumdaki bireylere aidiyet kazandırarak toplumsal kimlik yaratmanın bir başka adıdır ve bu noktada dil önemli bir birleştiricidir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ideolojik ve sınıfsal kökenli tek tipsel kimlik tanımlamasının (aparatçik-apparatchik) yerini kültürel ve etnik farklılıklara dayalı bir kimlik inşası almıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi beraberinde daha çoğulcu ve çeşitli bir kimlik yapılanmasını getirmiştir. Demokrasi, insan hakları, eşitlik vurgusu, sınırları aşan tüketim ve kültür yapıları, tek tipleşmeyi ortadan kaldıran güçler olarak ön plana çıkmıştır (Dalbay ve Avcı, 2018, s. 19). Sovyet ideolojisinin temelini oluşturan ve tek Sovyet milletinin inşa edilmesi için yegâne şart olan her bireyim herkes için çalışması ve kendini Sovyet ideolojisine feda etmesi düşüncesi zamanla küreselleşen dünyanın liberal kuralları içerisinde etkisini yitirmiştir.

      Bu noktadan hareketle kimlik inşası sürecinin son derece hassas dengeler üzerinde oturmuş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bilgin (1999, s. 160) bu konuyu insanın kök salmasının ve kökünden kopmasının tehlikelerinden bahsederek açıklamaktadır. Buna göre, iki durumun ortak bir noktasının bulunması ile ve bu iki hususu terbiye etmek suretiyle uygun bir toplum yapısının inşası mümkün olacaktır.

      Yeni ve köklü bir kimlik inşası farklılıklar ve benzerliklerin bir araya getirilmesi ile mümkün olabilir. Bu ikisini buluşturabilmiş toplumların bir takım toplumsal bunalımlardan daha kolay çıkabileceği ve uzlaşı kültürünün daha köklü hale geleceği de varılabilecek başka bir sonuçtur. Farklılık ve benzerlikleri kimlik inşasında birleştirici bir hammadde olarak kullanabilen toplumların daha verimli kimlik modelleri geliştirme olasılığı yüksektir.

      Ulusal Kimlik

      Kimlik, bireyin ve içinde yaşadığı toplumun genel anlamda özelliklerini, benzerliklerini, farklılıklarını ve niteliklerini anlatmaktadır. Ulusal kimlik de millî kültürün bireysel ve toplumsal alanda ortaya çıkmış olan bir yorumudur. Ulusal kimlik bireyi ve toplumu kendisi diğer birey ve toplumlardan ayıran özellikleri barındırmaktadır (Kösoğlu, 1997, 19). Bu noktadan hareketle