şeyler konuşmayın, bu gelen kişiler ciddi insanlardır, boşuna gelmiyorlar.
– Hey, millet, hazırlanın! Yeni başkan geliyor. İstediği kapıyı açıp kontrol edebilir. İstediği eve misafir olabilir. Hey, millet! Bağırtısıyla, evden eve koşturan Şarip, halkın hepsini telaşlandırarak, huzurunu kaçırır. Fahreddin’in evinin yanına geldiğinde duraklar:
– Hey, dünür! Sen de hazırlıklarını yap. İlçe başkanı geliyormuş. Belki de senin evine gelebilir, kim bilir? Bu köyde doğru düzgün denebilecek başka ev de yok zaten…
– Ha, öyleyse tamamdır. Sen dert etme dünür. Dedi Fahreddin, Şarip’in arkasını sıvazlayarak onu sakinleştirmeye çalışır.
Bu arada Hansulu evde değildi, demin gençlerle birlikte Gölkuyu tarafa bayramlaşmaya gitmişti. Annesinin ise kızımın düğünü olacak diye, sevindiği falan da yoktu. Nazik yürekli ananın yüreği son zamanları pek hüzün doluydu ve ıstırap içinde çektiği üzüntüden dolayı iyice zayıflamıştı. Fahreddin ise bütün bunları bilmiyor ve görmüyor değildi, fakat ne çare. Hayat yüzlerine gülmediği sürece ne yapabilirlerdi ki? Ocağı yıkılarak, çoluk çocuğuyla işsiz güçsüz, yersiz yurtsuz kalan zenginlerle beyler, iyilerle doğrular az mıydı sanki?
Bekledikleri misafirleri silahlı iki polisle birlikte tam da öğle saatlerinde köy kenarına gelerek atlarından inmeye başlarlar. Milletten önce havlayarak öne atılan köpekleri, Şarip eline aldığı sopasıyla kovalayarak susturmaya çalışıyordu. Ardından kendisi paytak paytak yürüyerek gelip uzun boylu ve başına deri kep giyen, omuzuna gri asker paltosunu örten ve köye yorulmuş gibi kaşlarını çatarak bakmakta olan Rus adama iki elini uzatır.
– Zdresti, diye, yavaşça seslenerek aşırı bir ilgiyle selam verir. Ona sağ elini uzatan uzun boylu delikanlı:
– Zdrastvuyte, diye, soğuk bir şekilde selamını alır. Başkan hakkında, dışarıdan gelen genç Rus birisidir, dediklerini Şarip daha önceden duymuştu. Misafir, Şarip’i tanımadığı için, “Bu da kim?” dercesine yanındaki gözlüklü, zayıf, yaşlıca Apanas’a baktı. Şarip, Apanas’ı tanıyordu. Apanas ise Çar’ın baskısıyla Mikhail zamanında buralara sürgün edilerek gelen Ruslardandı. Hükümet dönemine kadar Temir’deki mektepte ders vermiş, hükümet geldikten sonra kazada çalışmak için kalmıştır. Geçen sene eyalet valisi olarak atandı, diye duymuştu. Şimdi ise bu ilçeye Ulusal Uygulama Komitesi’nin başkanı olarak geliyormuş. Kendisi çok iyi Kazakça biliyordu. Apanas, Şarip’i sırtını sıvazlayarak, tanıştırdı:
– Yoldaş Kaspakov dediğimiz kişi kendileri olurlar. Kazakça diyecek olursak Şarip ağabey.
– Evet, Kaspakov, Kaspakov.
Şarip, gülümsemeye çalışarak kafasını salladı. Daha sonra kaşlarını çatarak bakmakta olan birinci başkan biraz yumuşayarak, kafasını salladı. Apanas Kazakça rahat rahat:
– Evet, Şarip ağa. Güle güle oturun. Bayramınız da kutlu olsun, diyerek, iltifat etti.
– İyi, iyi, âmin, Apanas.
Misafirlerin yanında idari birlik başkanı Dükenbay, eskiden Şarip’i köy başkanı yapmak isteyen Asan adlı delikanlıyla iki polis daha vardı. Onlardan biri bu köyden olan, geçmişte Ezbergen’i sürgün eden pehlivan gibi Boğabay polis iken, diğeri Şarip’in tanımadığı zayıf, esmer delikanlıydı. “Jekey” diye, tanıştırdı onu Apanas.
Bu arada Fahreddin başta olmak üzere köylüler de gelerek konuklara selam verdiler.
Apanas ilçe başkanına Fahreddin’i tanıştırır.
– Semen Haritonoviç. Bu kişi demin gelirken size bahsettiğim Fahreddin Bey. Birlik işlerine çok yardımcı olan, bu köyün aksakalıdır kendileri. Apanas, toplanan halkın dikkatini gelen önemli misafire çekmeye çalışır. Bu bey, yeni açılmakta olan ilçedeki parti komitesinin birinci sekreteri yoldaş Kalaşnikov Semen Haritonoviç. Yurdu dolaşmaya çıkmıştık. Semen Haritonoviç Kazaklar arasına ilk defa geliyor. Bu sebeple buradaki halkın durumunu, yaşamını, köydeki birlik işlerinin gidişatını kendi gözleriyle görerek öğrenmektedir.
– Hoş geldiniz, görünüz, dolaşınız, misafirimiz olunuz. Dedi Fahreddin Rusça. Kalaşnikov Fahreddin’in geniş omuzlu iri vücuduna, başının bir yanına giydiği nakışlı takkesine, güneşe yanmış geniş alnına, güzelce tıraş ettirdiği kırlaşmış olan sakallarına, edepli, düşünceli simasına dikkatle bakıyordu. Ayrıca, bu zengin köy ağasının Rusça olarak söylediği tatlı sözleri onu iyice şaşırtmıştı.
– Fahreddin Bey Rusça da iyi biliyormuş, dedi, tebessümle kafasını sallayarak.
Fahreddin bıyığını sıvazlayarak:
– He, işte, ekmeğimizi isteyecek kadar biliyoruz yönetici yoldaş.
– Haydi, buyurun. Sizler için Fahreddin Bey özel olarak yemek hazırlatıp sofra serdirdi, diye Şarip, koşarak misafirlere yol gösterdi. Apanas Şarip’in teklifini Rusça olarak Kalaşnikov’a söyleyince, o “Öncelikle köyü dolaşıp bir görelim,” dedi.
Kalaşnikov hangi eve bakarsa baksın gördükleri, duvardan duvara sere serpe sergilenmiş olan süs eşyaları, hayvan derileri, çeşit çeşit dünya mülkten ibaretti. Çadır evin başköşelerine serilmiş olan desenli keçeler, asılmış kilimler, kat kat olarak toplanmış yastık yorganlar, kemikten yapılmış sandıklar, ahşap, ayaklı elbise askılıkları, örgülü ip askılar vardı. Evin bir köşesindeki yatağın önüne asılmış ipek perdeler göz kamaştırıyordu. Kapı önlerinde ayaküstü eğilerek nezaket gösteren kadınlarla kızlar duruyordu. Hepsi pek güzel giyinmişti. Bileklerinde, parmaklarında, kulaklarında, saç bağlarında şıngır şıngır ederek parlayan altın, gümüş ve değerli taşlardan yapılmış takıları vardı.
Ocak başları tertemizdi. Sofralar seriliydi. Sofralar, Kalaşnikov’un hiç görmediği bauırsak9, süzülmüş yoğurttan yapılan tuzlu ve kurutulmuş yiyecek, peynir, darıdan yapılmış tatlılarla dolup taşıyordu.
– Bana bir yoksulun evini gösterir misiniz? Dedi Kalaşnikov.
– Demin girdiğiniz ev, yoksul bir kimsenin eviydi, diye yanıtladı Şarip. Girmiş oldukları Bulış’ın eviydi.
– Ne kadar hayvanı vardır onun?
– Eyvah, o zavallının hiçbir şeyi yoktur, çok fakirdir. 20– 30 koyunuyla keçisi, yavrularıyla birlikte 3 devesi ve bir tek atı vardır.
– Beyin kaç hayvanı vardır?
– Ha, Beyimizin hayvanları epey azalmış durumdadır. Zamanında çok zengin idi. Et olsun diye hükümete verdi. Sattı, kesti, verdi, yani yok etti, bitirdi hepsini.
– Kalanı ne kadar?
– İki yüz kadar koyunuyla kırk elli atı, on kadar devesi kalmıştır sadece.
Kalaşnikov bütün bunları dinlerken, karşısına çıkan genç kızlarla gelinlerin giysileriyle oturup kalkmalarını dikkatle izlemekteydi.
Fahreddin, konuklarına beyaz evin kapısını kendi elleriyle açarak içeri buyur etti. Dışarıda ise polis Boğabay kaldı.
Evin başköşesine geçerek yerleşen Kalaşnikov, âdeta bir müzeye girmiş gibi çok şaşırır. Daha önce girdiği evlerle evlerindeki zenginlikler, şu Beyin evindeki güzellik ve zarafetin yanında dilenci barakası gibiydi. Bu evin sadece dolup taşan mal mülkle değil, yüksek bir zevkle döşendiği fark edilmekteydi. “Böyle ıssız yerlere kurulmuş nasıl bir saltanattı bu?”. Üstelik “Gittiğin bölge Kazak bozkırının en geri kalmış bölgesidir. Sovyet idaresinin gelişemeyerek, canlanamadığı