Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

Uzaklarda köyü gözetleyen kurtlar dolaşmaktaydı. Ayazlı gecede bütün köy derin uykuya dalmıştı. Kışlağın ön tarafı deve boyu kadar kalın seksevillerle kaplıydı. Onların arka tarafında duran Bulış, bir süredir birini beklemekteydi. Ay tam tepede gözüküyordu. Bir süre sonra büyük beyaz evin azıcık açılan kapısından biri dışarı çıkar. Bir gölge seksevillerin arasına doğru ilerlemeye başlar. Bulış, nefesini tutarak çalıların arasından bakmaya çalışır. Omuzuna kalınca bir kıyafet alan bir kadın yavaşça ilerliyordu. Başına beyaz örtüsünü takarak, önünü iki eliyle sıkıca örterek gelen Balkıya idi bu.

      Bulış seksevillerin arkasından ortaya doğru çıkar. Balkıya, ay ışığının vurduğu bembeyaz karlarla kaplı alanda yürüyordu. Gülümseyerek ilerlemekteydi. Her zamanki güzel gülümseyişiyle etrafına ışık saçmaktaydı.

      Yün çorap, kışlık çizme, sıcak başlığıyla kalın kürkünü giyen Bulış, nazlanarak yanına gelip, omuzuna başını dayayan genç kadını kucaklayarak sıcacık boynundan koklayarak, alnından öper.

      – Biraz öteye gidelim, diye, fısıldar Balkıya. Gökyüzü bulutsuzdu. Dolunayın parlayan ışıkları karla kaplı ortalığı bembeyaz aydınlatmaktaydı. Adım attıkça karlar gıcırdamaktaydı. Her adımda karşılarına çıkan sekseviller, âdeta saçlarını açarak, bembeyaz kollarını aya doğru uzatmış olan gece güzelleri gibiydi. Ya da sessizce dans etmekte olan beyaz bacaklı kızlar gibiydi. Sekseviller arasında hiç esinti yoktu. Kuytuydu. Çalı diplerinde kararan gölgeler uyuyor gibiydi. Ay, ışığını ortalığa sessizce saçmaktadır. İkisi, etrafı seksevillerle kaplı küçücük kimsesiz ovaya gelince durdular.

      – Haydi, göstersene, diyen Bulış, genç kadının yüzünü ay ışığına doğru tuttu. Balkıya, gözlerini kapatarak gözyaşlarının yıkadığı yuvarlak yüzünü aya doğru uzattı. Bir tanesi geniş ve bembeyaz alnının ortasından sol yanağına doğru, diğeri güzel küçücük burnunun üstünden geçerek yonca gibi dudaklarının sağ yanını çizen kamçı izleri görünmekteydi.

      – Kesmemiş, sadece biraz çizmiş. Önemli değil, çok geçmeden iyileşir, diyen Bulış, genç kadının ağlamaktan kızaran gözleriyle kamçı değen yanaklarına içten gelen öpücüklerini kondurur. Balkıya gözlerini açmadan:

      – Aslanım… Diyerek kendine doğru yaklaşan Bulış’ın yüzünü, sıcak nefesiyle alev gibi sararak kucağına gelip yapışır. Kartal pençeleri gibi kuvvetli elleriyle sıkı sıkı sarılarak iyice kucaklar. Kucaklaşınca tek bir bedene dönüşen iki sevgili, ay ışığı altında uzun bir süre dururlar. Buz gibi ayazda bol seksevilli düzlük pek ıssızdı. Ayakaltı karlarla kaplıydı. Bütün bunların hepsi bir kenarda kalmış gibi, ikisi soğuğu hiç hissetmiyordu. Âdeta yazın kavurucu sıcağındaymış gibiydiler.

      – Ne dedi? Niye sana el kaldırdı?

      – Boş ver… Ondan bahsetme… diyerek, yalvarır Balkıya.

      – Talak etmedi mi?

      – Ne yapacan? Evinin kapısından içeri sokamıyorken evlenecek miydin benimle sanki?

      Bulış ne diyeceğini bilemeden susup kalır.

      – Balım, der bir süre sonra. Bana kızma. Ben ne yapıp edip, seni bu azaptan kurtarmak isterim… Bütün her şeyimle senle…

      – Böyle beraberlik olmayıversin, diyen Balkıya sarılmak isteyen adamın kolunu itiverir.

      – Ne yapmamı istiyorsun? Anamı gördün ya. Ona karşı gelmeye Allah’tan korkarım. Dört evlâdını kara toprağa vermiştir. Yetimliğin, dulluğun azabını ondan daha fazla çeken kimse yoktur bu dünyada. Beni de böyle sıkıntılarla yetiştirmiştir.

      – İnatçı kocakarı… Balkıya gözyaşlarını silerek, ya benim suçum nedir?

      – Balım, böyle anlarda en iyisi sabır göstermek gerekir…

      – Sen… Sen sabredersin. Ya ben zavallı… Bütün millete… Balkıya hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. İki büklüm olan Balkıya’yı Bulış kuvvetli elleriyle sararak kaldırır. Daha sonra genç kadının yaş dolu kocaman güzel gözlerinden öper. O anda:

      – Bulış’ım, diye hıçkıran gönlü yaralı Balkıya, var gücüyle Bulış’ın boynuna sıkıca sarılarak kendini bırakıverir. İkisi kalın karlar üzerine yuvarlanıverirler. Karışarak yanan iki alev gibi birbirine sarılan sevgililer, çevrelerindeki soğuk dünyayı sıcacık duygularıyla yakıp kavurarak, nefes nefese sevişmeye başlarlar…

      3

      Hansulu uykuya dalmıştı. Bir süre sonra üşüyerek uyanınca, yanında yatan Balkıya’nın yokluğunu farkeder. Yatağı boştu. Uykusu kaçan Hansulu’nun kalbi hızla atmaya başlar. Akşamleyin Bulış’ın kapı önünde Balkıya’ya bir şeyler dediği gelir aklına. Kocaman dünya sanki daralarak avucunun içindeymiş gibi gelir bir anda. Hansulu, eniştesi Bulış’a çok saygı duyardı. Ortalıkta Balkıya ile Bulış’ın beraberlikleri hakkında ve daha bir sürü tatsız dedikodular dolaşmaktaydı. Böyle şeyler duyduğunda Hansulu, Bulış’a karşı bir soğukluk hissetmeye başlardı, fakat ara sıra sessiz sedasız, tazısını yanına alarak hiçbir şeyden habersiz ava gitmekte olan Bulış’ı gördüğünde, daha evvel duyduklarının hepsini unutarak, eniştesinin kahraman gibi şahsiyetini uzaktan hayran hayran izlerdi. Öyle anlarda, Bulış onun gözlerinde güzel kara doru atlı kahraman Kambar kadar yücelirdi.

      Kapıyı sessizce açarak içeri giren Balkıya’nın saç bağı şıngırdar. Yavaşça basarak gelip yatağa yaklaşır. Karanlık evde sadece nefesi duyulmaktaydı. Dış giysilerini soyunarak yatağa girer. Hansulu hiç kıpırdamadan uyuyormuş gibi yapar. Balkıya sıcacık yatağa soğuk havayı dışarıdan beraberinde getirmişti. Hansulu, Balkıya’nın nefesinden karlı gecenin, seksevillerin ve Bulış’ın kokusunu hissetmiş gibi olur. Başını yastığa koyan Balkıya’yı uyku basar ve esneyerek derin bir nefes alır.

      Sabahleyin Bulış’ın evindeki sofra kalkmadan kapıdan tıknazca esmer bir adam girer. Yumuşak sesiyle gülümseyerek girip selam verir. Bu gelen Majan’ın Kızıl Yorga’sıydı. Bulış, hemen ayağa kalkarak büyüğünün elini sıkar. Misafir evin başköşesine doğru geçer. Bu adamın adı Küren idi. Majan’ın akrabası ve sağ koluydu kendileri. Biraz da okumuşluğu vardı. Şehri görmüştü. Gözü açıktı. Majan’ın akıl hocası ve rehberi gibiydi. Şehre gittiklerinde beyin alış verişini yapan da oydu. Onun sayesinde Majan’ın işleri hep yolundaydı. Dosta düşmana karşı daima tatlı dilli ve güler yüzlü davranmaya çalıştığı için “Kızıl Yorga” atanmış bir adamdı. Evin başköşesine geçerek yerleşince Büyük Nine’ye bakıp, ahenkli sesini mızıka gibi uzatarak:

      – Eveeet, yengeciğim. Köyümüz komşu olsa da ayda, yılda bir görüşüyoruz, nasılsınız, iyi misiniz? Her şey yolunda mıdır?

      Elinde kepçesiyle kazandaki sütü karıştırmakta olan esmer kocakarı:

      – Şükür Allah’a, der sert bir şekilde. Bir şeyler umarak gelen Yorga’ya pek soğuk davranır. Kızıl Yorga gülümsemesini sürdürerek şimdi de Bulış’a doğru döner.

      – Evet, Bulışcığım. İşlerin iyi gidiyor mu? Evet, bu sene kumda geyik bolmuş, attığın ok yerini bulup, ardına düştüklerin elinden kurtulmuyormuş, diye duymaktayız…

      Her bir sözünü yumuşak bir şekilde kurnazca dile getiren şu Yorga ile yüz yüze gelince Bulış, hep durduğu yerde ne diyeceğini şaşırırdı. Şimdi de kocaman ellerini koyacak yer bulamayarak iyice rahatsız olmaya başlamıştı. Bunu sezen büyük nine aniden:

      – Hey,