Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

ise şimdi sesi kesilmiş, bu işin sonunu merakla beklemekteydi. Uap ise ağzını açmadan oturduğu yerde iki yanağını oynatarak susmaktaydı.

      Kapı önünde yeni kesilmiş hayvanın derisini tuzlamakta olan Şege’nin ise rengi kaçmış ve gözünü kan bürümüştü. Tüm gücünü toplamaya çalışan Şege, orada oturanlara oklu bakışlarını dikmekteydi. Derken… Şarip hemen ilgilenerek, büyük gözlerini baykuş gibi oynatarak, çocuk gibi kıkırdayarak, uçacakmış gibi telaşlanarak:

      – Vay be, babacığım! Nasıl da çözdünüz bu sorunu… Bunun üzerine diyecek söz yok… Vay, kurbanın olayım, eskilerin aklına ne demeli… İşte, akıl… İşte, hak. Hey, Torka, sevinçten uçacağına ne diye susuyorsun. Sümüklü, acemi oğlun pek şanslıymış. Aç ellerini, diyen coşup sevinerek öncelikle kendisi ellerini açar. Torka gözlerini kısarak güler ve kocasını dirseğiyle dürter dürtmez ellerini açar. Geriye, ne diyeceğini bilemeyip düşünmekte olan bir tek Fahreddin kalır. İhtiyar Ahun ona doğru dönerek:

      – Haydi, kardeşim Fahreddin, aç ellerini. Fatiha okuyarak dua edelim, der ve sivrice gelen burnunu öne doğru uzatıp, yüksek kapı çerçevelerine doğru bakarak kemikli zayıf ellerini dua etmek üzere açar. Fahreddin, milletin peşi sıra istemeyerek de olsa ellerini açar.

      Bu arada Şege kapıdan dışarı doğru fırlar. Şarip ardından:

      – Vay, edepsiz…

      Labak Ahun ahenkli sesini şarkı söyler gibi uzatarak, yüksek sesle, makamlı bir şekilde dua etmeye başlar.

      – Eğuz– zu billâhi…

      Millet sessizliğe bürünür.

      “Fahreddin kızını Kozbağar’a verecekmiş, böylece Ezbergen’i kurtaracakmış,” gibi haber, köy insanlarına çabuk ulaşır.

      Büyük beyaz evin önünde sarı semavere ateş atmakta olan Hansulu, Şarip’in evinde alınan kararı bağrışarak koşuşturan çocuklardan duyarak, eteklerine sürüne sürüne “Anne! Anneciğim!” diye, koşarak eve girer. Anası kapı önünde gümp gümp karıştırarak kımız hazırlamaktaydı. Olan felaketi o da çocukların bağrışmalarından duymuştu. Yayığı elinde, yüzü asık ve rengi atmıştı. Dışarıdan koşarak gelen kızını kucaklayıverir.

      – Aman Allah’ım, hiç mi insanın fikri sorulmaz… Bu biçareye de ne olmuş? Gel, o aklını kaybetmiş babana gidelim, diye, ellerini silerek kapıya doğru yönelir.

      – Gitmeyeceğim, der, Hansulu aniden. Gözleri öfke doluydu. Suratını asmıştı ve söz dinleyecek gibi değildi. Zavallı anası; “Tamam, ben kendim giderim,” diyerek eşarbını düzeltir ve yavaşça kalarak dışarıya doğru yönelir. Dünya tersine dönse bile her zamanki nezaketinden bir şey kaybetmeyen, hep sakin davranmaya çalışan bir insandı. Bu onun her zamanki haliydi.

      Babasının aldığı karardan vazgeçmeyeceğini bilen Hansulu’nun şimdi dünya başına yıkılmış gibiydi. İçi yanmaktaydı. Çadır kenarına sıkıştırılmış kamçısını çıkarıp eline alır almaz, bağlı duran kara doru atına doğru koşar. Nedendir bilinmez, ama tam koşarken aklına bir şey takılır ve Kozbağar’ın evine doğru döner.

      Kozbağar dayak yiyince yataklara düşmüş ve evinde dinlenmekteydi. Yüzü gözü şişmişti. Daha demin gelen Şege, onun ödünü iyice koparmıştı. Hiçbir şey demeden gelerek yakasına yapışmış ve yatağından çekerek çıkarmıştı. “Köpekoğlu, Han-sulu senin neyine?” diye, boğuyordu az kala. Kendisi ise neredeyse ağlayacak gibiydi. “Hey, Şege, sen ne diyorsun?” diye, bu da kendini savunmaya çalışmıştı. Şege, aklını kaybetmiş gibiydi. Bunu yatağa iter itmez, kendisi kapıdan dışarı fırlayarak hızla uzaklaşmıştı. Âdeta, Azrail peşine takılmış gibi pek telaşlı ve sinirliydi. Hayret bir şey. Böylece Kozbağar, şok içinde otururken, kapı önünden birkaç çocuk bağıra bağıra konuşarak geçerler. O anda Kozbağar, Şege’nin neden “aklını kaybettiğini” anlar ve mutluluğunu gizleyemediği için yüzünde bir gülümseme belirir. Gözünün önüne incecik selvi boylu Hansulu’nun hayali canlanır. Nazikçe gelerek boynuna sarılarak, koynuna giriyor gibi oluyordu hayalindeki Hansulu. Bu durumu hiç aklı almıyordu. Hansulu, Kozbağar’ın eşi. İşte, çok ilginç…

      Böyle hayallerle kafası karışmışken, kapı pat diye açılarak içeri Hansulu’nun ta kendisi gelip girmişti. Rus subayları gibi dimdik durmaktaydı. Simsiyah gözlerini kan bürümüştü. Ok gibi kirpikler, gonca gibi ağız… Elindeyse kamçısı vardı.

      Kozbağar, Hansulu’yu görünce çok düşünmeden yorganı başına çekiverir, fakat kız yanına gelerek başından yorganı çekip fırlatır ve:

      – Sen mi beni alacak olan?

      – Eyvah, ben değilim! Diye, bağırır havaya kalkan kamçıya bakarak ödü kopan Kozbağar, “Şak” diye sağ kalçasının üzerinde kırbaç şaklayınca:

      – Vay, yandım anam! Diye, çığlık çığlığa bağırmaya başlar.

      Kendini beğenmiş keçi gibi inatçı kız, geldiği gibi dimdik bir şekilde kapıyı çarparak çıkıp gider.

      Bu arada, Şarip’in evinin dışında Hanımı, Fahreddin’i görür görmez, sert çıkmaya cesaret edemeden:

      – Neler oluyor hayatım? Sana ne oluyor böyle?

      Fahreddin oldukça yakışıklı ve anlamlı bir yüz ifadesine sahip bir adamdı. Ağarmaya başlamış sakalları rüzgârla birlikte uçuşuyor, somurttukça yüzündeki çizgiler daha da belirginleşiyordu. Kaşlarını çatarak derin düşüncelere dalmıştı. Yüzü çok asıktı.

      – Hanım… Zamana ve olan bitene daha soğukkanlı bakabilmek gerekir. Günümüzde, altın başlı beylerle zenginlerden, bakır başlı fukara daha iyidir. Bunu görebilmek, fark edebilmek, tartabilmek gerekir. Benim de düşündüğüm kızının geleceği anlamak gerekir, diye, yavaşça fısıldar hanımına.

      1927 yılının sonbaharında “Taskudık’ın (Taşkuyu’nun)” başında olan bu olaydan, Jem nehrinin güney tarafındaki Üç Oymauıt ile Donıztay (Domuzdağ) bozkırlarını mekân eden kalabalık Tabın halkı, çok kısa bir sürede haberdar olmuştu. Çok zengin olmasa da, halk arasında âdil yönetimiyle ve söz ustası olmasıyla meşhur olan, yüksek kişilik sahibi köy ağası Fahreddin’in, tek kızını kapısındaki hizmetçisine kendi rızasıyla vermek üzere olması, duyanları çok şaşırtmıştı.

      SIRA DAĞLAR ÜZERİNDEKİ GÖÇ

      1

      Gece boyu kar yağmıştı. Sam’daki sıcacık ahırları olan kışlaklarında bir iki hafta daha kaldıktan sonra göç etmeye hazırlanan köylüler, yağan karla birlikte pek telaşlanmışlardı. Erken düşen kar, göç kon işlerini zorlaştırmıştı.

      Gece Hansulu göz kırpmamıştı. Sıcak yatağına iyice gömülerek, gözlerini kapatıp uyumak istiyor, fakat çaresizlik içinde sonu gelmeyen düşüncelerle boğuşarak, yatağında dönüp durmaktaydı. Soğuk rüzgârlı gecenin sırlarıyla baş başa kalmış gibiydi. Bu sırları örten gece, ebediyen böyle sürüp gidecek, hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu.

      Düşünmekten iyice yorulunca, sabaha doğru uykuya dadı. Birden, evin tam ortasında gürleyerek yanmakta olan ocağın sıcağından uyanıverdi. Gözlerini açtığında, açık olan çadırın tepesinden gökyüzü görünüyordu. Anası, yanında yardımcı olan kadınlarla birlikte iki büklüm olarak evdeki yastık yorgan, giyecek, kilim, halı gibi ne varsa bağlayıp, toplamaya çalışıyordu.

      – Güzelim, kalk artık, köy göçmek üzere, diyen anası, ona kışın