Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

gün boyunca geceleri dinlenerek, gündüz yollarına devam eden yolcular, dördüncü günü Költaban’dan geçerek Üstürt’e çıkarlar. Aç, zayıf düşen bir sürü koyunlarla keçiler yollarda kalır. Üstürt’ün düm düz ovasında tıngır tıngır ilerleyen göç, aradan bir hafta geçince Öküm– Kıyık’ın tuzlağını geçerek, ikinci haftada Sam’ın kumuna ayak basar. Buradaki kumlar ince karlarla kaplı ve kalın otlarla doluydu.

      Açlıktan gözleri kararan hayvanlar, göze çarpan bütün çalılara kurt gibi saldırarak yemeğe başlarlar.

      Köy, kalın seksevil dolu, uçsuz bucaksız düzlüğün ortalarına doğru geçerek, her sene kışladıkları sıcak kışlağa gelip yerleşir.

      Hansulu için kış mevsiminin neşesiz ve sıkıntılı günleri başlamıştı. Bugüne dek kimselerin incitmediği nazlı kız, başına gelen olaylar yüzünden ne kadar sinirlendiyse de, bütün olan biteni sessizce kaldırmaya çalışıyordu. Babasına, “Neden böyle yaptın?” diye, ağzını bile açmamıştı. “Babacığım,” diye, eskisi gibi babasına nazlanmayı da bırakmıştı. Babası da, “Neden bu haldesin?” diye, sormamıştı bile. Babasının kafası başka meselelerle karışıktı. Akşam olup, Ezbergen ikisi ayrı kaldıklarında hep tartışmaya başlıyorlardı. Sık sık Afganistan, İran hakkında konuşuyorlardı. Annesi de ağzını açmaz olmuştu. Kışlağa yerleşince kızının çeyizini hazırlamaya girişmişti. Sabah akşam dikiş makinesiyle hep bir şeyler dikmekle meşguldü.

      Kış akşamı bugün de erkenden çökmüştür. Daha kandiller yakılmamıştır. Ortalığa akşam telaşı hakimdir. Evin içi yarı karanlıktır. Ortadaki üç bacaklı demir ocakta yemek pişmekteydi. Kış için kesilmiş ve pişmekte olan etin kokusu pek iştah açıcıydı. Kazanın altındaki odunlar alev alev yanmaktaydı. Hansulu, yanan ateşten gözlerini ayırmadan dombırasını çalıyordu. Derin düşüncelere dalıp gitmişti. Ağır duyulan dombıra sesi, yaralı kızın yüreğinin tek dert arkadaşı gibi, âdeta hıçkırarak ağlamaktaydı.

      Sırga hanım, dikiş makinesini bir kenara koyup, yavaşça yerinden kalkarak gidip kapı taraftaki kandili yakar. Fiziği düzgün, güzel, nazik karakterli annesi, âdeta bir gölge gibi sessizce hareket etmekteydi. Şu akşam vaktinde dombırasıyla baş başa kalarak dertleşen kızının rahatını bozmak istememekteydi. Ev içindeki ağır sessizliği köyün diğer tarafından gelen kavga sesleri bozar. Sırga Hanım hemen dışarıya kulak verir. Hansulu da hızla yerinden kalkar kalkmaz dışarı çıkınca, köy ortasında alev alev yanmakta olan ateşi görür. Millet tepeleyerek yığdığı karın rüzgârlı tarafında seksevilleri yakıp, karları eriterek içme suyu elde etmeye çalışmaktaymış. Biraz ötede eyersiz taya binen Jadakay, bağırarak kıra doğru koşan Şarip’in çevresinde koşturup duruyordu. Bağırıp çağıranlar da onlarmış meğer. Millet suyu muyu bırakıp, köy dışındaki ovaya doğru ilerler. Hansulu da oraya doğru koşar. İlk olarak gördüğü şey, Majan’ın kışlağından koşturarak gelmekte olan bir kadın olur. Tilki başlıklı bir adam, onun peşinden kovalayarak kamçıyla dövmekteydi. Kaçan kadının Balkıya, onu kovalayan erkeğin de Majan olduğu kır üstüne çıkıp izlemekte olan halka çok geçmeden malum olur. Balkıya’nın saçları darmadağın olmuştu. Üzerine giydiği dış giysilerinin etekleri sallanarak, karda sürüne sürüne ilerlemeye çalışmaktaydı. Bir taraftan iki eliyle başını korumaya çalışmaktaydı. Kamçıdan yüzünü başını kaçırarak kendini savunmaya çalışıyordu. Majan ise durmadan vuruyordu.

      – Tüh, kadını öldürecek gibi…

      – Bu adamı cin çarpmış olmalıdır…

      – Nazına katlanamayacaksa çok genç kadınla ne diye evleniyor ki? Sözleriyle kır üzerinde olan biteni seyretmekte olan halk, kendi aralarında konuşmaya başlamıştı.

      Derken, koşarak kaçmakta olan kadın, atın ayakları altında kalarak tepetaklak yuvarlanır. Balkıya’yı kurtarmak için ilk olarak tayıyla dalkavukluk yapıp Jadakay koşturur. Ardından yaya olarak Bulış avcı da yetişmeye çalışır. Koşarak gelip Balkıya’yı kaldırarak destek olmaya çalışan Bulış’ı da Majan kamçıyla vurur.

      – Tamam, yeter be… Diye sinirlenen Bulış, uzanarak ihtiyarın elinden kamçısını çekip alır ve sapını ortadan ikiye ayırarak bir kenara fırlatır. Majan’ın suratındaki beninin üzerine çıkan tek bir kıl dahi, sinirden dimdik olmuştu. Kumasına son defa bağırarak:

      – İşte, artık git, gideceğin hükümetine, defol! Seni bozulmuş karı, sülalen batsın senin, der ve sarı yorgasının başını hızla geri döndürerek, çekip gider.

      İki köyün arasında otlaktan dönen hayvanlar dağınık bir şekilde ilerlemekteydi. Hayvanların peşindeki çobanlarla deveciler de akşamüstü gelişen bu olayı merak ederek hızla olay yerine koşturmuşlardı.

      Bulış, zar zor yürümeye çalışan orta boylu ve tıknazca gelen Balkıya’yı kollarından desteklemekteydi. Hansulu da kalabalığın arasından bölünerek gelip, genç hanımın ikinci kolundan tutarak destek olmaya çalışır. Şarip ise keçisakallarını sıvazlayarak biraz ileride şaşkın şaşkın düşünmekteydi. Yanına tayını kamçılayarak koşturup Jadakay gelir. Gözleri dolu doluydu, gelir gelmez bağırmaya başlar.

      – Şarip ağabey, Ne olur, o zengine gününü gösterin. Hükümet olduğunuz doğruysa, bunu yapın, Şarip ağabey, babasının mezarına… Derken, gözyaşlarına hakim olamayan Jadakay, arkasını dönerek köyüne doğru koşturmaya başlar.

      – Ya, hükümet diyorsak da, karısını dövmeyen erkek mi olur? Lafını, etrafındakilere duyurarak konuşan Şarip, keçisakallarını sıvazlamayı sürdürmüştü.

      Balkıya’nın güzel beyaz yüzünün iki yerine kamçı izi düşmüştü. Aşağı bakıp, sessizce ağlarken, Bulış’ın kollarına yaslanıp yürümeye çalışmaktaydı. Cesur ve güzel Balkıya, genç Hansulu’nun gözünde dik kafalı, serbest ve kimseye boyun eğmeyen bir kadın olarak görünürdü hep. Şimdi ise işte, o gururlu, özgür ve güzel Balkıya, perişan duruma düşerek birileri tarafından incitilmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak sakinleşememekteydi. Balkıya’ya acıyan Hansulu’nun da gözleri dolar. Yüreğinde, Majan ve onun gibi düşüncesiz cahil kimselere karşı kızgınlıkla beraber kin de uyanmıştı.

      Bulış’ın evine yaklaştıklarında, Büyük Nine’nin gür sesi duyulur. Esmer ihtiyar kadın, elinde sopasıyla, param parça olmuş eski evinin önünde durup bekliyordu. Yüksek sesle, sert bir şekilde.

      – Hey, evladım! Benim derdim bana yeter. Bu davayı çözecek hükümet evi, ta öbür tarafta. Oraya götür. Buraya getirme sakın.

      Bulış zırlayarak:

      – Vay, anacığım, diyecekken, ihtiyar esmer kadın, “Yeter” diye sopasıyla susturuverir Bulış’ı.

      – Yeter… Kes sesini! Ne diyeceğin belli zaten. Söyleneni yap, diyerek, konuşmayı kısa keser. O arada Balkıya biraz kendine gelip toparlanarak:

      – Bulış, hükümet de, başkası da gerekmez bana. Beni köyüme ulaştıracak bir araç bul, yeter.

      – Gece oldu ya, balım.

      Esmer Bulış çaresizce etrafına bakınır. Onun bu halini gören Hansulu ona çok acır. Bulış’ın vefat eden eski eşi, Hansulu’ların akrabasıydı. Bu yüzden Hansulu Bulış’a “enişte” diye seslenirdi hep.

      Akşam olmak üzereydi. Koyunlar otlaktan dönüp, itler havlıyordu. Köy gürültü içindeydi. Köy halkı koyunlarını ağıllara yerleştirerek, develerini bağlayarak kendi işleriyle meşgul oluyorlardı. Hansulu, Bulış’ın önüne geçerek:

      – Enişte,