zil takılan deve yavrularıyla taylakları koşturan bu neşeli göç içinde keyfi yerinde olmayan biri daha vardı. O, yanakları içine çökerek iyice zayıflayan Şege idi. Babasıyla ikisi evin 30– 40 hayvanını önlerine katarak göç peşinden geliyorlardı.
Hayvanlarını otlatıp arada bir dinlenen göç, yavaşça ilerlemekteydi. Oyunu, eğlencesi, derdi, tasası, şakaları da eksilmiyordu. Önlerinde uzun bir yol vardı. Eskiden beri alıştıkları bir hayattı bu yaşadıkları. Alıştıkları yol, otu bol topraklardı bastıkları yerler. Her bastıkları yerde dolup taşan sular ve su kenarlarını mekân eden kazlarla ördekler vardı. Otlağa kavuşan hayvanlar da pek iyi görünüyorlardı. Köy insanının istedikleri de tam olarak bunlardı. Herkesin keyfi yerindeydi.
Bu şen şakrak göç, aradan yine iki hafta geçtikten sonra köyün yaylası olan Tügisken gölünün güney yanına ulaşarak yerleşir. Bir ay boyu bütün köy ve hayvanlarıyla birlikte taşınan halk, âdeta bir eğlenceli seyahati tamamlamış gibi huzur ve rahata kavuşmuştu.
Her yanı dümdüz olan alanın tam ortasında ayna gibi parlayan gölün güney kıyısı, kalın pelinleriyle yulafının yanı sıra türlü türlü yemyeşil otlarla doluydu. Köy tam da oraya yerleşmişti. Öğleden sonra yüklerini indirerek çadırlarını kurmaya başlayan köy, güneş akşama doğru Hantörtkül tepesinden aşarak yuvasına girerken, sıra sıra dizmeye çalıştıkları evlerini de dikip tamamlamışlardı. O dizilen evlerin tam ortasında yuvarlak, kocaman beyaz bir ev duruyordu. O, Fahreddin’in eviydi. Sağ tarafındaki beyaz ev ise Hansulu için özel olarak dikilen, kışın Beşşehir’den getirdiği yeni ev idi.
Evlerin önünde kazılan yer ocaklarında parıl parıl ateşler yanmaktaydı.
Öğle saatleriydi. Jadakay ile Şege göl kuşlarını ürküterek ılgın ağaçlı kıyıda ördek avlıyordu. Halk, yaylaya yerleştiğinden bu yana iki arkadaş ilk defa yalnız kalabilmişlerdi. İlk karşılaştıkları anda Jadakay’ın sağ kaşındaki morluklarla şişliği farkeden Şege çok şaşırır.
– Şerefsiz… Majan’ın çocuklarının yaptıklarıdır, diye önemsemeyerek omuzunu sallayıvermişti Jadakay. İlçeden birilerinin geleceği doğru mu? Zenginlerin hepsini yok edeceklermiş dediklerinin doğruluk payı var mı?
– “İlçeden gelmeyecekler” İlçe kurulacak, diye Jadakay’ın dediklerini Şege düzeltti. Eski kazalarda yaşayan zenginlere hükmedemeyecek olunca onları dağıtarak ilçe kurmaya karar vermişler. İlçe dediğin pek karışık bir şeymiş. Zenginlere, “Sizleri on sene boyunca şımarttığımız yeter. Artık, buraları terke-din.” diyeceklermiş.
– Ha, öyle mi, keşke öyle yapsalar iyi olurdu. “Ne zaman yeni bir hayata kavuşacağız?” diye, bekleye bekleye ölecek hale geldik ya.
– Sadece bizde böyle. Yoksa nerede… Başka yerde yaşayanlar çoktan yeni bir hayata kavuştular, diye Şege de çokbilmiş gibi kibirlenir.
– Şege, baban hükümette ya, duydun mu, uçak, araba dedikleri şeyler bizim topraklara ne zaman gelecektir? Sorgusuyla Jadakay, Şege’ye bakar. Şege bıyığından gülerek:
– Aman, sen de neler diyorsun. Uçak öyle dursun, öncelikle bir bisikleti bile görebilsek iyidir.
– Ah, keşke ben hükümet olabilseydim, diye hayıflanan Jadakay, çok üzülerek olduğu yere uzanıverir. Şege dayanamayarak güler:
– Evet, hükümetin başında sen olsaydın neler yapardın bakayım? Dedi dalga geçerek.
– Şaka yapmıyorum, hükümetin başında ben olsaydım, bizim zenginleri “pat küt” hallederdim yani. Anasını… İlçe olana kadar onların böyle rahat hayat sürmelerine izin vermezdim…
Jadakay ile Şege kuş avladıklarını unutarak koyu sohbete dalmışlardı. Köy taraftan Karaker atıyla koşturarak gelen Hansulu’yu bile fark etmemişlerdi.
Güzel gözleri hafif yaşarmış Hansulu, yalnız geliyordu. Demin evine köyün büyükleri toplanmıştı. İçlerinde Vıyakçı Şarip, uzun boylu Uap, Büyük Nine ve Bulış vardı. Ak devesini koşturtarak Jılıbulak’tan Labak Ahun da gelmişti. Fahreddin’in misafir evi insanlarla dolup taşmıştı. Annesi ona işaret ederek dışarı çağırıp:
– Güzelim, sen gidip başka evde oturadur. Dedi. Pek üzgün görünüyordu. Genç kız yüreği, olumsuz bir şeylerin olacağını hissetmişti. Bağlı olduğu yerinde duramayarak hareketlenen Karaker atına binerek başının aldığı tarafa doğru ilerlemeye başlamıştı. Çok geçmeden köyden al don ata binmiş bir çocuk koşturarak hızla yanından geçiyordu. Su kıyısında yattığı yerden bağırır Jadakay:
– Hey, serseri, dur! Buraya gel!
Hızla koşturan çocuk atının başını zar zor çevirerek göle doğru döndü. Al don at koşmaktan nefes nefese kalmıştı.
– Ne dedin?
– Hey, evladım! Nereye koşturuyon böyle nefes nefese?
– Düğüne davet etmeye. Önümüzdeki çarşamba günü düğün var, Fahreddin kızını evlendiriyor, diyen çocuk, uzaktan bağırarak tekrar atını kamçılayarak koşmaya başlar.
– Vay, be! Şuna bak… Dedi Jadakay, gözleri fal taşı gibi açılarak atını sulamakta olan Hansulu’ya bir, rengi atan Şege’ye bir bakarak. Şege’nin canı iyice sıkılmış ve yere bakıyordu.
Jadakay diklenerek yerinden kalktı.
– Şege, işte, delikanlım, şimdi ne yapacağız? Hansulu gerçekten de Kozbağar’ın mı oluyor şimdi. Anasını sattığım, kızı kaçıralım en iyisi. Kendisi razı olur mu acaba? Seni seviyor mu o?
Şege sessizdi. Dişlerini sıkmış, gözleri dolarak yere bakıyordu.
Al don atlı haberci, pelinli, otlu düz bozkırda âdeta akan bir yıldız gibi kayarak uzaklaşmaktaydı.
HAREKETLİ YAZ
1
Düğüne sayılı gün kala kurban bayramı olmuştu. Millet sabahın erken saatlerinde kalkıp, ağıldaki hayvanlarının içinden kurban edecek mallarını seçerek hazırlıklara başlamışlardı. Güneş doğar doğmaz evlerin önünde kurbanlar kesilerek, ateşler yakılır. Herkesin keyfi yerindeydi ve pek hareketlilerdi. Kazanlarıyla bulaşıklarını temizleyip, kelle paçalarını ütüleyerek ocak başlarında koşuşturan kadınlar vardı. Aşık kemiklerini toplamak için çocuklar birbirleriyle yarışıyordu. Biraz ilerilerde, kesilen hayvanların artıkları için dalaşan itler geziyordu. Bütün bunların hepsi, Kurban bayramı hazırlıkları yapan eski köyün alışılagelmiş telaşlı yaşamıydı. Yılda bir defa kutlanan bu bayramı kışı zar zor atlatan köy halkı özlemle beklemişti.
– Bayramınız mübarek olsun.
– Âmin…
İşte, bugün, köydeki evlerin hepsinin kapısı açıktı. İyi niyet hakimdi. Sofralar seriliydi. Üç gün boyunca bu sofralar hep serili kalır ve üç gün boyunca bayramlaşmaya gelenler de hiç eksilmezdi. Kapına kim gelirse gelsin, o senin misafirin olurdu. Böyle günlerde bütün herkes en yeni ve en güzel giysilerini giyer, yiyecek konulan sandıklar açılır, bağlanıp saklanan bütün dünya mülkler, giysiler, kumaşlar çıkarılarak sergilenirdi. Evlerin içi zengin kızın çeyizi gibi süslenip püslenip güzelleşirdi.
Öğlene doğru hızla koşturarak idari birlik başkanının habercisi gelir. Atı iyice yorulmuş ve ter içinde kalmış. Haberci gelir gelmez direk Şarip’in evine iner. Çok geçmeden köy yeni haberle çalkalanır. “Vekil geliyormuş”, “İlçenin başkanıymış”. Bu haberi ilk duyan Şarip olmasına rağmen, diğer