Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

Bey’in evinde her şey var, mal mülk de var, yemek de çok, o kadın azmış, bu neden acaba? Diye, sual sordu bir kâse kımız içince rahatlayıp terlemeye başlayan Kalaşnikov şakaya vurarak. Apanas onun dediklerini Kazakçaya çevirdi. Konuklara hizmet ederek, kâseleri uzatmaya çalışan Şarip dayanamayarak bastırdı kahkahayı.

      – İşte, deminden beri “Örnek Bey”, bu Beyi övdüğümüzün sebebi bu ya. Onunla da kalmıyor? Diye sohbete karışan Şarip, diğerlerine ağız açtırmıyordu. Onunla da kalmıyor, efendim, bu Bey kapısındaki uşağına kendi kızını vererek bu bayram sonrası düğün yapmaya hazırlanıyor. Bu da yetmiyormuş gibi, başlık almadan veriyor kızını. İşte, bu bey, böyle adaletli adamdır.

      – Gerçekten de sizin öz kızınız mı? Derken, dikkatle bakakaldı Kalaşnikov.

      Fahreddin, dolan gözlerini aşağı çevirerek.

      – Evet, öz kızım… Tek kızım…

      Şaşırarak kafasını sallayan Kalaşnikov.

      – İlginç. Dedi.

      Kapı önünde sessizce yemek hazırlamakta olan açık tenli Sırga Hanım, fokurdayarak kaynayan semaverin sağ yanına yanaşarak nazikçe dizlerinin üzerine çöktü. Yeni gelmiş gelin gibi bir dizinin üzerine oturarak çay sandığından yepyeni Rus porselenlerini çıkararak, Çin ipek bezleriyle silip, sofra kenarına yumurta dizer gibi dikkatle dizerek yerleştiriyordu. Bir süre sonra, sofra başındakilere güzel çiçek desenli kâselere doldurulan hoş kokulu Hint çayı sunmuştu.

      Açıkgöz başmisafir bütün bunları dikkatle izlemekteydi.

      Geniş yakalı beyaz gömleğinin üzerine yeşil ipek kaftanını atarak bağdaş kurarak rahatça oturan Fahreddin, omuzlarını kaldırarak Kalaşnikov’un yüzüne bakıp, konuşmaya hazırlandı.

      – Hükümet siyasetinden haberdarız. Anlıyoruz da, hükümet fazla hayvanlarla mal mülke el koyuyor. Aldıklarını ortaya atıyor. Tamam, diyelim. Böyle bir şeye kendim razıyım, karşı değilim. Alsın. Fakir fukaraya dağıtsın, fakat düşünüp taşınınca bir şeyi anlamıyorum. Mal mülküne el koyarak, çoluk çocuğuyla kendisini ortada bırakacak kadar ne günahı vardır bu zavallı zenginlerin?

      Kalaşnikov, döşeği bir kenara doğru itip, biraz düşününce başını kaldırdı.

      – Böyle bir sual yönelteceğinizi tahmin etmiştim, dedi. Bu suali yalnız siz değil, egemen sınıfta hükmedenlerin hepsi sorar. Öncelikle, sizin halkınızda “Mal bakana aittir, dünya bulana aittir,” diye bir atasözü varmış. Bu söz, halk tarafından çok bilinçli söylenmiş bir sözdür. Partinin bugünkü siyaseti, sadece halkın bu hayalini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Eskiden beri zenginin malını ırgatlar, çobanlar gütmüştür. Parti, şimdi ise işte, o hayvanları ırgatların eline teslim etmek istiyor. Evet, Sovyet hükümeti ırgat çalıştıran büyük zenginleri rahat bırakmayacaktır. Sebebi, zengin zengin olalı, ırgat da ırgat olalı, zenginler kendi ırgatlarına rahat bir hayat sürdürmemiştir. Hükümet ise yoksullarındır.

      Fahreddin burada gerçekten kaybetmişti. Sohbetin yönünü hemen değiştiriverdi.

      – Hayır, yoldaş efendi. Ben zaten şimdiki hükümetin siyasetine karşı değilim. Aksine, onları kolluyorum. Hükümet uygun görürse kendi razılığımla fazla mal mülkümü vermeye hazırım. Sorduğum şey, hükümet alacağını alınca bizleri perişan edip, yerimizden yurdumuzdan ederek çaresiz bırakmaz mı, diyorum, diye Fahreddin, ter içinde kalarak pek huzursuz olmuştu.

      – Yo–yook… Diye sakinleştirmeye çalıştı Apanas. Hepsi kanunlara uygun olarak gerçekleşecektir. Sizin yeriniz zaten ayrıdır. Hükümet için yaptığınız çalışmalarınız mutlaka dikkate alınacaktır.

      – Bey ağa, işin aslına bakacak olursak, siz çok zenginlerden sayılmıyorsunuz. Gelişigüzel söylenen her söze inanıp korkmayı bırakın, sözleriyle Dükenbay da Fahreddin’i rahatlatmaya çalışır.

      – İkramlarınız için teşekkür ederim, diyen Kalaşnikov, Sırga Hanım’a dönerek başını eğdi ve ardından askerler gibi hızla hareket ederek yerinden kalktı.

      Diğer misafirler de onunla birlikte alelacele ayaklandılar.

      Esmerce gelen polis Jekey, evden herkesten önce çıkınca, demin bıraktığı yerde Boğabay’ın olmadığını farkeder. Surjekey yüreği hoplayarak “Buna ne oldu acaba?” diye, merakla evin arka tarafına döndüğünde, Boğabay ev arkasında iki genç delikanlıyla tartışmaktaymış. Genç delikanlılardan kısa boylu, geniş omuzlu ve şişmanca olanı eve girmek için ileriye doğru atılıyordu. Boğabay, iri bedeniyle onun önünü kesmeye çalışmaktaydı. Surjekey, hızlı adımlarla hemen yanlarına geldi.

      – Siz ne yapıyorsunuz bakayım? Dedi sinirlenerek.

      – Bir zamanlar beraber çobanlık yaptığımız gençler bunlar. Beyin kızını kurtarmak istiyoruz, bizi gelen vekillerle görüştür, diyorlar. Olmaz, diyorum anlamıyorlar, dedi Boğabay terini silerek.

      Jadakay’ın gözleri fal taşı gibi olmuştu.

      – Yoldaş polis, bizler adalet için savaşmaktayız, Vekile şikayetimiz var.

      – Hey, nerdeki vekil? Bu gelen ilçenin sekreteri oluyor, diye Surjekey iyice sinirlendi. Haydi, bakalım, defolun. Marş…

      – Ağabey, şikayetimiz vardı iletecek. Dedi Şege, o adamın üzerine giderek.

      – Ne şikayeti?

      – Fahreddin kızını kendi isteğiyle değil, zorla veriyor…

      – Siz de kimsiniz?

      – Bizler yoksul gençleriz.

      – Öyleyse kaybolun bakayım. Zorbalık gördüyse şikayeti kızın kendisi yazsın. Marş… Dedi Surjekey, Şege ile Jadakay’ı göğüslerinden iterek.

      – Adalet için savaşamayacak mıyız yani? Sovyet hükümeti nerede?

      – Marş! Diye, bağırdı polis. Jadakay ile Şege yavaş yavaş geriye çekilmek zorunda kaldılar.

      Bu arada gelen misafirler atlarına binerek uzaklaşmışlardı. Majan köyüne doğru gidiyorlardı. Köyden çıkarlarken Kalaşnikov:

      – Gerçekten de bu memlekette hala hiç bir şey değişmemiş görünüyor. Devrim rüzgârı buraları es geçmiş gibidir. Üf, çok şeyler yapmak lazım. Çok şeyler, dedikten sonra derin bir iç çekerek kafasını salladı.

      2

      Hansulu bugüne dek birçok düğün derneğe katılmıştı, fakat bugünkü kadar keyifsiz bir düğünü hiç görmemişti. Bu düğün, Hansulu’nun kendi düğünü idi.

      Babası bugüne dek biriktirdiği bütün mal mülkünü bu düğün için hesapsızca harcamaktaydı. Köyün iki ucunu birleştirecek şekilde yüzü aşkın ev dikilmişti. Yüzlerce koyunlar kesildi. “Düğün başı” şarkısını söyleyen ozana at bindirdi. “Ocak yarışı” yapanlara bile başta bir at olmak üzere bir sürü mal dağıttı. Bütün köyün katıldığı at yarışına iki yüz kadar at verip, büyük ödüle kocaman iki deveyi dikti. Güreş yapan pehlivanlara büyük ödül olarak bir at verdi. Âşıklar atışmasında yenenlere de yenilenlere de ödüller dağıttı. Çok eskilerde Kospan’ın hayrına verilen yemekten sonra, ilk defa böyle büyük bir merasim gerçekleşiyordu. Bütün bu söylenenlerle yapılanların hiçbirisi Hansulu’yu birazcık olsun etkilememişti. Evin tam ortasını bölerek çekilen perdenin arkasında, kız arkadaşlarının ortasında, büyük düğün ile eğlence dolu çevreye sadece kapı kenarından ağlamaklı gözlerle bakmakla yetinmekteydi.