Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

kovmasını kovdu, ama yaptıklarından dolayı çok pişman olmuştu. Kumasını, “geri getirir misiniz?” demeye gururu el vermiyordu. Kızıl Yorga “Balkıya’nın geri getirilmesini ben üstleneyim,” deyince, pek sevinmişti. Kuması biraz dik kafalı biriydi. Bu yüzden artık onu ikna edebilecek kimse varsa, o da Yorga ve onun tatlı dilidir, diye düşünmüştü.

      Daha sonraki olaylar aynen onun düşündüğü gibi gelişmişti. Öğleyin Kızıl Yorga, Balkıya’yı alarak, iki köyün arasındaki kumlu tepeyi aşarak gelmekteydi.

      4

      Hansulu’yu gelin etme düğünü için anasıyla babası hazırlıklarını hızlandırmıştır. Anası çeyiz hazırlamakla uğraşmaktadır. Anası sabahtan akşama kadar kat kat yorgan döşekle onlarca çift giysi dikmekle akşamı ederken, babası kış ortasında ta Oy’daki Beşkala’nın7 pazarına gidip geliyordu. Düğün için gerekli ihtiyaçları almak için, pazara sürüyle deve, at götürüyordu. Hansulu için dikilecek evi de o Karakalpak topraklarından getirmeyi planlıyordu.

      İnsanın her yanını donduran kış aylarının, ayazlı soğuk sabahıydı. Bugün babası yanına Ezbergen, Bulış gibi sağlam delikanlıları alarak yola çıkmak üzere hazırlıklar yapıyordu. Hansulu, sıkıca giyinerek heybelere yol azıkların sıkıştırmaya çalışan anasının yanından uzaklaşmadan ona yardım etmeye çalışıyordu. O anda köyün yanından yine bir gürültü koptu. Bu aynen geçen günkü gibi, telaşlı bir şekilde haykıran bir sesti.

      – Hey, bu gürültü de nedir?

      – Estağfurullah, Allah, Allah! Diyerek, evden başta babası olmak üzere adamların hepsi hemen dışarı fırladılar. Kır üzerinden; “eyvah… Ölüyooruuum!” diye, bağıra çağıra ortalığı birbirine katan çığlık sesleri duyuluyordu. Çok geçmeden bütün köyün büyükleriyle kadınları dışarı çıktılar.

      – Hey, bu develerin peşine giden Kozbağar’ın sesi ya.

      – Evet, evet, bu ses onun sesi. Eyvah, bunu deve mi kovalıyor acaba? Arkadan Şoyınkara’nın gürül gürül çıkan sesi geliyordu.

      Şarip evden don gömlekle dışarı fırlamıştı. Viyaklayarak bağırıyordu:

      – Şoyınkara mı? Vay, kahrolasıca Şoyınkara. Ortalığı param parça edecek o, eyvah, parçalayacak. Ellerinize sırık, sopa alın. Diyerek, alelacele geri eve girdi. Herhâlde üzerine bir şeyler giymeye gitmiş olmalıydı.

      Kendisinden büyük dev sopayı sürükleyerek kıra doğru Tor-ka Nine de topallayarak ilerlemeye çalışıyordu.

      – Zavallıyı öldürecek bu kahrolası şey ya. Uap, nerelerdesin? Diye, bağıra çağıra gidiyordu.

      Derken:

      – Öldüüüüm! Çığlığıyla, hüngür hüngür ağlayan Kozbağar, tepeden atını kırbaçlayarak karşısına çıkar. Başındaki başlığını düşürmüştü. İki gözü arkadaydı. Arkasından âdeta Azrail kovalar gibiydi. Peşi sıra tepeden canavar gibi Şoyınkara da görünmüştü. Ayaklarının altındaki karları savurup dağıtarak ortalığı kasıp kavuran Şoyınkara, hızla koşturarak gelip tepenin üzerinde durmuştu. Erkek deve, “Höst!”, “Dur!” diye, bağırıp çığlık atarak karşı gelen bir grup insana bakıyordu. Şoyınkara, cin çarpmış gibi yerinde duramayarak köpürüyor ve hiddetinden zangır zangır titriyordu.

      Sopalarını sallayan insanlar, onu görünce ürkerek geri kaçmaya başlarlar.

      – Vay, geberesice, diyerek dev sopasını bir kenara fırlatan Torka Nine de topallayarak kaçmaya çalışıyordu. Kaçışan kalabalığın önünde hızla koşan Şarip, ahıra ulaşır ulaşmaz arkasına dönüp, çok gerilerde kalan deveye sırığını sallıyordu. Ülek8 koca bacaklarını açarak, gür gür haykırarak, ağzından köpükler saçıyordu. Halk:

      – Anlaşılan bu deve iyice azmış ya.

      – Görmüyor musun, tam da kıvamında, çıldırıyor.

      – Ya, evet, öyle.

      – Şimdi bu hayvan yanına kimseyi yaklaştırmaz da, diyen sesler yükseliyordu.

      5

      Pazarcılar Beşkala’dan döndükten sonra, bu köyde yine bir olay gerçekleşir. Sabaha doğru Vıyakçı Şarip bakır ibriğini eline alıp abdest almak üzere dışarı çıkmıştı. Fahreddin’in mutfağıyla yan yana duran Ezbergen’in çadırının yeri bomboş kalmıştı. Evinin yerinde yeller esiyordu. Akşamleyin buradaydı, sabaha doğruysa izi bile yoktu. Taşınmışlardı. Kaçmışlardı. Hükümet önünde bu köyden sorumlu olan Vıyakçı Şarip gözlerine inanamayarak durduğu yerde donakalmıştı. Elindeki bakır ibriği pat diye yere düşünce sıçrayıverir Şarip.

      – Vay, insafsız! Vay, haydut! Vay, yaptın yapacağını ya… Dur bakalım, görürsün sen, haykırışıyla acı acı bağırarak, tepeye doğru koşmaya başladı. Etrafına bakındı. Alaca karanlıkta, uzak yakın yerlerdeki bütün sekseviller, ona Ezbergen’in göçü gibi gelmekteydi. Bütün köyü ayağa kaldıran Şarip, doru atına binerek koşturmaya başlar. Koşturarak gittiği yerden çok geçmeden atını yedeğine alarak geri döndü. Uyumakta olan Şege’yi hırpalayarak uyandırır ve Göksengir’deki idari birlik başkanına gönderir. Bunun ardından öğleden sonra kılıcını sallaya sallaya köye polis Bukabay gelir. O da köyde bir o yana bir bu yana koşturup; “İyi olmuş, onu daha geçenlerde yok etmeliydik. İşte, şimdi eşkıya oldu,” diye kaşlarını çattı. Millet ürkerek polis Boğabay’ın ağzına bakıyordu. Polis Boğabay; “Kardeşini sen kaçırdın,” diye, Fahreddin’i sıkıştırmaya başlamıştı ki, Şarip araya girerek onu kurtarmaya çalıştı. Böylece, haksız yere suçlanmakta olan günahsız Fahreddin’in başını bir beladan alıkoyar.

      Çok geçmeden güney taraftan ılık rüzgâr eserek, havalar ısınır ve kar erimeye başlar. Yağmurlu serin hava yumuşayınca, koyunların hepsi kuzulamaya başlarlar. Köy halkı için hayvanların yavruladıkları çok yoğun bir çalışma ve telaş dönemi başlamıştı. Hayvanların birçoğu yavrulamıştı. Kuzular ayaklanmaya başlar başlamaz, Sam’da kışı geçiren halk yavaş yavaş harekete geçerek, ta uzaklardaki yaylalarına, yem boylarına doğru taşınmaya başlar.

      Millet kış başlarındaki gibi birbirinin peşine dizilerek değil, enine boyuna serile serpile, hepsi birden yola koyulmuştu. Kışınki gibi ileriye atılarak acele de etmiyorlardı. Kuzu koyun, sayısız develeriyle atlarını geniş otlaklarda sakince otlatarak taşınıyorlardı. Kuzu koyunların melemeleri çobanın söylediği şarkılara karışıp, uçsuz bucaksız yemyeşil bozkırda rengârenk şekilde hareket etmekte olan göçü daha da güzelleştirmekteydi. Üzerleri yük dolu develer sallana sallana ilerledikçe, boyunlarındaki bakır çan sesleri ahenkli bir ezgi gibi duyulmaktaydı. Deve üzerinde oturan kocakarılarla çoluk– çocuklar, göçü yedekleyen atlı genç kadınlar, göçle yan yana koşturan atlı delikanlılarla genç kızların hepsinin neşesi yerindeydi. Hepsinin yüzünden geniş yaylalarla yaza olan özlemle düğünlü eğlenceli, gırgır şamata dolu hayata karşı büyük bir istek ve arzu okunmaktaydı. Önlerinde göçebe halkın rahatça sefa sürebileceği uzun bir yaz vardı. Düğünlü, oyunlu, eğlenceli geceler ile sıcak duygulara dolu şen şakrak ve ilginç yaz mevsimi, onları beklemekteydi.

      Böyle bir yaz mevsimini, hayatı boyunca ilk defa yaşayacağı felaket dolu bir yazı geçirmek için acele etmeyen bir tek Hansulu idi. İlerilerde atları koşturtarak otlağı ayağa kaldıran Kozbağar’ın gülüşlerini duydukça Hansulu, kaşlarını daha da çatıyor