oylama yoluyla seçilir. Biyler Heyeti 5-11 kişiden oluşur.”
Bu sosyal kuruma yüklenen vazifelerin herbiri yaşam şartları doğuran ihtiyçlardır. Onlardan birini güçlü, birini zayıf diye bölemeyiz, çünkü bunların hepsi halk için hizmettir. Tüzüğün bi başka maddesinde “Biyler Heyeti köydeki sağlık kurumları, kamu hizmetleri ve de halka hizmet eden başka organiasyon ve kuruluşların faaliyetlerini denetliyor ve gereken kararları veriyor, sosyal yardıma muhtaç az gelirli, çok çocuklu aileleri, engelliler ve gazi emektarlarını belirler, indirim ve yardım etme konusunda il idaresine teklifte bulunur ve yerine getirilmesini kontrol eder.” denilmekte. Bu kadar büyük görevler üstlenen bir sosyal kuruma çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır. Bunun gibi kurumlar şehirlerde ve kasabalarda da kurulursa çok münasip olurdu.
Bugün köy ahalisi bam başka yeni düzenle karşı kaşıyadır. Bu yenilikler dolayısıyla bir sürü problemleri de beraberinde getirmiştir. Ama bu problemleri çözmeye yönelik kesin faaliyetler ve köy yaşam tarzına uygun programlar hala yapılmadı. Öyleyse köydeki iç meseleleri düzene sokan, sosyal adaleti sağlayan Biyler Heyeti gibi kurumlara çok ihtiyaç duyulduğu ortadadır ve toplum bu kurumu desteklemeli. Cumhurbaşkanı ve Yüksek Heyet, Biyler Heyeti’nin imkanlarını gözden geçirerek, onun resmi statüsünü belirlemeli.
Milli Bayram Lazım
Halkı yeni umutlara yönlendirmede, kutsal geleneklerimizi sağlamlaştırmada milli bayram çok önemli bir rol oynar. Çeşitli mesleki bayramların kutlanması da güzeldir. Bunun gibi dinî bayramların da manevi yönünü görmezlikten gelmek doğru değildir. Uygar ülkelerde böyle kutsal bayramların hiçbiri ayak altı edilmiyor, belli bir toplum için manevi önem taşıyan değerin bir başka toplum tarafından küçük düşürülmesine izin verilmiyor.
“Halık” gazetesinin ilk sayısında yayımlanan bir teklif benim ilgimi çekmişti. Bu, örf adetimizi, birlik ve barışı yeniden canlandırıp, geliştirmeye yönelik, Üç Jüz’ü (Kazak boylarının hem siyasi hem coğrafi etkenlerin yönlendirmesiyle Ulu Jüz, Orta Jüz, Küçük Jüz olarak üç gruba ayrılır.) bir araya getirip Kut bayramını kutlama teklifi idi. Bu halkın kalbinin bir köşesine özlemle sakladığı meseledir.
“Kut bayramını kutlasak” adlı makalede Kazak halkının yaşamında en önemli mesele olan ruşıldık ve jüzşildik problemlerini çözecek sosyal etkinlik hakkında çok önemli fikirleri dile getiriyor. Bizim halkın birliğini sağlamlaştıran bayramlara çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır.
Manevi temelini ve geleneklerini unutan ulusta bereket olmaz. Damarı kurumuş bir ağaç yaprak açar mı, meyve verir mi? Bunun gibi asırlarca kalıplaşan örf adetten vazgeçen halkın geleceği de yoktur. İşte böyle durumda özel anlam taşıyan, bütün halka ortak bayramları tekrar canlandırmak veya yenilerini düşünmek faydalı olur.
Nevruz bayramının 60 yıl sonra tekrar aramıza gelmesini halk coşkuyla karşıladı. Son zamanlarda tekrar hayat bulan bu gelenek milli şuurumuza aydınlık getirmişti. Bu bir taraftan milli bayramların ne kadar önemli olduğunu kavramamızı sağlayacak, bu güzel, ihtişamlı bayram, Kazakların dünyagörüşünü, gelenek, örf adetlerini tüm güzelliğiyle gözler önüne sererek başkalarının bizim geleneğimize saygı duymasını sağlayacak. Nevruz bayramı sayesinde unut kalan başka da örf adetlerimiz ortaya çıkıyor.
Kazakistan’da geleneksel bayramları tekrar canlandırmanın yanısıra yenilerinin de temelini atmaya ihtiyaç da, imkan da vardır. Bu arada eski bir meseleyi dile getirmek istiyorum. Stalin döneminde, sonra sovyet döneminde ülkemizde konuşulan diller dışlandı, sadece Rusçayı yayma siyaseti açıkça yürütüldü. Bunun sonucu olarak Kazakçaya kendi öz yurdunda öksüz muamelesi yapıldı. Şehirde ana dilini bilmeyen iki kuşak yetişti. Kazakça bilenler bile sadece konuşma dilinden ileri gidemeyen, edebi dilden habersiz insanlardı. Bu duruma karşı baş kaldıranları, yönetim makamlarında oturan kendi aramızdan çıkan nihilistler “bölücü milliyetçi” olarak suçladı. Son otuz sene içerisinde sekiz yüz Kazak okulu, Kazak bakanlar tarafından kapatıldı. Öz anasını tanımayan, gözünü kırpmadan vuran efsanedeki mankurtların ikizleri aramızda rahat rahat yaşamakta.
Dilimizin tahrip, milli namusumuzun ayak altı olduğu zamanda egemenliğin şifalı rüzgarı estiği için çok mutluyuz. Hemen korkunç hareketler belli oldu, millet siyasetini yanlış yürütme sebepleri açıkça söylendi. Haksızlıklar sırasında meydana gelen zararları yok etmeye yönelik dev adımlar atıldı. Kazak SSC Yüksek Heyeti’nin Dil Yasasını onayladığı gün, 22 eylülü halkımız hiçbir zaman unutmayacak. İşte bu günü Dil bayramı olarak kutlamak için teklifte bulunmuştuk. Bu teklifimiz toplum tarafından çok olumlu karşılandı. Ama idari makamlar bu hakkında resmi bir açıklama yapmadı. Başka ülkelerde böyle bir bayram olmayabilir, ama bizim, Kazaklar’ın böyle bayrama ihtiyacı var. Her sene 22 eylülde Kazak dilini geliştirmeye yönelik neler yapıldığı yönünde bir nevi hesap verme günü olurdu.
Şimdi de “Halık Keñesi” gazetesinde yer alan teklife dönelim. Makale yazarı, Kazak halkının eski başkenti Türkistan şehrine, dünyaca meşhur Hazreti Sultan Türbesinde bulunan Taykazan başına Üç Jüz’ün aksakallarını toplayıp, parti ve sovyet kurumlarının da katılımıyla KUT bayramını kutlamayı teklif ediyor. Biz bu görüşü destekliyoruz, bu fikri biraz açarak, anlamını genişletmek istiyoruz. İlk önce bu bayram, toplumda dert olan, kalkınmamıza engel olan boy ve jüzlere bölünme meselesini, üç Jüzü bir araya getirerek olumlu etkilerdi. Boylara bölünme meselesi, halkımızın medeniyeti geliştikçe, ulus geleceğini düşünme ihtiyacı arttıkça zayıflar ve şuurumuzdan tamamen silinecektir.
Halkın değer verdiği, hakikaten milli sıfat taşıyan bayramlar lazım. Ama ulusal bayramı belirlemeyi sadece iyi niyete değil de, tarihi temellere dayamak doğru olur.
Kazak tarihinde unutulmaz ağır iz bırakan olay, XVIII asrın 20’li yıllarında Jongar Kalmakları tarafından yapılan saldırı idi. O zaman Kazakları idare eden Sultan, Töreler kendi aralarında taht için savaşıyordu ve halkı düşmana kendi elleriyle vermişti. Jongarlarla savaşın geçtığı yer, izdırap çeken halkın çaresiz bırakıp gittiği toprak, işte bu Türkistan, Karatauv bölgeleri olmuştu. Buna tarihimiz ve şecerelerimiz şahittir. “Karatau’ın başından göç geliyor” diye başlayan hüzün dolu türküde bu gerçeği görüyoruz. Kazak Hanlığı’nın başkentinin düşman ellerine geçmesi acı kaybımız oldu, düşmana karşı savaşın zaferle sonuçlandığı topraklar da bu bölgedir. Üç Jüz bir olup, ortadan serdar seçilip, bütün halk gücünü birleştirerek düşmanı alt eden kutsal yer, Ordabasıdır. Bunun hakkında çok kitap yazıldı, bu yüzden de burada anlatmak fazla olur kanaatindeyiz. İşte Kazak halkının büyükleri birlik olmanın zamanı geldiğini anlar ve bir olup, halkın ortak menfaatını her şeyden üstün koydu ve birliğin sayesinde tarihi zafere kavuştu. Bu mühteşem zafer Millet Birliği bayramına tarihî temel oluşturabilir.
Jonğarlara karşı Kazakların üstün çıktığı Añırakay, Oyrantöbe savaşlarını da unutmadık. Añırakay savaşının tarihte çok önemli yeri vardır, o günlerin anısına bir anıt yapılmalı. Kazakistan’ın her tarafında Jongarlara karşı savaşan kahramanların anısına anıtlar yaptırmak boynumuzun borcudur. Ordabası bölgesine layık olduğu gibi ihtişamlı anıt yaptırmak, onu halkın bir araya geldiği ve tarihı hatırladığı bir yadigare dönüştürme fikri önceden de ortaya atılmıştı. Bu fikirleri, KUT bayramı teklifi hatırlattı. Eğer böyle bir bayram onaylanırsa onun ismi KUT, Milli Dayanışma, Birlik te olabilir. Ordabası ve Türkistan arası uzak değildir, insanların gidip gelmesi için çok uygundur. Bu bölgede dünyaya bilim nuru saçan Abu Nasr Al-Farabî’nin doğduğu yer Otırar da bulunmaktadır. Eski Ak Orda’nın astanası Sauran, Sığanak da bu bölgededir.