Rahmankul Berdibay

Ulus Olmak İstersek


Скачать книгу

belli bir derecede özetleyen, gerçek delillere dayalı sonuçları, Kazakistan milletvekili Engels Gabbasov’un “Egemendi Kazakistan” gazetesinde (16.01.1997) gazetesinde yayımlanan “Nükleer ejderinin zehiri”, “Kazahstanskaya Pravda” (11.12.1996) gazetesinde yayımlanan “Askeri Üsler, Kazakistan’ın kanayan yarası. Kapatmanın zamanı geldi.” Makalelerinden okuyabiliriz. Bu makelelerde Engels, askeri üsleri tamamen kapatma meselesi ele alınmıştır. Bu fikre başka milletvekilleri de destek çıktı ve Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev’a resmi mektup yollayarak, Kazakistan yerinde nükleer denemelerine izin vermemesini talep ettiler.

      Kazak halkı ve yurduna yapılan zülmü ne kadar anlatırsan anlat bitmez. Semey ve Aral bölgesinin felaketi hakkında yazılan kitaplar ve makalelerine göz atamadık. Onlar hakkında ne kadar anlatırsak az olur. Geçmişten sovyet devrinden kalma derdimiz olan, halkın kaderini “yukarıdakilerin” kendi çıkarlarına göre yazdığına dur diyecek zamanın geleceğine inanıyoruz.

      Tehlike sadece askeri üslerden gelmiyor. Uzmanların anlattıklarına göre Kazakistan’ı tehdit eden başka da korkunç tehlikeler vardır. Bundan biraz yıl önce askeri üslerin nükleer atıklarını Sarıözek’e gömdüğünü biliyoruz. Bunu da resmi yetkililer halka hiz zararı olmayan masum hareket gibi anlattı. Dünyanın parasını verse de, yerimize ölüm saçan atıkları gömdirmeyecek metin harekter lazım bize. Bunu unutmak isterdik ama, Kazakistan yerine nükleer atıklarını getirip gömme olasılığı hala da yüksek olduğunu söyleyen vatensever canların, yetkilileri tövbeye, yerli halkın haklarıyla oynamalarına son vermeye çağıran sesini çok duyuyoruz. Mesela, “Novoye pokolenya” gazetesinin 1995 yılının aralık sayısında yayımlanan “Kazakistan’a karşı sinsi nükleer savaş” adlı makalesinde R. İbrayev bazı yetkililerin Kazakistan’ı nükleer atıkları mezarlığına dönüşmesine dünden razı olduğunu ve böyle zalimce plan gerçekleşirse Kazak yurdu ve ulusunun geleceği karanlık olduğunu açıkça yazdı ve bunu destekleyen delliller sundu.

      Baykonur uzay alanının Rusya’ya uzun süreli kiraya vermenin, iklime, tabiata, insan sağlığına olan zararını yazmayan basın kalmadı. Füzeleri uzaya uçuran Rusya kazanırken, Kazak yurdunun neler kaybedeceğini bugünlerde büyüklerin yanı sıra çocuklar da biliyor. Yurdumuzu bize zarardan başka bir şey kazandırmayan askeri üsleri de, Bay-konur uzay alanını tamamen kapatma, onların sonuçlarında arınma sadece Kazakların değil, bu ğlkede yaşayan tüm halkın dileği olduğu bir gerçektir. Bu tehlikeden kurtulmadan, halın geleceğinden bahsetmek suçtur. Halkın güvenini kazanan Cumhurbaşkanımız ekolojik felaket kaynağını kapatarak halkın rızasını alır diye ümit ediyoruz.

II

      Bir yıl önce bir sosyal kuruluş toplantısında Kazakistan Adalet Bakanlığında çalışan bir güzel hanım söz söyledi. Onun sosyal faaliyetler konusunda biraz tecrübesi varmış. Rus okulunda eğitim aldığı, Kazakça sadece konuşma dilini bildiği konuşmalarından anlaşılıyordu. O, Kazakistan’da inanç özgürlüğü meselesinin tamamen çözüm bulduğunu, buna misal olarak da Adalet Bakanlığı’nda dünya çapında geçerli olan dinî akımları içeren 37 konfesyonun resmi olarak kayıtlı olduğunu söyledi. Bu konuda başka ülkeleri arkada bıraktığımızı ve devletimizin önder ülke olduğunu coşkuyla anlattı. Hatta bazı ünlü Kazakların çocuklarının din değiştirdiğini, sanki bir güzel haber veriyormuş gibi gülümseyerek anlattı. Bu arada ben dayanamadım “Bu çok az değil mi, Kazakistan’ı dinler gezegenine dönüştürmek için 370 konfesyon kayıt etseydiniz.” dedim. Bakanlık görevlisi, bana şaşırarak baktı. Ben, “ne olursa olsun başladığım sözü bitireyim.” diye düşündüm ve şöyle devam ettim: “Kazakistan dünyada bulunan her dinî akıma kapısını böyle açarsa ülkemiz kozmopolit ülke olur, milli gelenek, milli görev, vicdan, örf adet gibi kavramlar yok olur, silahsız, füzesiz halkımız yok olur, bir ananın doğurduğu çocuklar türlü inanca sahip olursa dinler arasındaki farklılıklar yüzünden bir birlerine düşman olur, bu manevi çöküntüye giden en kısa yol, siz ve bakanınız da inanılmaz bir işe imza atmışsınız, Kazakistan’ı çökertmek, milli hüvviyetini param parça etmek için bundan güzel ne olabilir ki.” dedim. Bunu söyledşğşm için pişman da olmadım. Çünkü Kazakistan’da gerçekleşen din genişlemesi hakkında gördüklerim ve hissettiklerim o anda bunları söylememi gerektirdi.

      Kazakistan’da sovyet sisteminin çöküşü ve dış ülkelere sınırların açılması ülkemizin başka ülkelerle ilişkisini arttırmıştır. Yabancı ülkelerden gelip Kazakistan’da çalışanlar kendine uygun yaşam şartları kurmaya çalıştı. Büyük şehirlerimiz ve kasabalarımızda çeşitli dinî akımlar yerleşmeye başladı. Almatı’nın merkezinde bulunan müzeler, kültür merkezlerinde salonlar kiralayarak, her pazar günü kendi dinî merasimlerini gerçekleştirdiklerini herkes biliyor. Mesela, devlet müzesinin büyük salonunda baptist mezhebinin kendi planlarına uygun misyonerlik faaliyetlerini rahatça sürdürdüklerini, propaganda yaptıklarını, yerli gençleri kendilrerine katılmaları için teşvik ettiklerini kendim gidip, kendi gözlerimle gördüm. Almatı’da Hıristiyan dinî mezhepleri ve Krişnaitlerden ayak koyacak yer bulamazsın. Bazen sokaklarda küçücük çocuklar Krişna toplantılarına davetler dağıtıyor. Çeşitli konfesyon takipçileri sadece ayinlerini yapmakla kalmıyor, onlar kendi takipçilerini arttırmak ve Kazak gençlerini kendi aralarına çekmek gibi gizli amaçlar güdüyorlar. Onlar propaganda için hiçbir masraftan kaçınmıyorlar. Toplanan cemaati coşkuyla karşılamak, hediyeler dağıtmak, rahatlatıcı müzik dinletmek, bedava inglizce öğretmek gibi faaliyetleri meyvesini vereceğinden emin vaptizciler, hızla çoğalıyor. Bu faaliyetlerini gizlemiyorlar da, açık açık kaç tane Kazak gencine kendilerini kabul ettirdiklerini, kendi dinlerinin “üstünlüğünü” metheden yazılar yayımlıyorlar. “Veçernıy Almatı” gazetesi bir sayısında tıp bilimler doktoru bir Kazak kadının krişnaçı olduğunu müjdelemiş, hatta resmini bile basmış. Bilim adamı olacak o kadının yeni ismi Surattama Dasi Devi olmuş. Kapımıza gelip, Hıristiyan dini ile ilgili kaynakları dağıtan bakımlı, Kazakçayı çok iyi konuşan Kazakları her gördüğümde kendimi tutamadan “dininizi satmışsınız, şimdi de başkalarını da mı kendinize benzetmek istiyorsunuz.” diyerek kovduğum günler de oldu. “Türkistan” gazetesinde yayımlanan bir makaleden başka dini kabul eden Kazaklar sayısının binin yüzerinde olduğu acı gerçekleri öğrendim. Bunun sonu nasıl bir felakete yol açacağını Allah’tan başka kimse bilemez. “Veçernıy Almatı” gazetesinin 1996 yılındaki 24 nisan sayısında krişnaçıların başkanı Sergey Han’n gazete muhabirine verdiği repörtaj yayımlanmış. Missiyoner bu dinin beş bin yıllık tarihi var kutsal bir din olduğunu söyledi. Hepimizin merak ettiğimiz “Krişnaçıların arasında en çok hangi halk var?” sorusunun cevabı “Kazak gençleri.” oldu. Dün ata babaları İslam dinini kabul eden, bugünkü ateistlerin çocukları, kendi yurdunda çaresiz serçe gibi çeşitli mezheplerin ağına düşüyorlar.

      Yabancı ülkelerden gelen misyonerler yurdumuzda gece gündüz sokak sokak gezerek, her evin kapısına kadar giderek, gençler arasında kendi dinlerini aktif bir şekilde propaganda ederken, müftilerimiz ve imamlarımız bizim geleneksel dinimiz olan İslam dininin gelişmesi için parmaklarını bile kıpırdatmamaları beni hayretlere düşürüyor. Bunlar ölüme gidip cenaze çıkarma ve camide sadaka toplama işinden başka iş yokmuş dibi davranıyorlar. Uzun zaman göz ardı edilen, yasaklanan İslam dinimizin kalkınması için bu hareket az eder. İslam dini propagandasının çok zayıf olduğunu gören misyonerler, “bundan iyi şans mı olur” diye işlerine eki elleriyle sarılmış durumda. Gerçi son zamanlarda camiler inşa ediliyor, medreseler açılıyor, dinî geleneklerimiz canlanıyor, ama İslam hizmetçilerinin çalışma hızı, eğitim düzeyi çok düşük olduğu ortadadır. Üstelik Kazakça bilen imamların sayısı da çok azdır.

      Tabi ki demokratik toplum kurmayı amaçlayan ülkede herkesin inanç özgürlüğü