Rahmankul Berdibay

Ulus Olmak İstersek


Скачать книгу

belli olacaktır

      Sesini çıkarmadan yalanı doğruladı

      En yakın akrabanız Ali de var

      Bu satırlar adeta Amangeldi ve Abdiğappar ölümünün gizli sırlarından haber veriyor. Abdiğappar’ın kişiliği satırlarda

      Eske alsam eljireydi jürek bauır,

         Her aklıma geldiğinde yüreğim ezilir

      Düniyeye siyrek keler munday tauir

         Dünyaya bunun gibi kişiler az gelir

      Sabırlı akıl iyesi bilimge bay,

         Sabırlıdır, akıllıdır, eğitimli,

      Erekşe belgisi de minezi auır,

      şeklinde tasvir ediyor. Bu poemde Amangeldi ve Abdiğapar yiğitlerinin çar askerleriyle savaşı gerçekçi verilmiştir.

      Abdiğapar’ın Kazak halkının bağımsızlığını hayal ettiğini, ama toplumdaki anlaşmazlık yüzünden amacına ulaşamadığını üzülerek anlatıyor. Bu eserde hiç bir belgede adları geçmeyen ama bu ayaklanmada çok önemli rol oynayan Jağıpar ve Amen’in kahramanlıkları anlatılıyor. Burada böyle sonuca varıyoruz, biz bu ayaklanmanın başka da kahramanları hakkında hiç bir şey bilmiyoruz. Bu savaşta şehit olan kahramanlarımızın hiç biri unutulmamalı. Bu, araştırmacılarımızın ihtiytla ele alması gereken ilk iştir.

      1916 yılında gerçekleşen tarihi olayların gizli hikayesi, bilinmeyen gerçekleri olduğundan haberdar şair Fayzolla Satıbaldıulı kendi eseri sayesinde bazı gerçekleri aydınlığa kavuşturdu. O, Abdiğapar’ın ölümüne sebep olanı da açıkça söylüyor. Bunun gerçekle ne kadar ilgisinin olduğunu araştırmacılar incelemeli. Bu eser 1916 yılındaki ayaklanma hakkında çok önemli malumatlar içermekte. Şairin bağımsızlık arzusunu bu satırlardan görebiliyoruz.

      Bul jırım keleşekke jeter meken

        Bu şiirrim geleceğe gider mi?

      Jok alde bir okılmay keter meken

        Yoksa hiç okunmadan kalır mı?

      Kazağım ün şığarmay bodan bolıp

        Halkım boynu bükük, sömürülüp

      Bir küni abden kurıp biter meken

        Sonunda yok olup gider mi?

      Abdiğapar’ın edebiyattaki kişiliğini kapsamlı bir şekilde incelemek için halk hafızasında korunan efsaneler ve şiirleri derlemek gerekir. Maalesef bu konunun yasaklı olduğu zaman içerisinde bu gerçeği bilenlerin bir çoğu o dünyaya göç etmiştir. Halk arasında söylenen hikayelere tarihi olaylar ve kahramanlar hakkında halkın düşüncesi ve onların bu olay hakkındaki görüşleri yansımıştır. Ünlü yazar, Torğay bölgesinin evladı Tölen Abdikov bana böyle bir hikaye anlatmıştı. Rusya çarının fermanını duyan halk çok heyecanlanmış ve ayaklanan halka bir lider seçmek gerektiğinde Amangeldi ve Abdiğapar isimleri arasında seçim yapmak zorunda kalır. Sonra “Tutunacak eteği yani köklü sülalesi, malı mülkü var Abdığapar han olsun.” diye karar vermişler. Bu sözler, halkın gönlünden çıkan, halkın düşüncesinin yansımasıdır. Sözlü yayılan şiir, efsane, hikayeler temelini halkın özgür düşüncesi ve hayalleri oluşturur, öyleyse bu eserleri ilmi araştırmalarda faydalanarak doğrulara varmalıyız.

      Bağımsızlığımızın sayesinde tarihimizin karanlık sayfalarını aydınlatmak, saptırılan gerçekleri düzeltmek, onlara layık olduğu değeri verme imkanlarına sahibiz. Son zamanlarda bu konuda çok başarı elde ettik. Bundan sonra da düzenli olarak ele alacağımız işler çoktur. Halkımızın kahramanı, halkın zor günlerinde yanında bulunan, halkın geleceği için bilinçli olarak yıllarca baskı altında tutan güce cesurca karşı çıkan Abdiğappar Janbosınulı’nın 125. yıldönümünü ülke çapında kutlama milli değerlerimize hurmet olur.

1995

      Üç Tehlike

      İlk önce gönlümüzü ferahlatan ulusual düzeydeki başarılarımızı gözden geçirecek olursak bir sürü kazançlarımızı sıralayabilecek durumdayız. Elbette en büyük, eşsiz sevincimiz milletimizin bağımsızlığa kavuşmasıdır. Uzun zamandan beri bir kaç kuşağın, halk kahramanlarının uzak, erişilmez hayali, ümidi haline dönüşen bağımsızlığa kavuşmamız büyük bir nimettir. Buna ulusal bilinçten yoksun, garip, zavallı mankurtler ve kendi milletinin iyiliğini istemeyen, olaya yabancı gözüyle bakan, kötü niyetli hainler dışında tüm halkın mutlu olduğu şüphesizdir. Bugün elde edilen başarıların hepsi bağımsızlığımızın meyvesidir. İnsanların fikirlerinin serbestçe açıklayabilmeleri, basın özgürlüğü, geçmişteki manevi miraslarımızı layık olduğu gibi değerlendirme iradesi göstermemiz, dış memleketlerle ekonomik ve kültürel ilişki kurmamız, yabancı devletlerde elçilikler açmamız. Birleşmiş Devletler Örgütü, İslam Konferansı gibi saygın örgütlere üye olmamız, ulusal simge ve milli marşımızı bağımsızlık ruhu ile doldurmamız özgürlüğümüzün simgeleri ile eşdeğerdir. Kendi Cumhurbaşkanımızı da ilk defa seçmiş olmamız önemli gurur kaynağımızdır. Sıralamaya devam edersek gururla sunacağımız başarılarımız bitmez. Fakat herkese belli olan bu gerçeklerin gölgesinde gizli kalan üzücü bilgileri hatırladığın zaman o heyecan yerini keder değişir. Kazakistan’ın bugünü ve geleceği için tehlike ve tehdit kaynağı olan felaketleri düşündüğünde başın ve gözün döner. Bunların çoğunu toplum hissediyor ancak onların üzüntü ve efkarını hesaba alan, bozulanı tamir edeyim diyecek niyet görülmüyor. Böylece bu tür ihtiyaçlar muazzam ağırlığıyla gündemde kalmaya devam ediyor.

I

      İlk sırada kazak toprağına gelen ekolojik afetin hızla geliştiği korkunç yüzü geliyor. Ebedi kutsal varlığımız olan toprağımız perişan olmuş, keyfi hareket ve vıcdansızlığın kurbanı olalı yarım asır oldu. Bu dönemi topraklarımızın gövdesinde yerleşen ölüm ocağı Semey üssünde 40’lı yılların başlarında başlayan nükleer denemelerinden başlıyoruz. Sovyet hükümeti, tüm zülmleri haince gizli yapmaya alışık olduğu için nükleer deneyimlerinin ülkenin hangi köşesinde kaç kere yapıldığına dair bilgiler, sayılı özel uzmanlar dışında topluma açık değildir. Halkımızın başına bela olan Semey üssü bir kaç yıl önce kapatıldı. Toprağımızda bulunan bir canavarın azaldığını bundan biliyoruz. Kalan canavarlar hala topluma meçhuldur.

      Genellikle bu tür korkunç olayları araştırdığımızda dünkü sovyet yönetim sisteminin üstünlüğü sırasında meydana gelen yolsuzluklardan söz eder, yerel halkın çıkarlarını hiçe sayan kızıl emperyanın politikasını ayıplıyoruz. Yeryüzünde binlerce yüzyıl dalgalanan Aral denizinin 25 sene içerisinde yok olmasının sorumlusu kimdir. “Bu tür suçları işleyen zorbakiler kim?” sorusuna kesin cevap bulamayız. Koskoca denizin yok olmasına yol verenlerin hiç biri belirlenemedi. Sırderya çekilmedi. Aral’a asırlarca dökülen iki ulu derya Amuderya ve Sırderya’nın suyunu yukarıdan bağlayan ve çöllere akıtan insanların da kim olduğunu bulamadık. Ürgenç ve Karakalpak yakınlarından dolu dolu akan Amuderya suyunu Türkmen’in çölüne çevirip, Aral’a bir damla su bırakmayan zalimler de cezasız kaldı. Bir zamanlar Sırderya o kadar dolu akardı ki, o taşıdığında bölgede bir kaç derya fayda olurdu. Sırderya’nın baharda suyu kabarınca köprüler ve feribot kayıkları harab olurdu, sonbaharda Sırderyanın suyu azaldıktan sonra köprü ve feribotların tamir edildiğini 50’li yıllarda kendi gözümüzle görüyorduk. Özbekistan, “Sovyet Birliğinde pamuk üretimini hızlandırma” pilanını kullanarak Sırderya’nın suyunu pamuk üretimi için her taraftan kullanmaya başladı ve Kazakistan’a derya suyunun artılanı geliyordu. Pamuk üretimini 100 kat arttırmanın