Nurgali Oraz

Kazıgurt Öyküleri


Скачать книгу

Karanlık uçurumların ini hem korkunç hem de dondurucu derecede serindi. Nefesini içine çekip sessizce duran gecenin kucağında, bilinmeyen bir yaratık gizleniyormuş gibiydi. Şu gökyüzündeki ay ise onu görüp, kaşlarını çatarak kımıldamadan, gözlerini ayırmadan izliyor gibiydi.

      – Ağabey üşüdüm, -dedi Aygül incecik elbiseyle titreyerek. O, kızın omzuna ceketini örtüp kendine doğru çekti.

      – Kendiniz donacaksınız ama… -dedi Aygül onun göğsüne kafasını dayayarak.

      Kalp hizasından çıkan sımsıcak nefes, onun tüm vücudunu ısıtmış gibi oldu. O, eğilerek kızın şakağına yüzünü yasladı.

      – Ay nasılmış? -dedi fısıldayarak.

      – Acınası… -diye fısıldadı Aygül. – O, yalnız ya. Bu dünya korkunçtur. Ben yalnızlıktan korkuyorum. Çünkü ben de ay gibi yalnızım.

      – Niye?

      – Bilmiyorum…

      – Senin gibi güzel bir kızın yalnız olması mümkün değil.

      – Her şey geçicidir ağabey, -dedi gülümseyerek. – Ne kadar iyi bir dostun olsa da o seni, senin duygularını, iç dünyanı senin kadar anlayamaz. Ağabey, yazlığa gidelim…

      – Bizim yazlığa…

      – Bugün, ben senin…

      – Şşş, -dedi Aygül parmağıyla onun dudağına bastırarak. – Artık konuşmayın… O, kızın parmağının ucunu öptü. Aniden Aygül onun boynundan sımsıkı kucaklayarak:

      – Ağabey, siz ne kadar da iyisiniz, -dedi. Sonra iki avucuyla Murat’ın yanaklarından sıkıca tutarak yanaklarından, alnından öpmeye başladı.

* * *

      Arabanın ışığı, iki katlı büyük bir yazlığın cephesini aydınlatarak durduğunda o, tatlı bir uykudan uyanmış gibi esneyerek gözünü açtı. Aygül, torpidodan aldığı kumandaya basınca garajın kapısı kendiliğinden yukarıya doğru yavaşça kalkmaya başladı. “Bak sen!” diye düşündü o yarı uykulu, yarı uyanık hâlde otururken; “Fezaya uzay gemisi gönderen Sovyet hükümetinin yetmiş yılda ulaşamadığı ev teknolojilerinin başarılarına özel sektör sahipleri ne kadar da çabuk sahip olmuşlar!”.

      Lambanın ışığıyla parlayan buz gibi mermer merdivenlerden yukarı çıkarak, misafirlerin ağırlandığı geniş bir odaya girdiler. Yumuşak koltuğa yerleşip oturduklarında Muhit biraz yorulduğunu hissetti.

      – Diyecek söz yok, harika bir yazlıkmış! -dedi çok beğendiğini gösteren bir ifadeyle. Pahalı mobilyalar yerleştirilmiş olan odanın içine göz gezdirdi.

      – Evet, etrafımız hep bağ. Temiz hava. Aladağ’ın eteği ya, -dedi Aygül. Kışın da buralar harika olur. Dışarıda donduran sarı ayaz. Göz kamaştıran beyaz kar. Kıyısı buz tutup buharı yükselerek akmakta olan nehir. Evin içiyse sımsıcak. Ağabey, böyle güzel bir tabiatı pencereden izleyerek edebiyatla uğraşmak sizin hoşunuza gider mi?!

      – Elbette.

      – Ooo, öyleyse ben sabah olunca size bu yazlığın anahtarlarını veririm. İstediğiniz zaman gelip dinlenir, sonra yalnız başınıza düşünceye dalarak çalışırsınız. Eğer… Benim yapmam gereken bir şey olursa, o zaman cep telefonum var, ararsınız. O anda, hemen geleceğime söz veririm.

      Muhit masal dinliyormuşçasına ilgi gösterip gülümseyerek oturdu ve:

      – Yani ben bu yazlığı kiralayıp burada yaşayacağım. Siz ise benim ev sahibim olacaksınız. Öyle mi?

      – Siz ev sahibi, ben sizin hizmetçiniz olayım! Çünkü siz sanat adamısınız. Sanata hizmet etmekten daha büyük mutluluk var mı?! Samimi söylüyorum, ağabey! Benim elimden çok şey gelir.

      – İlginçmiş, -dedi ne diyeceğini bilemeyip şaşırarak. – Aniden, bir gün pazardan dönen ninem gibi yüklü gelen nasıl bir mutluluk bu, nasıl bir baht?!

      – Ağabey… Sizin çözemediğiniz bilmece nedir?

      – Diyelim ki şu, sadece yazlık diye adlandırılan kocaman bir ev. Anahtarı benim elimde olmasına rağmen içi sır dolu. Burada, ben kendimi nasıl hissetmeliyim? Altın anahtar bulmuş ahşap bir oyuncak gibi “Yaşasın!” diye sevineyim mi?

      – İlginçsiniz. Bu dünyadaki bilmecelerin hepsini çözmek zorunlu muymuş?! İnsanoğlunun kendisi iyiyse, mutluysa yetmez mi?

      – …

      – Kendi, araya araya uçup gelen baht kuşuna: “Sen nereden geldin, niçin geldin?” diye sorar mı insan?

      – Bilmek ister belki. Her şey bilmece olarak kalırsa zavallı insan, başına konan kuşun nasıl bir kuş olduğunu nereden bilecek?

      Aygül sessizce biraz oturdu ve:

      – Bilmek istiyorsanız söyleyeyim, -dedi istemediği bir konuşmaya başlayacakmış gibi. – Bu ev, halkımızın itibarlı, siyasî bir şahsiyetinin bana bıraktığı mirası. Arabayı hediye eden de, bankada yüksek maaşlı bir işe yerleştiren de o…

      – O, şimdi nerede?

      – Uzakta. Artık buraya gelmeyecek.

      – Niye?

      – Onun görevi değişti. Uzak bir yabancı ülkeye büyükelçi olarak gitti. Vedalaşacağımız gün bana: “Bundan sonra, sık görüşemeyebiliriz. Birbirimizi özlemememiz doğru olacaktır” -dedi.

      – Sen, onu seviyor musun?

      – Hayır.

      – …

      – Biz onunla birlikte Moskova’da öğrenciydik,– dedi Aygül, şimdi yabancı bir ülkede görev yapmakta olan yüksek mevki sahibi sevgilisini hatırlayarak. – O, Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde okudu. Tanıştığımız günden itibaren, benim peşimi bırakmadı. Nereye gitsem, gülümseyerek karşıma çıkardı. Yurttaki kızlar, onunla dalga geçerek “Paytak ayı” derlerdi. Çünkü çarpık bacaklı, biçimsiz bir şekilde kilolu bir adamdı. Fakat o, utanmak nedir bilmezdi. Kapıyı açsak da, pencereyi açsak da kenarına yaslanıp gülümseyerek bakardı. Yavaş yavaş, bizim yurtta Paytak’a işi düşmeyen kız kalmadı. Büyük tiyatroya bilet mi lazım, otelden akrabana yer mi lazım, profesörden iyi not alıp burs mu almak istiyorsun, dekanın izniyle ülkeye gidip gelmek mi istiyorsun Paytak’a git. Onun elinden her şey gelir. Onun anlaşamadığı insan yoktur. İşte, gerçek diplomat odur. Yavaş yavaş, “Şurada, senin Paytak ayın geliyor!”, “Paytak’ına söylesene…”, “Paytak biliyor ya…” denmesine de alışmaya başlamıştım. Hatta bana, başkaları çıkma teklif etmeyi bırakmıştı. Böylece ben, kendi isteğim dışında kudretli Paytak’ın özel mülküne dönüştüm. Siz, beni dinliyor musunuz?

      – Evet.

      – Ülkeye döndüğümüz yıl evlenmeye karar verdik. Şehrin merkezinde, soyluların yaşadığı bir apartmandan daire kiralayıp evli insanlar gibi birlikte yaşıyorduk. Düğünü, buraya geldikten sonra bütün arkadaşlarımız ve akrabalarımızı toplayıp “Baht Kuşu” lokantasında anlı şanlı yapacaktık. Ben Moskova’da kendimi Çar’ın karısından eksik hissetmedim. Lazım olan her şeyi Paytak bulur. Ne zaman, nasıl tanıştığını bilemezsin; ülkeden yüksek makam sahibi filanca geliyormuş, bugün filancayı uğurlamam lazımdı, şu kişinin görevi, bu kişinin isteği deyip yine de durmadan, sürekli koşturur dururdu. Fakat yorulan Paytak’ı görmezsin, aksine gözünün için güler, avucunu ovalayarak zevk alırdı. Okulu bitirip buraya geri döndük. Ertesi gün, memlekete giden trenle beni yolcu ederken bana, birkaç gün sonra filanca filancanın başında olduğu bir grup insanla