Nurgali Oraz

Kazıgurt Öyküleri


Скачать книгу

göre, kendini arayan ve uzaktan gelecek birini bekliyor gibi. Acaba, kimi bekliyor? Kim olursa olsun, mutlu biri olmalıydı. Ama biz onun uzaklardan beklediği kişinin gelmemesini diliyorduk. Çölün susuzluğundan boğulacak deve gibi bir köşeye saklanan avuç içi kadar köyümüzü bulamaz, yolunu şaşırır, aptalca avare gezgine döner diye de diledik. Onun söylediği şarkılar insanı uzaktaki büyük göllere, ak kayın ormanlara alıp uçar, serin bir rüzgâr gibi nazlı salınarak, yaz yağmuru gibi yağar geçer.

      Bibiajar şarkı söylediği akşamları, işinden dönen köy işçileri de toplanırdı. Birçoğu yağ kokmuş kıyafetlerini evlerine bırakıp, şık giyinir gelirlerdi. Özellikle bir tamirci, teknisyen olan Aben, üzerine kaliteli bir kolonya sürer, saçını modaya uygun tarar ve çoğu kez Bibiajar’ın gözüne girmeye çalışıyordu.

      – Güzelim, siz mükemmel şarkı söylüyorsunuz, -dedi şarkı biter bitmez, tıpkı bir televizyon programında konuşan muhabir edasıyla. Özlemle dolu ruhu işleyen şarkıdan sonra kendi de düşüncelere dalan Bibiajar doğrudan yanıt veremedi. Onun düşündüğü şey de çok ilginçtir. Koyu kahverengi siyah gözleri asık, gerçekten de, uzaklardan, bilinmeyen bir vakitte, beklenmediği herhangi bir gün kendini arayan birini beklercesine üzüntüye kapılırdı. Ancak, bu birinin ne zaman, hangi tarihte geleceği, çölün bozkırın ıssız köşesindeki küçücük bu köyü nasıl bulabilecek, belli değildi…

      – Güzelim, bakıyorum, siz yalnızca Şamşi’nin şarkılarını söylüyorsunuz, -dedi Aben, araya girerek.

      – Evet, diyor Bibiajar düşündüğü halde.

      – İşte, fark ettiğim kadarıyla, siz Şamşi Kaldayakov’un eserlerini beğeniyor musunuz?! -diyor, Aben kibarca konuşmaya çabalayarak.

      – Ben ona aşığım, diyor Bibiajar.

      – Na-nasıl? O kişi gerçek dünyaya gitti ya.

      – Benim için ölmedi.

      – Güzelim, bakıyorum, siz bir besteciyi değil, onun şarkılarına âşık olmalısınız.

      – Hayır. Ben onun sadece şiirlerini değil, kendisini de seviyorum. Çok geç dünyaya geldiğim için de üzgünüm.

      – Ben de, geç doğduğuma pişmanım. O anda Amanbay adında serseri bir delikanlı araya girer.

      – Keşke, daha önce doğmalıydım. En azından doyasıya votka içerdim. Bence gerçek yaşam, o dönemlerde yaşanmış. Ayyaşlar doyasıya içki içmişler, besteciler ise güzel şarkılar bestelemiştir. Kısacası, herkes kendi işiyle meşgulmüş.

      – Sen yanılıyorsun, Amanbay, -dedi Aben bugün her zamanki gibi kibarca konuşuyordu. – İçki ile sanatı aynı kefeye koymak ya da karıştırmak doğru değil.

      – Neden olmasın? -diyor Amanbay, kavga etmeye hazır gibi Aben’e sert bakarak. – Eğer, iyi içmeyi biliyorsan, o da kendi başına bir sanattır!

      Elbette, Amanbay’la iddialaşmak, Amanbay’ın sözle üstesinden gelmek çok çetindir. Hiç mümkün değil. Ondan Aben’in de haberi vardır. Ancak, bugün biraz dil dökmek, Bibiajar’ın gözüne girmek istiyor. Fakat o sırada Amanbay’ın sözüne Bibiajar gülüverdi:

      – Bravo, bravo, dediği neşeli sesi alttan tutuşmaya başlayan bir kavga korunu aynı zamanda ayaklarıyla basıp söndürdü. – Ben böyle orijinal düşünceler üreten kişileri seviyorum! -dedi Amanbay’a gülümseyerek.

      Kargaburunlu, kalın dudaklı Amanbay kürek dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi ve söylenenler karşısında çok memnun kaldı. Nedense elinde tuttuğu yarım içilmiş sigarasını yere atarak ayaklarıyla söndürmeye çalıştı.

      – Bence içki içmenin bir sanat olduğunu düşünen Kazak, kültürsüz Kazak’tır! -dedi, Aben kızgınlıkla.

      – Bence, -dedi Bibiajar çarpıcı bir sesle, “her insanın kendine has bir medeniyeti var. O, herkesin iç dünyasının aynasıdır. Genellikle, bütün insanlık medeniyetinin aynı düzeyde ve belli bir kültür seviyesi olacağını düşünmek yanlıştır!

      – Öyleyse, burada bulunanların tamamı da kültürlü müdür? -dedi, Aben, sanki sadece medeniyetsiz insanların ortasına düşmüş gibi, bize bir tiksintiyle baktı.

      – Bence, kültürlü diye sadece ve sadece gerçeği seven insanları söylemek mümkündür. Herkesin karşısında kültürlü olarak görünmeye çalışmak da, medeniyetsizliğin bir belirtisidir.

      – Bakıyorum…

      O sırada, kapı önüne çıkan Sağira ananın:

      – Hey, deli kız! Etrafına topladığın erkekleri dağıt da, hemen eve gir, diye sert ses tonu duyuldu.

      – Yahu, nedir bu ya! Gece gece şarkı söylemek de nerden çıktı? Sabaha kadar oturacak mısın, yani?!

      – İşte, bakın! Dünyadaki en kültürlü insan, benim ninem, -dedi Bibiajar yerinden fırlayıp.

      – Çünkü o, kendi düşüncelerini söylemekten hiçbir zaman imtina etmiyor. Haydi, ben geçiyorum!

      Koşarak eve doğru gitti. Biz de rahat yerimizden istemeye istemeye kalkıp, evlerimize dağılmaya başladık. Herkes bu hayata birer besteci olarak doğmadığına, Bibiajar’ın kalbini hoş şarkılarla kazanamadığına, en azından Sağira ana gibi ona nidalı seslenmeye bile hakkı olmadığına pişmanlık duydu…

      O, bizim köyde yaklaşık bir ay kadar durdu. Gün geçtikçe onun misafir kız olduğunu unutulmaya başladık. Hatta köyümüzden biri oldu. “Herhalde şehirde çok sevdiği biri kalbini kırmış. Bu yüzden buraya gönlü yaralı gelmiş. Bundan böyle Sağira’nın yanında kalacakmış” denilen bir söylenti ninelerimizin ağzında dolaştı. “Canım, ne bileyim, kızcağız bizim köy gibi yere ayak uydurur mu dersin? Kalmaz, gider yarın öbür gün…”– diye ardından kuşkuyla anlattı. Her neyse, Bibiajar bizim köyde uzun süreli kalmasında muamma gibi bir sır olduğu muhakkaktır.

      Bir gün kuyu başında hayvan sularken aniden, nerden geldiği bilinmeyen, yepyeni bir “Mersedes Benz” marka araba yanımıza gelerek durdu. İçinden güneş gözlüklü, pek şık giyinmiş bir delikanlı indi. Açık sarı gömleğinin üst düğmeleri açıktı, iki elini böğrüne dayamış şekilde bize doğru bir iğrentiyle bir müddet baktı. Onu Bibiajar görür görmez şaşkınlığa kapıldı. Delikanlı efelenerek yürüdü ve Bibiajar’ın yanına geldi. Onu koltuğundan tutarak bulunduğumuz yerden biraz uzaklaştılar. İkisi epey konuştu. Ne dediklerini biz duymadık. Her neyse, Bibiajar suçlu gibi başını öne doğru eğerek, uzun süre sessiz kaldı.

      Bizimki çok mu endişeli, yoksa ondan mı korkuyordu, bilemedik, ayağının ucuyla yeri çiziyor, arada sırada başını sallıyordu kızcağız. Delikanlı ise, kimseye ağız açtırmadı.

      Baştan buyana her hareketiyle varlıklı biri olduğu anlaşılan bu zengin delikanlıya önce merakla daha sonra kıskançlık duygusuyla bakıyorduk. Sonrasında ondan iyice nefret ettik. Çünkü çok beklemeden Bibiajar’ı belinden kucakladı ve yepyeni “Mersedes Benz”e doğru yürüdüler. Kapısını açarak ilk önce kızı araca bindirdi, sonra kendisi de oturdu. Sigarasını dudağıyla kıstırıp, güzel bir çakmakla tutuşturdu. Gözündeki güneş gözlüğünü çıkardı ve Bibiajar’a bakarak gülümsedi, boynuna sarılıp yanağından öptü…

      Çok zaman geçmeden, demin bahsettiğimiz yepyeni “Mersedes Benz” üzerinde kahve içsen dökülmeyecek rahvan at misali hareket etti. Gözden kayboluncaya kadar arkasından bakarak, ellerimizdeki kovalarla kuyu başında kala kaldık. Sanki biri şiddet uygulanmış ve uzun zamandır herkesten gizlediğimiz değerli bir eşyamızı götürüyorlarmış