Nurgali Oraz

Kazıgurt Öyküleri


Скачать книгу

kadeh kaldırma konuşmasını ben yapabilir miyim ağabey?

      – Ne demek, buyurun!

      – Ben bu kadehi, -dedi Aygül, çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi biraz düşünerek. – Bizim, çok uzaktaki Koytaş adlı küçücük köyümüzden çıkan büyük yazar için kaldıralım demek istiyorum!

      Övüldüğünde hemen semirmeyen Muhit Mukanov, elindeki kadeh kırılacakmış gibi çekinerek tokuşturdu.

      Yine de “küçücük köyün büyük yazarı” sözüne içinden sevdi.

      – Bütün… Küçük köyün adı küçük köy, diye düşündü o. Büyük köyler, onu hep küçümser. Örneğin, Avezov “Karalı Güzel”i İngilizce yazsın bakalım! Ooo, o zaman Avrupa’nın biraz aklı olan yazarları, kendi eserlerine tekrar bir bakarlardı. Aytmatov istisna… O, büyük köyün dilini erken öğrenen küçük köyün yetenekli balasıydı. Fakat bazen, büyük köye çok alışmış gibi görünürdü. Biz bu… Ne yaparsak büyük köy olabiliriz?”

      – Düşünceye daldınız?

      – Öylesine…

      – Ağabey, günümüz Kazak edebiyatı ve sanatı hakkında konuşsanıza, – dedi Aygül, çenesini bembeyaz avcuna dayayıp öğüt veren hocasının önüne gelip ona başvuran küçük bir şakirt gibi bütün dikkatini vererek bakıp.

      Yazar, herhangi olumsuz bir şeyi hatırlayıp çekinmiş gibi ondan gözlerini kaçırarak, pencerenin öbür tarafındaki yeşil çimlere su serpmekte olan ince borulara gözünü dikti. Gözünün önünde Yazarlar Evi’nin kimsesiz, loş koridoru canlandı. Ne kadar da korkunç… Alaca karanlık ve ölü sessizlik…

      – Şimdiler, Kazak edebiyatının aysız geceye benzer karanlık dönemi, -dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi fısıldayarak. – Belki, çok geçmeden onun yeni ayı doğacaktır.

      – Yani… Siz hiçbir şey yazmıyor musunuz?

      – Nasıl desem, azar azar bir şeyler yazıyorum. Fakat aysız gecede yola çıkan yolcu gibi fazla yol alamıyorum. Başka bir şey konuşalım Aygül…

      Muhit’e eski bir arkadaşı gibi merhametle bakan Aygül, günümüz edebiyatının durumuyla ilgili sohbet uzarsa, onun kalbindeki yaranın açılmasının mümkün olduğunu hissedip kendisi de başka konuya geçmek için acele etti. O, çocukluk çağını hatırlayıp eskiden, bir yıl ilkbaharda kendisiyle yaşıt kızlarla birlikte köyün uzağındaki bir tepeye kardelen toplamak için gittiklerini, o zaman Şengeldi tarafından motosikletle tozu dumana katarak gelen birinin peşlerine düşüp yakalamak için kovaladığını ve nefessiz kalana kadar koşarak zar zor köye ulaştıklarını anlatıp güldü.

      – İlginç olanı, o gizemli insan bazen rüyama giriyor, hâlen uykumdan kâbus görerek uyanırım, -dedi. – Çocukluk döneminde etkilendiğim şey gönlümde silinmez bir iz bırakırmış. O zamandan beri yüreğimin derinlerine bir korku yerleşmiş gibi. Bilmediğim kişilerle tanışmaya, yeni dostlar edinmeye pek cesaret edemem. Gözümün önünde, geçmişteki o tepenin üstünde güneşe bakarak avuçlarını açıp gülümseyen bebekler gibi nazik kardelenleri ne kadar canlandırmaya çalışsam da aniden o bilinmeyen, motosikletli insan çıkagelir bir yerlerden… Korkudan dilim haşlanmış gibi olur. Güzellik ile korku, sırasıyla gönlümü fethedip ikisi de uzun süre saltanat kuramadan ebediyen birbirleriyle mücadele ederler.

      Muhit ondan gözlerini ayırmadan baktı: “Uçsuz bucaksız, kurak bozkırın uzak bir noktasındaki küçük bir köyde doğup büyüyen güzel kız, sen, belki de şu makinelerin ayaklarının ezdiği yeryüzünde artık kardelen yetişmeyecek diye korkuyorsundur?”.

      – Çocukluğumda, ben sizin gazete ve dergilerde yayımlanan fotoğraflarınızı kesip alır, albümlerin arasına koyup saklardım, -dedi Aygül. – Bir gün onları, benden iki yaş büyük ablam görüp: – “Bu nedir?” diye sordu şaşırarak. Beklenmedik bir anda hırsızlık yaparken yakalanmış gibi çok çekindim. “O… O bizim köyde doğmuş ilk yazar ya” -dedim. O zaman ablam sizin bir fotoğrafınızı eline alıp baktı ve düşünerek: “Şair ve yazarlar aşka sadık olmazmış” -dedi. Onun neden öyle dediğini hâlen anlamıyorum. Bu doğru mu ağabey?

      Muhit, bilmiyorum dermiş gibi omzunu kımıldattı.

      – Başkalarının da o kadar sadık olduğunu görmedim, -dedi gönülsüzce itiraz ederek. – Sadece şair ve yazarların aşkları hakkında çok şeyin yazılması dışında…

      – Doğru söylüyorsunuz, -dedi Aygül ona katılarak. Sonra, onu derine doğru çekmekte olan düşüncenin içinden sıyrılmış gibi kafasını sallayarak güldü: – Ağabey, bir şey söyleyeyim mi?

      – Evet.

      – Ben şarap içmek istiyorum!

* * *

      Gece yarısına doğru lokantadan çok neşeli, sevinçli bir şekilde çıktılar. Ay parlaktı. Ağaçların yanından uzaklaşıp arabaların olduğu yere geldiklerinde etraf bembeyaz nurla yıkanmış gibi parlayıverdi.

      – Oy! -dedi Aygül gökyüzüne bakarak. – Ne kadar güzel… Aya baksanıza!

      Gerçekten de, muhteşemdi. Yüksek bir dağın üzerindeki yusyuvarlak, büyük bir yumurta gibi… Ha-yır, çok farklı bir bembeyaz dünyaydı, sıra dışı parlıyordu, gece vakitsiz dolaşan insanları kendisine doğru çağırıp çekiyor gibiydi.

      – Japonya’da, -dedi Muhit parlak aya hayretle bakakalan Aygül’ün omzuna elini atarak. – Yazın Obasuteyama Dağı’na gidip ayın güzel görüntüsünü izlerlermiş.

      – Öyle mi! -dedi Aygül sevinerek. – Aladağ’ın eteğinden de ay çok güzel gözüküyordur! Deminki… Japonya’daki dağın adı ne dediniz?!

      – Obasuteyama.

      – Aladağ ondan çok daha yüksektir belki! Kıymetini bilmiyoruz ya ağabey! Biz neden Aladağ’ın eteğine gidip ayı izlemiyoruz ki?

      – …

      – Gidiyor muyuz ağabey?

      – Nereye?!

      – Ayı izlemeye! -dedi Aygül aniden harika bir seyahate davet ederek. –Unutmuşsunuz. Siz bugün benim emrimde değil miydiniz?!

      – Evet-evet! -dedi o, kafasını tekrar tekrar sallayarak. – Aynen öyle!

      Aygül arabanın kapısını açtı.

      – Korkmayın, ben direksiyona oturursam hemen ayılırım.

      – Kızıl bir ok gibi hızlı bu araba geniş sokakta uçmaya başladı. O, bu akşamdan ayrıca bir zevk almış gibi neşeyle gözlerini kapattı.

      – Size ne oldu ağabey?

      – Hiç… Direksiyonda olmadığıma utanıyorum. Bir kadının kullandığı arabada erkek kendisini hiç rahat hissetmiyormuş.

      – 21. yüzyıl anaerkil devrin başıdır. Artık dizgin de kamçı da bizim elimize geçecek.

      – Evet, -dedi Muhit gözleri kapalı, gülümseyerek. – Ülkeyi yönetmek kolay değil, zavallı erkekler günümüzde iyice bitap düşüp yoruldu herhalde!

      – Ooo, siz kolay pes ettiniz!

      – Ha-hayır, bu yenilgi, binlerce yıldır içimizi kemiren gizli savaşın neticesi.

      Karanlık geceyi aydınlatan kızıl-yeşilli şehrin ışıklarını geride bırakarak dipsiz derin bir uçurum gibi görünen dağ geçidini kovalayarak yukarıya doğru tırmanan araba, hızını arttırmadıysa da yavaşlamadı. O, kızın ustalığına içten içe hayran