koyuyordu. Hayır, bu nehirler birbirlerine hiç benzemiyordu. “Bilinmeyen ve pek de hoş şeyler düşündürmeyen Lena Nehri, sen beni nerelere götürüyorsun böyle?” diye kendi kendiyle konuşurken Sibirya’nın uçsuz bucaksız coğrafyası ve insanları, onun memleketi olan Britanya ile kıyaslandığında benzeyen hiçbir yeri olmayan, kocaman, cevabını bilemediği bir bilmece gibiydi. Lena Nehri’nin kıyılarında göz alabildiğince çok büyük ormanlar vardı. Burada yaşayanların deyimiyle, orman veya tayga sis gibi görünürdü. Bahar geldiği zaman, Lena Nehri’nin iki kıyısındaki ormanlarda, guguk kuşları yarışıyormuş gibi kesik kesik öterek yüksek bir ses çıkarıyordu. Verholenskay şehrinin yakınındaki buğday tarlaları üzerinde toygar kuşları ışıldayarak uçup bir yerde dinlendikten sonra kanatlarını tekrar açarak bir yerden başka bir yere doğru uçarken ötüşüyordu. Bu, bahar mevsiminde Britanya’daki bülbüllerin güzel sesine hiç benzemeyen farklı ama güzel bir sesti. Ketti Marsden, bu sesleri dinlerken beş gecenin nasıl geçtiğini anlamadı.
Tüccar Gromov’un sahibi olduğu Aleksandır II isimli gemi geldi. Gemiyi bekleyenler, Lena Nehri’nin uzun ve meşakkatli yoluna revan oldular. Tüccar Gromov’un gemisi, birkaç dükkânı bulunan her köyde durup yerlilerin siparişleri olan malları indire indire Uus-Kut köyüne gelip mayıs ayının 27 ve 28’ini orada geçirdi. Gemi kaptanı bu köyde doğmuştu. Köyün yerlileri, yaşlıları, çocukları kasketleriyle onu selamlayıp onunla dostça sohbet etti.
Uus-Kut köyünden sonra şimdi de Kirenskey şehrindeydiler. Ketti Marsden Hanım, Lena Nehri ile Kirenke Nehri’nin birleştiği yerde, bir ada üzerinde kurulmuş olan bu şehri görünce çok şaşırdı. Çok büyük, gürültülü ve hızlı akan Kirenke, en büyük nehir olan Lena ile birleştikten sonra birkaç kola ayrılıyordu. Kerinke’nin birkaç kola ayrılması Ketti Marsden’in ilgisini çekti. Onun doğduğu Temza’da, Afrika’daki Nil Nehri’nde, Hindistan’daki Ganj ve Brahmaputra Nehirlerinde bunun bir benzerini görmemişti.
Kirenskey şehri, Avrupa’daki orta seviyedeki şehirler gibiydi. Burada, özellikle Lena Nehri’nde kullanılmak üzere yelkenliler ve küçük gemiler yapan Tüccar Glotov’a ait bir tersane vardı.
Kirenskey’de yaklaşık bir gün kalıp hareket ettiler. Lena Nehri, Kropotkin sıra dağlarının arasında açtığı yolda akıp gidiyordu. Nehrin iki kıyısında yalçın kayalıklar vardı. Nehrin hızlı ve gürültülü akan suyu, taşlara çarpıyor, ileri beri gidip geliyordu. Bu da Ketti Marsden için daha önce farklı yerler görmesine rağmen böylesini görmediğinden değişik ve ilginç geliyordu. Ketti Marsden bu tarz kayalıkların ayrı ayrı adlandırıldıklarını duymuştu. Onlardan “Lenskie Yanağı” ve “Payın Boğası” aklına takılmıştı. Nehir, dağ geçitlerini seyretmek için fevkalade, yolculuk yapmak için ise korkunçtu. İşte, böyle geçen bir yolculuğun ardından 4 Haziran günü Biitim köyüne ulaştılar. Burada bir gün kaldılar. Lena’nın taygalarındaki gümüşçüler için getirilmiş malzemeleri indirip geminin yanına dizdiler. Bu köyde Lena Nehri, sağ tarafından Biitim Nehri ile birleşiyordu. Buradan aşağıya doğru nehir çok genişliyor, suyun seviyesi artıyordu.
Lena Nehri’nin aktığı yol boyunca iki kıyısını çevreleyen ormanlarda guguk kuşları durmadan ötüyordu. Nehrin kıyısındaki söğütlerde sarı göğüslü “Sibirya bülbülü” diye adlandırılan söğüt kuşlarının güzel sesleriyle söyledikleri şarkıları, her gece ve sabah Ketti Marsden, kamarasının penceresinden dinliyordu. Doğrusu, Ketti Marsden Sibirya’da uçan, koşan hiçbir şey olmadığını düşünmüştü ama bu düşüncelerinin hepsinin yanlış olduğunu anladı. Dahası Lena Nehri’nin kıyısındaki birbirine yakın beş altı postane, yanlarında ağaçlardan temizlenerek ormandan devşirilmiş tarlalar ve tarlalardaki yeşermiş ekinleri görebiliyordu. Nehrin ortasından giderlerken postanelerin önlerinde, nehrin kıyısında çocuklar ve kadınlar onlara el sallıyordu.
İşte, böyle yolculuk ederek haziran ayının dokuzuncu gününün gecesinde Lena Nehri kıyısındaki üçüncü şehir olan Ölüöhüme’ye geldiler. Bu şehrin ön önemli özelliği, Lena Nehri’nin sağ kıyısından Ölüöhüme Nehri’ne girilmesiydi. Burada, Lena Nehri’nin iki kıyısı genişliyor, iki tarafındaki tepelerin arasında yer alan ekinlerin, otların yeşermesi biraz daha vakit alıyordu.
Ketti Marsden Hanım, yirmi bir gün boyunca geminin kamarasında hapis kalmaktan çok sıkılmış, gidecekleri yere ne kadar kaldığını öğrenmek için:
– Kaptan Bey, ne zaman Cokuuskay şehrine varırız? Diye sordu.
– Burası Cokuuskay’dan önce duracağımız son yerdi. Şimdi Cokuuskay’a kadar hiç durmadan gideceğiz, dedi kaptan.
– Peki, kaç güne oraya ulaşırız?
– Yarın gece buradan ayrılacağız. Bu ayın on ikisinin sabahında ulaşmış oluruz, dedi kaptan. “O hâlde iki gece sonra Cokuuskay’a ulaşmış oluyoruz.” diyerek Ketti Marsden sevindi, içi ferahladı. Refakatçisi olan jandarma askerine:
– Bizim bu ayın on ikisinin sabahında Cokuuskay’a ulaşmış olacağımızı haber verin, diye rica etti.
– Anladım, hemen haber veriyorum, dedi refakatçi jandarma askeri.
Ketti Marsden, bu seyahatinde Lena Nehri’nin uzunluğuna çok şaşırdı. O kadar yol gittiler ama bir türlü ulaşamamışlardı. Tam aksine, yol gittikçe daha da uzuyordu. Ancak şimdi iki gece sonra hedeflerine, Cokuuskay şehrine ulaşacaklarına seviniyordu.
III
Gerçekten de kaptanın dediği gibi haziran ayının on ikisinde sabah onda gemi Cokuuskay şehrinin Golminka’daki iskelesine, otların yeni yeni yeşerdiği, az sayıdaki söğüt ağaçlarının bulunduğu kıyısına yanaştı. İskelede Ketti Marsden ve onun yardımcısını karşılamak için Saha İdari Bölgesinin Valisi, Resmî Devlet Danışmanı Kolenko Bey ve birkaç bürokrat hazır bulundular.
İrkutsk’tan Ketti Marsden Hanım’a rehberlik yapmak için görevlendirilmiş jandarma eri, Doğu Sibirya valisine gönderilmiş olan mektubu Kolenko Bey’e verdi. İskeleden şehre giderken Vali Bey ile Ketti Marsden aynı at arabasına bindi. Birlikte Vali Bey’in makamına geldiler. Valinin çalışma odasını Ketti Marsden’e tahsis etmişlerdi.
– Ketti Marsden Hanımefendi, uzun ve zor bir yolculuk yaptınız doğrusu. Bugün dinlenin. Size Tüccar Astarhan’ın evinde bir oda hazırlattık. Yardımcınız da orada kalacak. Yemeğinizi size o getirecek, dedi Vali.
– Vali Bey, benim duyduğuma göre Saha Yeri’nde yazlar çok kısa sürermiş. Bu yüzden ben burada fazla dinlenemem. Yirmi beş gün boyunca gemi kamarasında yeterince dinlendim. Cüzzam hastalarını görüp onlara uygulanan tedavileri öğrenerek en kısa zamanda dönmek istiyorum, dedi Ketti Marsden.
– Neredeki cüzzam hastalarını görmek istersiniz?
– Vali Bey, sizin idari bölgenizdeki cüzzam hastaları nerede yaşıyorlar?
Saha Yeri’nin valisi olan Kolenko Bey, buraya 1889 yılında atanmıştı. Kısa süredir görev yaptığı için Saha Yeri’ndeki cüzzamlı hastaların nerelerde yaşadığını bilmiyordu. Bu yüzden çok eski zamanlardan beri valilikte çalışan bir memuru çağırıp ona cüzzam hastalarının nerede yaşadıklarını sordu.
– Cüzzam hastaları, Halıma Nehri’nin yukarı taraflarında, nehrin etrafında yaşayan yerliler arasında çoktur, dedi memur.
Ketti Marsden bunu duyunca Halıma’ya gitmek istedi ve:
– Cüzzam hastalarının yaşadığı Halıma buradan ne kadar uzak? Diye Vali Bey’e sordu.
– Marsden Hanım, Halıma buraya çok uzak ve yazın oraya gidebilmek çok zor, orası ulaşılmaz bir yerdir.
– O