Nikolay Yakutskay

Cüzzam ve Aşk


Скачать книгу

söyleyip yazın atla da yaya olarak da oraya gidilemeyeceğini anlattı. O, bunları anlattıktan sonra Ketti Marsden ile Bülüü’ye gitmeye karar verdiler. Onların bu konuşmalarını İrkutsk’tan gelen jandarma subayı çeviriyordu. Doğu Sibirya Valisinin emriyle jandarma subayına Cokuuskay’dan İrkutsk’a dönmesi söylendi. İrkutsk’tan gelip Ketti Marsden’e yardım eden Kazak İvan Prokofev, kalıp hizmet etmeye devam etti. Sonra İngilizce bilen bir çevirmen aradılar. Cokuuskay’da İngilizce bilen kimse yoktu. Ama Batı Avrupa dillerinden Fransızca ve Almanca bilenler vardı.

      – Anadiliniz olan İngilizceden başka hangi dili biliyorsunuz? Diye Ketti Marsden’e sordular.

      Ketti Marsden Fransızca da biliyordu. Onun Fransızca bilmesine sevindiler. Çünkü valilikte çalışan memur Petrov, Fransızca biliyordu. Dolayısıyla, jandarma subayı İrkutsk’a döndükten sonra artık memur Petrov çevirmen oldu.

      Bülüü’ye ne zaman gidileceğini Ketti Marsden ile Vali Bey birlikte konuşup görüştüler. Bülüü’ye giden gemiyi beklemeden ormandan, posta yolu üzerinden eyerli atla gidilmesini kararlaştırdılar. Yaklaşık 110 km gidebilecek atların hazırlanması için birkaç gün gerekliydi. Ketti Marsden Hanım, çok acele ettiği için haziranın yirmisinde yola çıkmaya karar verdiler. Ketti Marsden Hanım çok kısa bir süre dinlendikten sonra şehirde yaşayanlarla ve şehrin ileri gelenleriyle görüşüp burada cüzzam hastalarına yardım edecek bir birlik kurdu. O, bu işle sürekli meşgul olurken daha önceden belirledikleri haziranın yirminci günü de gelmişti.

      Onlar için beş at hazırlanmıştı. Ketti Marsden Hanım, onun yardımcısı Kazak İvan Prokofyev, memur tercüman Petrov, polis şefinin yardımcısı Sleptsov ve rehber Kazak Yegor Kozlov ile birlikte yola koyuldular.

      Yazın sıcakta atla gitmenin yorgunluğuna, yolun kötülüğüne, çokça sivrisineğe, arıya çoğu insan dayanamazdı. Bunların hiçbirinden şikâyet etmeden kararlı ve iradeli Ketti Marsden Hanım atla bu yolculuğa dayandı. Bülüü şehrine haziran ayının yirmi dokuzunda, sabah saatlerinde ulaştılar.

      Polis şefi yardımcısı Sleptsov, Bülüü’nün polis şefi Antonoviç’e Cokuuskay’dan getirdikleri Doğu Sibirya valisinin talimatnamesini verdi. Talimatnamede Vali hazretleri “İyi yürekli Hemşire Ketti Marsden Hanım’a, onun bu önemli görevinde, İmparatoriçe Mariya Fedorovna’nın doğrudan talimatıyla gereken her şeyle ilgili sınırsız yardım edilmesini emrediyorum.” diye buyurmuştu.

      Çariçe’nin emri o zamanlar Çar’ın emirlerine denkti. Fakat Bülüü’nün polis şefi ve beyler, Ketti Marsden Hanım’a ve onun yardımcısına kalacak yer bulamadı. Polis şefi, kendi evinin bir odasını Ketti Marsden Hanım’a verdi. Ketti Marsden’in yardımcısı Kazak İvan Prokofyev ve çevirmen Petrov da bu evde kaldılar.

      Ketti Marsden uzun yolculuğun ardından yorulup yardımcısıyla birlikte o gün dinlendiler, yıkanıp tarandılar ve elbiselerini değiştirdiler. İkinci gün Ketti Marsden, polis şefi Antonoviç Bey ile çevre bölgelerin beylerini toplayıp onlara hangi mesele hakkında geldiklerini anlattı.

      – Sizin bölgelerinizde cüzzam hastaları var mı?

      – Var hanımefendi, var, dediler.

      – Bu hastalığa maruz kalan ne kadar hasta var?

      – Kesin bir rakam yok.

      – Ben onları nerede bulabilir, konuşabilirim?

      – Mastaah kasabasında çok fazla var ve birer, ikişer tane de Orta ve Yukarı Bülüü kasabalarında var. Bu kasabalara gidip cüzzam hastaları ile görüşebilirsiniz, dedi bölge beyleri.

      – Hastaların çok olduğu yere, Mastaah’a gideceğim, dedi Ketti Marsden.

      – Şimdi oraya sadece atla gidilebilir, yolları çok kötü, dedi polis şefi Antonoviç.

      – Ben Cokuuskay’dan buraya atla geldim, oraya da atla gidebilirim.

      İşte böyle, Mastaah kasabasındaki cüzzam hastalarıyla görüşüp konuşarak kullandıkları ilaçları öğrenmek için yola çıkmaya karar verdiler. Oraya, merhametli Hemşire Ketti Marsden Hanım, onun yardımcısı Kazak İvan Prokofyev, Rusça-Fransızca tercümanı memur Petrov, Sahaca-Rusça tercümanı ve rehber Kazak Sofronyev ile birlikte gittiler. Sahalar, Sofronyev’e Ördek Parmağı adını vermişlerdi. Onun gençken sarhoş olup sağ elinin parmakları soğuktan donduğu için kesilmiş, bu yüzden parmakları ördek parmaklarına benziyordu.

      Ketti Marsden’in aradığı cüzzam hastalarının çoğu, Mastaah kasabasının Mastaah’ın ebesi denen büyük, bol balıklı gölün çevresinde yaşayan, balıkçılıkla geçinen halkın arasında yaşıyordu. Fakat başka yerlerde, Orta Bülüü kasabasında ve Müküçü Gölü’nün yakınlarında yaşayanlar arasında, Yukarı Bülüü kasabasında, Homustaah Gölü çevresinde yaşayanlar arasında az da olsa cüzzam hastası vardı. Bu yerleri Ördek Parmak çok iyi biliyordu.

      Temmuz ayının ilk gününde Bülüü Nehri’ni şehrin aşağı yakasından sandalla geçerken ansızın kuvvetli bir fırtına çıktı. Dalgalar, sandalı suya batırıp çıkararak oldukça tehlikeli bir yolculuk yapmalarına neden oldu. Şimdi burada, Toyon bölgesinde Halbaakı köyünün muhtarı onlar için dört at göndermişti ancak on dört, on beş yaşlarındaki bir çocuğun, atların bulunması gereken yerde tek başına ağladığını gördüler.

      – Atlar nerede? Diye sordu Ördek Parmak, çocuğa.

      – Atlarım… Kaçtılar, dedi çocuk ağlayarak.

      – Bu çocuk neden ağlıyor? Dedi Ketti Marsden Hanım.

      – Muhtarın size gönderdiği atlar, bir şeyden ürküp beni burada bırakıp kaçtılar, dedi çocuk hıçkırarak. Bunu Ketti Marsden’e çevirdiklerinde:

      – Ağlamasın, at bulabileceğimiz yer buradan ne kadar uzak? Diye çocuğa sordu.

      – Uzak, muhtarın yaşadığı yer buradan yaklaşık bir buçuk günlük mesafede, dedi oğlan.

      Ketti Marsden Hanım çocuğa acıyıp şöyle söyledi:

      – Bize muhtarınıza giden yolu göster, yayan gidiyoruz.

      İşte böyle, Ketti Marsden ve yardımcılarının Bülüü’ye seyahatleri çok olaylı başladı. Merhametli Hemşire Ketti Marsden, hiç söylenmeden erkeklerle eşit şartlarda, bir buçuk günlük mesafeyi yürüdü.

      Halbaakı köyünün muhtarı, sürpriz yapmak için çocukla at göndermişti ancak onlar yürüyerek köye vardılar.

      Muhtarın evinde yemek yiyip dinlenirken kaçan atlar da yakalanmıştı.

      Bütün geceyi Halbaakı köyünün muhtarının evinde geçirdiler. Sabah erkenden kalkıp Toruoy Küület köyüne, Kıççık Miiterey’in evinin çitlerinden içeri girdiler.

      IV

      Kıççık Miiterey onu ziyarete gelen kadının, Çariçe’nin izniyle cüzzam hastalarını araştırmaya geldiğini duyunca çok şaşırdı. O, cüzzam hastalığını çok bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık olarak biliyordu. Dahası anne, baba veya çocuk fark etmez, kim bu hastalığı kaparsa ev ahalisi bir arada olduğu için bulaşma tehlikesinden dolayı hastalanmış kişiye, hayvana bakmazlar; onlar insanların yaşadığı yerden uzakta, ıssız ormanda tek başına yaşar, o hastaya yaklaşılmaz, deniyordu. Bu yüzden hasta ölene kadar gömülmüş gibi yaşıyordu. Yaşadığı süre boyunca ailesi varsa ailesi ona uzaktan, ona yaklaşmadan yardımcı oluyordu. Fakat ailesiz zavallı biri hasta olursa köylüler sırayla onun yemeğini yapıyor, yaptıkları yemeği onun ekiniyle uğraştığı yere götürüp bırakıyordu. Zavallı hasta bu şekilde hayatını idame ettiriyordu. Birkaç gün içinde bırakılan yemeği almazsa onun ölmüş