Keneş Yusuf

Manas Destanı


Скачать книгу

On çocuğu varmış gibi ihtiyar onu görmeye gitmedi. Manas adından Kalmukların, Çinlilerin haberi var mı? Almak istersen işte hayvan! Para istiyorsan onu da senden esirgemem. Beslediğim oğul adam olacak mı?”

      Sözde hasis, derin düşünceli olan Oşpur şöyle dedi:

      “Oğlumuz amandır, kimseye yenilmez, güreşte, kimseye boyun eğmez biri oldu, kıvamına geldi. Söyleyeceğimi söyledim, vereceğimi verdim. Artık Kalmuklardan, Çinlilerden korkmaz oldu. Çocuğa ihtiyacınız varsa alabilirsiniz.”

      Ertesi gün Cakıp Bay Manas’ı alıp gelmek için Oşpur’la beraber gitti. Cakıp oğlunun olgunlaştığını görüp sevindi. “Ya kurban olayım kuzum, beri gel, konuşalım. İhtiyar Kalmuk’u dövmüşsün. Çakmağıyla bıçağını almışsın. Şimdi Kalmuklar bize felaket yağdırmaz mı? Başımıza belâ olmayacaklar mı?” diye Cakıp ağladı.

      “Ben onu ganimet aldım. Ganimeti vermeyeceğim.” dedi Manas dudaklarını bükerek. “Ey baba! Ne zamana kadar böyle saklanıp yaşayacağız? Artık kaçmayacağım Kalmuk’tan, ölümden öte yol yok!” dedi.

      “Ya, yavrum, arkadaşlarına hayvan kesip yedirip israf etmişsin.” dedi Cakıp.

      “Ey baba kızma. İnsana, dünya ile hayvan bulunur. Bunca sahipsiz hayvanı güdüp ne bulacaksın. İnsana birazcık servet yetmiyor mu?”

      Cakıp, çocuğunun söylediklerine karşılık bulamadı. Manas’ın akıl bulduğunu, büyüdüğünü gören Cakıp, içten memnun oldu.

      Oşpur, elini Manas’ın omzuna koyup vedalaşırken sordu:

      “Manas, olgunluk çağına geldin. Şimdi seni babana teslim ediyorum. Söyle bakayım, benden ne öğrendin?” dedi Oşpur.

      “Nasıl bahadır olunacağını, nasıl savaşılacağını!” dedi Manas.

      “Hoşlanmadığın herkesle savaşır mısın?” dedi Oşpur.

      “Saldırırsa, evet!”

      “Manas sağ kulağınla da, sol kulağınla da dinle. Önce halkına saldıran düşmanla savaşacaksın. Her zaman halkını düşüneceksin, sonra kendini. Bu, her yiğidin parolasıdır. Benim sana verecek vasiyetim budur.”

      Manas nasihatini bitiren Oşpur’un önünde diz çöktü.

***

      Cakıp Bay’la Manas sabahın köründe yola koyuldular. Doğuda güneş ışınları bulutlara aksederken Batıda ay henüz kaybolmamıştı. Tepeleri beyaz karla örtülen dağlar, kül rengine bürünmüştü. Kuş sürüleri dizi halinde göç etmeye başlamış, yerde otlar sararmış, şafak süzülmüştü.

      Cakıp Bay da, gök yavrularını yetiştiren kuş gibi, boyu uzayan, at üzerinde mağrur oturan yiğit oğlunu, dikkatle süzüp, daha önce “Keşke yanımda bir oğlum olsaydı, hasretim kalmazdı.” şeklindeki dileğinin sonunda gerçekleştiğine şükrederek, hanımına çabuk ulaşmak için atın dizginini silkti.

      Tör-Su nehrini geçip Ak-Ötek’e geldiğinde uzaktan buram buram yükselen toz duman içinde, ürkmüş at sürüsü göründü. Cakıp ürkmüş atların önünü kesip, damgalarına bakarak onların kendi atları olduğunu gördü.

      Cakıp bu sıcakta temiz atları korkutarak süregelen yabancı Kalmuk’a sordu:

      “Hey, atları nereye götürüyorsunuz?”

      Yer kapan Kalmuk, Cakıp’ın sözünü anlamadan atları, sövüp sayarak sürüp gitti.

      Atların ardından koşan lyman adlı at çobanı, Cakıp’ı görüp acı acı ağladı.

      “Kalmuklar bizi dövüp, yurdumuzu alarak, atları sürüp götürüyorlar, bayım.”

      O sırada Manas yetişip geldi, ağlayan at çobanını görüp babasına sordu:

      “Bu at çobanını kim dövmüş, baba?” Cakıp doğruyu söyledi.

      “Deminki Kalmukların işi yavrum. Altı grup Kalmuk yer değiştirmiş. Kısa zaman önce otuz kısrakla, beş atı otlak ücreti olarak vermiştim. Bunu az görüp atları otlaktan kovmuşlar.”

      Atların ardındaki al donlu ata binen Kalmuk reisi Kor-tuk, Cakıp’ı tanıyıp kaba sesle bağırdı:

      “Pis, vahşi Kırgız! Otlağın sahibini bilmiyor musun? Hayvanlarına bir yer bulsaydın? Şimdi sana göstereceğim! Tohumunu göstereceğim.” diye Kalmukça sövüp, Cakıp’ı atından indirip, kovaladı.

      “Ya baba, bunlar ne diyorlar?” diyen Manas hâlâ hiçbir şey anlayamamıştı.

      “Ey yavrum, çocuklar böyle sözleri anlamaz.” dedi Ca-kıp telaşlanarak.

      Bu sırada kenarda duran Kalmuk, Cakıp’ı kamçıladı. Bayın zardava kalpağı yere düşüp çenesinden kan aktı. On Kalmuk Cakıp’a saldırdı onu fena dövdüler.

      Bunu gören Manas tahammül edemedi. At çobanı lyman’ın elindeki huş ağacından yapılmış sırığı (kement) kapıp kükreyen Kortuk’un üzerine fırlattı. Kalmuk’un başı parçalanarak beyni sırığa takılı kaldı. Bunu göre Kalmuklar atlarının dizginlerini çektiler, şaşırdılar. Atlarının üzerine yerleşerek Manas’ı yakalamaya yeltendiler. Mızrak ve kılıçla saldıran Kalmuklar, Manas’ı her taraftan kuşattılar. Manas atıyla bir yana kaçarak sırıkla onları birer birer yere düşürdü. Kalmukların yedisi yere düştü. Manas gök kır atının yorgun düşmesine rağmen ayaklarıyla onun böğürlerine vurarak kaçan Kalmukları inatla takip etti. Cakıp Manas’ın arkasından bağırarak gök kır atın dizginini tutmaya çalışsa da ulaşamıyordu.

      “Hey, yapma yavrum, dur!” diye ağlıyordu Cakıp. “Kendine gel! Arkana bak, vay-vay! Bu yaptığın nedir? Köklü kabilen mi var senin? Keşke kırk yoldaşını bekleseydin? Tek başına Kalmukları öldürüp bitirebilir misin? Bırak yavrum, dur!”

      Manas babasına acıyıp gök kır atının dizginini çekti.

      “Kurban olayım sana yavrum. Bu Kalmuklar bundan sonra seni boş bırakmazlar. Bakarsın yarın Kortuk’u öldürdün diye, intikam almak isterler. Onlar “Kun” isterler. Manas atın dizginini sıkı tutup uslu duruyordu.

      “Kun ne demek baba?”

      “Oğlum birisini öldürdüğün zaman, zarar gören taraf kun ister. Kuna bakarak (at, koyun, deve, inek) altın ve benzeri dünya kıymetlerini alır. Onu ödemezsek baş alır veya ailemizden birisinin öldürülmesini isterler.” “Kalmuklar Kortuk’un Kun’u için bizi esir alıp malımızı yağma ederler mi?” Avula ulaşmaya az kaldığında, Manas düşünceye dalmıştı, sonra Cakıp’ın yanına yaklaşarak:

      “Ya baba sen beni çocuk mu sanıyorsun?”

      “Büyüdün, akıllandın. Daha nereye büyüyeceksin? Dev gibi boyun var.”

      “Bana güveniyor musun?”

      “Güveniyorum.”

      “Ben sana bir şey soracağım, saklamadan doğruyu söyler misin?”

      “O soracağın soruya bağlı, yavrum.”

      “Soru oğlunun babasına sorabileceği bir sorudur. Cevap ise akıllı bir babanın büyümüş oğluna vermesi gereken doğrulukta olmalıdır, baba.”

      “O zaman sor oğlum. Bundan sonra sana gerçekleri söyleyeceğim, senden hiçbir şey gizlemeyeceğim.”

      “Baba soyunu sopunu bilmeyen adam olmaz. Bana yedi göbek soyumu anlat. Ala-Too’dan Altay’a gelişimizden başlayarak hepsini anlat.”

      “Oo, oğlum, sen sormaz olsaydın; ben de söz vermiş olmasaydım. Babanın da çocuğuna söyleyebileceği söz var,