ettirilmez. Bu romanlar arasındaki ilişki aynen ikizlerde (veya üçüzlerde) olduğu gibi genetik kodlama düzeyindedir. Romanların üçünde de aynı dünya görüşü ve aynı anlam üretici mekanizmalar söz konusudur; farklı düzlemlerde ve farklı ölçeklerde gerçekleşen ifade tarzı ise onların arasındaki farklılıkları oluşturmaktadır.
Hem yapı, hem anlam noktasındaki ortak özellikleri sayesinde bu üç romanı ayrı ayrı değil bir arada okumak mümkündür, hatta gereklidir böyle bir okuma. Bu okuma süresinde, yazarın neyse özel bir şey aradığının veya bize özel bir şey anlatmağa çalıştığının farkına varıyoruz. Ve görebiliyoruz ki, bu “şey” her romanda farklı bakış açılarından ve farklı yönleriyle anlatılmaktadır. Ancak üç roman da dikkatlice okunduktan (ki edebi metin başka türlü okunamaz) sonra aslında bütün bu metinlerde aynı dünyadan ve aynı konulardan bahsedildiği anlaşılmaktadır.
“Eksik El Yazması”nda kültürün ana gövdesinde yer alan/var olan bir metin (Dedem Korkut Kitabı) “revize” edilir, bilinen olaylar yeni baştan ele alınarak inceleniyor ve seçenekler açıklanıyor. Olayların ikinci, üçüncü planları, paralel gelişmeler, paralel ve karşıt yorumlar vs. bir araya getirilerek ilginç bir roman dokuması biçimlendiriliyor. Toplumsal tarihin erken (destanlar) çağında yaşanan, amma kısmen çağımızın her şeyi sorgulama alışkanlığı sayesinde, kısmen de “zamanenin dili” ile çelişerek, artık tartışmalı hale gelen birçok olay bu romanda araştırılarak geriye dönük bir tarih terapisi gerçekleştiriliyor. Toparlarsak, Kemal Abdulla’nın biçimlendirdiği dünya tasarımının TOPLUM boyutu bu romanda düzenleniyor.
“Büyücüler Deresi”nin mantığına göre, gündelik yaşayış ile ezeli ve ebedi ruhsal yaşayış arasında ani müdahaleler yaşanabiliyor. Romanda ruhlar dünyasına müdahale girişimi ve bu müdahalenin gerçekleşme seçeneklerinden biri tanesi anlatılıyor. Farklı zaman dilimleri içinde yaşanmış ve yaşanacak olaylar ile bu zaman dilimleri arasındaki sıradanlaşmış geçitler metnin bir az gizemli, bir az korkunç köşe bucaklarında beklenmeden değişen modeller oluşturuyor. Roman bir bütün olarak ta başlangıçtan sona kadar dünyanın ZAMAN boyutunu düzenlemektedir.
Nihayet“Unutmağa Kimse Yok…” romanı. Bir mağaranın duvarlarında çok eski bir yazı ürünü olduğu düşünülen gizemli işaretler var ve bu gizemin çözülmesi gerekir. İşaretlerin okunması sürecinde üçün bazı şeyler (metni ilk bulan kişi, metnin bulunduğu mekan, Karaağaç ve metni okuyacak olan genç bilim adamı) bir araya getirilmiştir. Ama bunlar yeterli olmamış ve metin yanlış anahtar kullanılarak okunmuştur. Görünüşte ise metin okunmuştur (yani kurumsal bilim açısından ortada bir sorun kalmamıştır) ama bu okunuş olası yorumlardan sadece birisidir. Gerçek metnin anlamı ise bu anlamları kavrayamayan insanların yaşadığı “yalan dünyanın” dışındaki “gerçek dünya”dadır. Bu gerçek dünya ise güç sahiplerinin kararlarıyla, insanların günlük ihtiyaçlarıyla değil, merkezinde Karaağaç’ın olduğu sonsuz dünyanın Büyük Uyum yasasına göre var olmaktadır. Bir bütün olarak bu roman evrensel çapta MEKÂN’ı (Kozmosu) düzenlemektedir.
Böylelikle söz konusu üç roman anlam düzeyinde farklı yönlerde akmakta olan zaman dilimlerinin, iç-içe yaşayan farklı mekânsal yapıların, hatta birbiriyle yan yana yaşayan farklı dünyaların varlığını gerçekliye çevirmek girişimi olarak görülebilir. Yani bu romanlarda neyse tasvir edilmiyor, neyse açıklanmıyor ve anlatılmıyor… Bu romanlar bir bütün olarak farklı bir dünyanın ta kendisidir.
Özellikle “Büyücüler Deresi” ve “Unutmağa Kimse Yok…” romanlarında bir olayı açıklamaya çalışırken herhangi bir izahat, bir yorum verilmemekte, bunun yerine başka bir olay veya rivayet aktarılmaktadır. Yeni bir olay başka bir olayı açıklamak işlevini yerine getiriyor. Bunların bağımsız birer değeri olsa da yalnız bir arada, bir-biriyle ilişki ortamında (bir dizge olarak) belli bir anlam ifade etmektedirler ve sonuçta yeni bir metin ortaya çıkabilmektedir… Bu metin mittir… Yani Romandır.
Mitolojilerde bu özelliği fark eden veya mitolojileri bu şemaya dayanarak yorumlamaya çalışan C. L. Strauss bunu “bricolage” olarak adlandırmaktadır. Latin Amerika mitolojilerini araştırırken vardığı sonuca göre bir mit başkasının, o da bir başkasının ve s. açıklamasıdır ve bunların toplamı mitolojiyi biçimlendirmektedir.
Bu “bricolage” tekniği Kemal Abdulla’nın eserlerinde bir romanın sınırlarıyla kısıtlanmamış olup, üç roman arasında da buna benzer bir ilişki görülmektedir. Bu romanlardan her birisi bir öncekini anlamak ve açıklamak üçün yeni anahtarlar sunmaktadır.
Bu özelliği biraz daha belirgin biçimde görebilmek üçün “Unutmağa Kimse Yok” romanına biraz daha yakından bakmak gerekir.
Paralel dünyaların varlığı ve farklı olayların farklı zaman dilimlerinde (hatta aynı zaman içinde) bir arada gerçekleşebilme imkânları romanda bir kural halına gelmiş durumdadır.
Romanda iki temel kavram birçok yönüyle işlenmiştir: 1) Paralel dünyalar; 2) Uyum veya Muhteşem Uyum (Ahenk).
Paralel dünyaların varlığı ve evrenin varoluşunu temin eden ilahi uyum birbiriyle bağlantılı kavramlardır; biri diğerini beslemektedir. Durum böyle olunca her olayın ve romandaki her gelişmenin sayısız varyantı ola bilir. Bunlar bezen yazar tarafından açıkça (çoğunlukla parantez içinde) gösterilmekte, bazen ise okuyucu kendisi bunları kolayca fark edebilmektedir. Paralel dünyaların varlığına bariz örnek olarak somurtkan ve aksi bir mollanın ağzından aktarılan ve İlyada destanında Paris ile tanrıçalar arasında geçen ünlü elma alma motifine yer verilmiştir. Aslında onun yerine başka bir hikâye de anlatılabilirdi. Burada olduğu gibi metnin diğer bölümlerinde yer alan epizotların da yerini başkaları alabilir ya da hepsi birbirinin yerine geçebilirdi. Bence bu küçük hikâyeler ve metinler bir çeşit “modüler yapılar” ve ya “modüler metinler” olarak görülebilir. Modüler yapıları oluşturan parçalar yer değiştirdiği zaman ortaya yeni bir yapı çıkar ve daha önce başka biçimde olan, başka bir işlev yerine getiren bir öğe bu yeni yapı içinde tamamen farklı işlevler üstlenebilir ve yeni anlamlar kazanabilir. “Unutmağa Kimse Yok…” romanı da paralel dünyaların varlığı sayesinde metin öğeleri arasında böyle bir modülerliği kolayca gerçekleştirebilir. Romanın temel mantığına (Evrensel Uyum) ters düşmemek koşuluyla her epizot birçok farklı sonla bitebileceği gibi, karakterler arasında da işlevsel geçitler mümkündür. Bu husus o kadar önemli ki, romanın temelini oluşturan “Çiçekli Yazının okunması” süreci bile gerçek değil, alternatif (ama “doğru”!) bir okunuşun ortaya çıkmasıyla sonuçlanmaktadır.
“Demek böyle… Seninki yazıyı okusun ama gerçek içerik değil farklı bir içerik okunmuş olsun diyorsun. Ortaya başka bir şey çıksın… Onu mu demek istiyorsun?” Mağara Ruhu bir anlık düşünceye daldı.
“Öyle. Ben istemiyorum onun ıstırap çekmesini. Senin hazine kimseye gerek değil. Bu lanet yazının izini kaybet. Yok et. Ama öyle yap ki kuşkulara da yer kalmasın. Böylece hazinen sana kalsın, ona ise… Ona ise zarar verme, kıyma ona.”
“Kuşkulara yer kalmasın” Mağara Ruhu söyleneni yankı gibi tekrarladı: “Bu biraz zor. Peki, kurban kim olacak?”
Mağara Ruhu Behram Emminin telaşlı tavırlarını fark edince hemen ekledi:
“…Ama olmaz da değil. Şartımız… Seninle konuşmuştuk, aynı şart geçerlidir. Kurban konusu ise ihmal edilemez, mutlak bir kurban verilecek. Elini süren kim olursa olsun, şartımız var… Yazılara el sürmek yasak; el süren ölecek. Ya da kendi yerine bir başkasını kurban olarak gösterecek. Başkası… Olsun. Benim