Gabbas Kabışulı

Gönlün Göklerinde


Скачать книгу

oturdum.

      “Oğlum memleket neresi?”dedi kanepeye yaslanmış ve gözlerini karşıya dikmiş bir hâlde.

      “Doğu Kazakistan, Öskemen, doğrusu Ulan İlçesi.”

      “Nayman boyundansın demek. Sarsen Amanjolov’la aynı memlekettenmişsin, iyi, iyi. Sarsen, büyük bilim adamı ve çok bilgili bir delikanlı idi,” dedikten sonra az bir süre sessiz kaldı ve:“Oğlum dünkü atalarımız: “Yedi göbeğini bilen yedi ulusun gamını yer, yedi göbeğini bilmeyen kulağı ile çenesini yer” demişlerdir. Bunlar doğru sözlerdir, niyeti iyi olana söylenmiştir. Peki, senin zamanını almayayım, senin işlerin, gelen giden insanların vardır. Bense boş dolaşan bir ihtiyarım. Sana herhangi bir iş için gelmedim, görmek, tanışmak ve iyi dileklerde bulunmak için uğradım. Burası edebiyat fonudur, yapılan her işin yüz laf getireceği, herkesin gözünü diktiği, hem atlının hem de yayanın uğradığı geçiş yeridir. Şimdiki ihtiyar adamların bazıları çalışmıştır burada. Tabii bugünü dününden farklı, değişimi, gelişimi daha fazla, çuvalı daha dolu olmalı. Fakat paranın bulunduğu yerde şeytan da dolaşır, cin de dolaşır, en zor kısmı budur. Şayet insan dikkat etmezse şeytan ile cin, hem içten hem dıştan saldırır.Bu durum “Altını gören melek yolunu şaşırır” misali yolunu şaşıran pek çok kimseleri pişmanlık içinde bırakmıştır. Sen yavrum, korunmayı bil, dikkat et, her gün yaptığın işlerde dürüst ol, adaletli ol. Günümüz toplumunda ihtiyaç sahibi çoktur hem genç hem yaşlı yazar da çoktur. Yazarların hepsinin paraya ihtiyacı vardır. En çok ihtiyaç duyanlar ise evsiz barksız, durumu kötü olan gençlerdir. Sen elinden geldiğince onlara yardımcı ol, göz kulak ol. Benim gibi ihtiyarlar bir şey istemeye gelirse,” diye bana gülümseyerek baktı ve sözlerine devam etti: “Şudur, budur diye güler yüzle geçiştiriver, şayet durumu tamamen çarpıtacak olurlarsa sen onlardan hiç korkma, çünkü bizler senden parayı can sıkıntısından isteriz, cebimiz parayla dolup taşacak olsa yine isteriz, çünkü bizler öyle alışmışız. Yazar, ancak eserine ihtiyaç varsa yazardır… Fakat bizde bu değerli unvanı hak etmeden alanlar vardır. Anlattığım tipten insanlar şu Edebiyat Fonu’nun kapısını her gün aşındırıyorlardır muhtemelen, eskiden öyle yaparlardı. Başka yapacak bir şeyleri kalmayınca ne yapsınlar… Sadece onlar mı ki… Bizler şan ve şöhreti arttıkça aksiliği de artan doyumsuz insanlarız. Oğlum Gabbas, sen bunları aklında iyi tut, az önce söyledim ya, bizim hatipliğimizden cesaretini kaybetme, korkma. İyiliğini, güler yüzünü anlamak istemeyenlere sırtını dön, yüzünü dönme, yumuşama. En fazla bağırıp çağırırız, yıkacak duruma geldiğimizde şikâyetimizi yöneticilerine iletiriz. Yöneticileriniz ise çocuk değiller, bizim huyumuzu, suyumuzu iyi bildiklerini düşünüyorum. İmkânsız şeyi istemezler” dedi ve kısa bastonunu dik tutup hızla kalktı. Kolundan tutup desteklememe bile fırsat bırakmadı. Büyük burnunu kıvırarak tebessüm edip tekrar sağ elini uzattı ve: “Çok konuşarak canını sıkmış olmalıyız, affet… Akıl vermeyi sevenler bensiz de az değildir, yine de oğlum umarım benim söylediklerim işine yarayacaktır.”diye elimi sıktı.

      “Tabii ağabey, aklımda tutacağım. Çok teşekkür ederim, güle güle.”diye neşeli bir şekilde geçirdim. Odam genişlemiş ve daha da aydınlanmış gibi hoş bir duyguya kapıldım.

      “Akıl vermeyi sevenler bensiz de az değildir…”

      “Akıl verenler” demedi, “akıl vermeyi sevenler” dedi. Akıl vermeyi sevenleri özellikle yergi ile yere yıktı.

      Edebiyat Fonu Dairesi’nde çalıştığım yıllarda bana samimi ve iyi niyetle ağabey tavsiyesinde bulunan bir tek kişi olmuştur. O kişi, Gaban, yani Gabiden Mustafin’dir.

      Daha sonraları da iki üç kez görüştüğümüz, konuştuğumuz oldu. “Gabbas oğlum, patron olmak güzeldir, ancak dikkatli ol, edebî şahsiyetini üzme sakın.” dediği hâlâ aklımda. Kitap rafımdaki beş cildinin ihtiyaç duyduğum cildine elime her uzatışımda içimden Gaban’ın esprili “Mojno ma?” sorusunu tekrar eder, kendi kendime gülümserim.

      Kapıma çocuk gibi tık tık vurarak yavaşça açıp gireli beri, 22 yıl geçmiş meğer…

1994 yılı.

      GÜÇLÜ BEDENİNE HAYRANLIKLA BAKTIM

      1967 yılının Nisan ayı olmalı. Kazak Edebiyatı Gazetesi’nde İcra Sekreteri Yardımcısıydım. İcra Sekreteri ise İzağa’dır. Şair İztay Mambetov. Daireye her gün saat onda gelen İzağa, ne olduysa gecikti. Saat 11’e geliyordu. Yazı İşleri Müdürü Sekreteri Raya abla girdi odaya ve çenesiyle İzağa’nın boş masasına işaret ederek:

      “İztay nerede?” diye sordu bana.

      “Daha gelmedi” dedim.

      “Öyleyse Nigmet’e sen git, istiyor” diye odadan çıktı Raya abla.

      Yazı İşleri Müdürü Nigmet Gabdullin’in odasına girdiğimde gözlerime inanamadım. Bavırjan Momışulı’nın kendisi oturuyordu. Kendisi… Nigmet Bey’in masasının ön tarafındaki alçak ve küçük masanın sağ tarafındaki koltukta dimdik oturuyor. Canlı Bavken’i ilk defa görüşüm. Şan şöhreti göklere kadar yükselen kahraman ağabeyimizle beklenmedik anda karşılaşmak benim için kolay olmadı. Ne yapacağımı şaşırmıştım doğrusu, Müdür’e bakıp konuşmakta olan Bavken’e doğru yürümeye başladım yavaşça. O, bir an ani bir bakış attı bana. Çatılmış kaşları altından keskin gözleri parlayıverdi. “Çok da huysuz olduğunu söylerlerdi, doğruymuş.” dedim kendi kendime. Çekindiğimi belli etmemeye çalışarak yavaşça attığım adımlarla karşısına gidip sağ elimi göğsüme götürerek:

      “Selamünaleyküm.”dedim. Bavken, dikmiş olduğu gözlerini ayırmadan sağ elini başının şakak kısmına hançer gibi aniden kaldırıp:

      “Selamlar.”dedi ve “hançer” elini Yazı İşleri Müdürü’nün masasına atıp hızlı bakışlarla Nigmet Bey’e bakarak: “Bu delikanlı kimdir?”dedi.

      Müdür’e baktım, neden olduğunu bilmem gülümseyip duruyordu.

      “Bavkebu, delikanlı sizin öykünüzü daktilodan çıktıktan sonra okuyup gerekli biçime sokacak personelimizdir, Gabbas Kabışev adlı kardeşiniz” dedi. Nigmet Bey, önündeki beş altı sayfayı toplayıp bana uzatırken. Bavken hızla yerinden kalktı ve Nigmet Bey’e kızgın bakış atıp sıkça bıyığına sağ elinin işaret parmağıyla bir iki dürterek:

      “Şu bıyıklar. Şu bıyıklar hafife alınmaz.” dedi ve ardından gözlerini kocaman açıp: “Gidebilirsin.”dedi sert bir sesle.

      Ben, tek laf bile etmeden kapıya yöneldim. Biraz uzaklaşınca Yazı İşleri Müdürü’nün:

      “Anladım, Yoldaş Albayım.”şeklinde kurnazca bir sesle verdiği cevabı duydum.

      “Muhafız Alay Albayı.” dedi Bavken emrivaki bir sesle.

      “Anladım, Yoldaş Albayım,Yoldaş Muhafız Alay Albayı.”dedi Nigmet Bey, nedense nazlı bir sesle.

      “Çok çok iyi”dedi Bavken yüksek bir kahkaha atarak. “Gerçekten de ilginç bir adammış.”diye ben de gülerek, tabii ki belli etmeden kendi kendime gülerek odadan çıktım.

* * *

      1978 yılının yaz mevsimi. Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Edebiyat Fonu Kazak Şubesi Başkanıydım. Öğle arasından sonra tam da yerime yerleşmiştim ki telefon çaldı. Ahizeyi kaldırdım. Diğer taraftan:

      “Yoldaş Başkanla mı görüşüyorum?” diyen çok net ve sert bir ses geldi. Bavken’in sesi.

      “Selamünaleyküm.”dedim