Gabbas Kabışulı

Gönlün Göklerinde


Скачать книгу

Kazakistan Abay Devlet Edebî Ödülü takdim edildiğinde hepimiz çok sevindik. Ödül, “Ösken Uya (Büyümüş Yuva)” adını verdiği kitabına, kıymetli edebî şahsiyetine verilen değerdi. Savaş sırasındaki büyük kahramanlıkları Bavken’in kendisi hayattayken gerektiği gibi önemsenmese de yazarlığına böylece kendisine yakışır bir şekilde değer verildi. Ödülle onurlanan Kahraman ağabeyimiz büyük bir kutlama yaptı. Ben de davet edildim.

      Tabii Bavken’in morali çok yüksekti. Büyük küçük herkesle şakalaşıp yaşadığı ilginç anlarından olaylar anlattı. Ağabeyi takdir ederek konuşma yapanlar övgü sözleri yağdırdılar. Hepsi de çok uygundu.

      Yemekle çay arasında ara verildi. Misafirler nefes almak için koridora, dışarıya çıkmaya başladı. O sıralarda kenarda bekleyen bir grup fotoğrafçılardan biri: “Kardeşler, yoldaşlar, Bavkenle bir resim çekilmeye ne dersiniz?” dedi. Böyle bir fırsattan kim yararlanmak istemez, anında gürültü koptu. Bavken’i ortamıza alıp ona yakın durmaya çalıştık. Teklifi yapan fotoğrafçı ayrıntılı olarak kimin nerede durması gerektiğini anlatmaya başladı. Bavken’i ve birkaç büyüğü yan yana sandalyelere oturttu. Üç dört delikanlı onların ön tarafına, yere serilmiş kilime oturtuldu. Fotoğrafçı: “Sizin boyunuz uzun, Bavken’in arka tarafına geçin.”diyerek Hizmet-aka ile (ünlü Uygur yazarı Hizmet Abdullin) ikimizin arkada durmasını istedi. Geriye kalanları sağa sola yerleştirdikten sonra nihayet öne çıkıp makinesinden baktı. Sıraları bir daha düzelterek tekrar makinesinden baktı ve: “Şimdi iyi oldu, makine hepinizi alıyor. Şimdi çekeceğim, hadi bu tarafa bakın. Gülümseyin, neşeli durun. Evet, çektim.” dediği an yan kapıdan: “Arkadaşlar, beklesenize. Ben de çekilmek istiyorum.” diyen bir ses duyuldu. Yazar Kalmukan İsabayev imiş. Memnuniyetle bize doğru koştu. Fotoğrafçı ister istemez durdu. Koşarak gelen Kalmukan yanımıza geldiğinde Hizmet-aka: “Kalmukan buraya gelsene, benim önüme, şu sol tarafıma geç, sonra resmi görenler senin kafanın benim madalyam olduğunu düşünsünler” demez mi. Kahkaha tufanı koptu. Bavken, hızla dönüp Hizmet-aka’ya bakarak: “Aferin.” diye alkış tuttu ve yüksek bir kahkaha attı. Ufak tefek Kalmukan Bey parlak başını sıvazlayıp bizimle birlikte güldü.

* * *

      Bavken fani dünyaya veda ettiğinde Kalavbek’in talimatı üzerine Bakanlar Kurulu İdari İşler Müdürlüğü deposuna gidip tabuta saracak kırmızı renkli pelüş ve üzerini kapatacak siyah kadife aldım. Kumaşları Taşkent Sokağı üzerindeki atölyeye götürüp tabut için kılıf ve örtü yaptırdım ve arabayla Bavken’in evine ulaştırdım. Canımın çok sıkıldığı, çok duygulandığım ve gözlerimin yaşardığı o anları hâlâ hatırlıyorum.

      Daha sonraları Bavken’in yaşadığı evin dış duvarına anı olarak asmak üzere pano hazırlanmakta olduğunu duyarak atölyeye gittiğimde oldukça üzüldüğümü de hiç unutmam. Bavken’in mermer panoda yer alacak portresi hiç hoşuma gitmemişti. Değerli ağabeyimizin oğlu, kardeşim Bakıtjan’la birlikte gitmiştik:

      “Bakıtjancığım, şu sönük resmi nereden buldunuz da verdiniz? Halkımızın tanıdığı Bavırjan’ın kahraman görünüşü yok ki bu resimde. Kendisinin özellikle belirterek söylediği “Muhafız Alay Albayı Bavırjan Momışulı”nın resmi nerede?” dedim.

      “Genç annemizin kendisi bunu seçmiş de vermiş. Bize danışmadı, ne yapalım” dedi.

      Kahraman Bavke. Halkın sana: “Kahramanım.” dedi. Halkın verdiği değer, en yüksek ve kutsal bir değerdir. Halkın sana sonsuz saygı duydu, sen de halkına naz yaptın.Sergilediğin, kendi gözlerimle gördüğüm, hatta duyduğum o “eğri büğrü” davranışlarının hepsi halkına geçirebileceğinden emin olduğun o nazın yansımalarıdır. Yakışıksız bir şey yoktu. Olduğu söylenirse de gerçek değil, asılsız, boş laflardır.

      Evet, bazıları Bavken hakkında iyi konuşmazlar. “Laubaliydi, kabaydı, asabiydi.” derler onunla ilgili. O türden davranışlarını zamanında gözleriyle görmüş, kulaklarıyla duymuş olsalar neyse de merhumun arkasından, onca yıl geçtikten sonra bu şekilde konuşmak Müslümanlığa yakışmayan bir davranış değil mi? O türden huyuna şahit olsalar bile onun o sırada neden kızdığını, orada tam olarak kimin suçlu olduğunu, elini vicdanına koyup söylemek gerekmez mi? Hayır, öyle yapmazlar. Saadece bilgiçlik taslarlar.

      Bavken’le dört defa sohbet ettim. “Başı acı, sonu tatlı” o olaydan sonra (fakat onları yazmak istemiyorum; kimsenin “uydurmuş” gibi laflar etmesini istemem) Kahraman ağabeyimizin yapısını çözdüğümü düşünüyorum. Bavken, insanlıktan, iyilikten, adaletten yana bir insandı. Uygunsuz davranışlara, yalana, iki yüzlülüğe gelemezdi.

      “Vatan için ateşe gir yanmazsın.” sözlerini Bavken, diğer insanlar gibi uzaktan söylemedi, kendisi defalarca o ateşe giren ve yanmadan çıkan gerçek savaşçı ve kahraman olmuştur. O, savaş yıllarında, yaşam ile ölüm savaşı sıralarında yüksek askerî rütbeye sahip bazı kimselerin sahtekâr, adaletsiz, iki yüzlü davranışlarına, makam düşkünü olmalarına şahit olmuş, onlara seyirci kalmayıp açıkça karşı çıkmış biridir. Makam düşkünü, rütbe sahibi askerler bu yüzden Bavken’e kin tutarak onun büyük kahramanlıklarını, komutana has sivri zekâsını görmezlikten gelir, önemsemek istemez. Sovyetler Birliği Kahramanı unvanı için birkaç defa önerilmesine rağmen verilmesine engel olmuşlardır. Bavken hakkında iki edebî kitap yazan Azilhan Nurşayıkov, askerî ve bilimsel pek çok yazı kaleme alan Albay Kim Serikbayev (bazı gerici ve kıskanç kimseler yüzünden yirmi kadar sene Albay rütbesi taşıyıp emekli olan gerçek toplum adamı ve aydın.) ve diğer şahısların verdikleri bilgilerden öğrendiğim kadarıyla Sovyetler Birliği Mareşalleri İ. Konev, A. Greçko böyle yapmıştır. Bavken bunu öğrenmiş ve kızmıştır. Tabii ki unvana göz koyduğu için değil, vatan kaderinin belirsiz olduğu günlerde bile insanlığın ayaklar altına alınmasına kızmıştır.

      Adaletsizlikle karşı karşıya kalmanın herkeste olumsuz etki yarattığı, sinirleri yıprattığı kesindir. Bana göre, şayet savaştan önceki Bavırjan, savaştan sonraki Bavırjan’dan biraz farklı ise (“farklı” değil, “biraz farklı”) bunu onun kusuru olarak görmek ve duyurmak doğru değildir. Muhakkak ki bunun nedeni zamanla ateş içinde kalan çevrenin olumsuz etkisindendir. Benim tanıdığım Bavken, kaba ve saygısız kimse olmamıştır. İnsanlığa, Kazak milletine has onur ve namusa zıt olan davranışa dayanamayan dikbaşlı yapısını korumuştur hep…

* * *

      Yanılmıyorsam 1989 yılının sonbaharı idi. Günlerden birinde Ulusal Gaziler ve Emektarlar Konseyi, Yazarlar Birliği yönetimine telefon edip Bavırjan Momışulı, Rahımjan Koşkarbayev, Kasım Kaysenov’un yaşamı hakkında çok acil detaylı bilgi toplanmasını istemiş. Yönetimdekiler bu işi bana havale ettiler. Yazarlar Birliği’nin Edebî Eserleri Çevirme ve Edebî İletişim Kurulu Başkanı idim. Öğrendiğime göre adları geçen meşhur üç gaziye Sovyetler Birliği Kahramanı unvanını verme konusunda yukarıyla anlaşılmış, onun için ilgili belgelerin iletilmesi gerekiyormuş. Memnuniyetle işe koyuldum. Üç ağabeyimize layık unvanın neden verilmediğini merak eden, verilmesini talep eden makaleler, mektuplar son yıllarda epeyce birikmişti. Mutlaka hükümete de çok yazılmıştır. Ben, Ulusal Gaziler ve Emektarlar Konseyi’ne derhâl telefon edip Yazarlar Birliği üyeleri olan Momışulı ile Kaysenov’un belgelerini bir sonraki güne hazır edeceğimi, Koşkarbayev’le ilgili bilgilerin kurumumuzda bulunmadığını ilettim.

      İş beni fazla yormadı, Momışulı ve Kaysenov’la ilgili belgelerini ayrı ayrı paketleyip valize koydum. Ertesi gün uzun boylu, esmer bir delikanlı geldi. Adı Yermek miydi Yerlanmıydı tam hatırlamıyorum. Belgeleri almaya geldiğini, Ulusal Emektarlar Konseyi Başkanı Şangerey Janibekov tarafından gönderildiğini söyledi. “İnşallah milletimizin isteği gerçekleşir”