Gabbas Kabışulı

Gönlün Göklerinde


Скачать книгу

talimatını yerine getirmek için girişmelere başladım. Bakanlar Kurulu nezdindeki 4.Genel Müdürlüğün Genel Müdürü Petr Romanoviç Çekurov’a telefon ettim. Bizdeki “Almatı”, “Alatav”, “Okjetpes”, dışarıdaki “Essentuki”, “Kislovodsk” ve diğer tatil evlerine sevk verme konusunda yetkili kurum o idi. Biz, yazarlar için ihtiyaç duyduğumuz sevkleri yaklaşık bir ay önce yazılı olarak isterdik. Bavken ise yarından itibaren diye elimi ayağıma doladı. “Daha önceden söylemeliydin” diye Bavken’e itiraz edecek cesaret de yok. Çekurov da çözüm bulmakta zorlanarak “Vah Bavırjan, vah… sevk hemen bulunur mu hiç?” dedi. Sesinden Bavken’e saygı duyduğunu anladım. Hem bir kurumun Genel Müdürü hem de Sağlık Bakanı Yardımcısı olmak az yetki sayılmaz. “Yok” diye kesip atabilirdi de kolayca. Öyle davranışlarına daha önce şahit olduğum da vardı.

      “Petr Romanoviç biraz sonra arayayım mı sizi?” dedim üsteleyerek.

      “Bir tane bile bulmak zor olacaktır, hepsi de verilmiş.” diye o da kızmaya başladı.

      “Kim bilir, belki bulunur” diyorum.

      “Kim bilir”miş. Ben biliyorum. Veren benim.”diyor.

      “Başka yazarlar için böyle istemezdik, Bavırjan Momışulı ya” diyorum. Bavken’den daha önemli kimsenin olmadığını ima ediyorum.

      “Yarın saat onda arayın”dedi o. “Yarın” mı?..

      Ertesi gün daireye varana kadar rahat edemedim. Şayet sevk bulunursa Allah vermiş, bulunmazsa Allah çarpmış demektir. Bavken’e ben ne diyeceğim, Bavken bana ne diyecek?.. Arabadan iner inmez şoför delikanlıya:

      “Buradan bir yere ayrılma, şimdi ya oğlumuz olacak, ya da kızımız” dedim. O, bir şey anlamadan şaşkın şaşkın kalakaldı.

      Saat ona beş kala Çekurov’a telefon ettim. Allah’tan “oğlumuz oldu.”.

      “Bavırjan’ın şansı varmış, gelip sevk belgesini alabilirsiniz” dedi Çekurov neşeli bir sesle.

      Edebiyat Fonu Baş Muhasebecisi Farida Minikeyeva, sevklerin parasını ödemek üzere 4. Genel Müdürlüğün yolunu tuttu…

      İki sevk elime geçince sevinerek ve Bavken’in talimatını yerine getirmenin gururunu yaşarak (başka bir duygu yaşamak mümkün mü?), derhâl Bavken’in evini aradım. Telefonu açan kadın: “Beyefendi yarın akşam gelecekler, Talgar tarafına misafirliğe gittiler” dedi. “Yarından itibaren” diyerek elimizi ayağımıza dolayıp kendisinin gezmeye gitmiş olmasına şaşırsam da telefonu açan kadına durumu izah edip şoförle sevkleri evine gönderdim.

      Ertesi gün öğleye doğru Kalavbek telefon edip görüşmek istediğini söyledi. Kalavbek Tursınkulov. Hem Yazarlar Birliği’nin Üçüncü Sekreteri hem de Edebiyat Fonu Dairesi Başkanıdır. Aynı zamanda benim akıl hocam, destekçimdir. “Allah’ın verdiği tek patron” diye şaka yaparım. Babasının adı Kudaybergen’dir2. Şakamı herkes kendince anlıyordu herhâlde, kimseye açıklamasını yapmış değildim.

      Kaleken’in odasına girince masaya dirseğini dayayıp oturan Bavken’i gördüm. Güler yüzlü bir insan olarak, çok neşeli bir şekilde:

      “Selamünaleyküm. Talimatınızı yerine getirdim, sevkleri evinize göndermiştim.” dedim. Bavken, bana ani bakış attı. Yüzü çok soğuktu. Kaftanının iç cebinden iki sevki çıkarıp bana doğru atıverdi. Hemen durdum. İki sevk, iki tarafa uçuştu.

      “Benim, senin sevklerine ihtiyacım yok.” dedi Bavken çok kızgın bir sesle. Böyle bir davranışı hiç beklemiyor olmalıyım ki kanım beynime sıçramış gibi anlaşılmayan hâller yaşadım. Bende de az da olsa “cin ve şeytan” vardı, onlar bir araya geliverdiler. İki sevki dörde parçalayıp odayı terk edesim geldi. Ancak ninemin söylediği gibi sağ tarafımdaki melek: “sabırlı ol” diye fısıldadı bana. Sevkleri yerden kaldırıp dikkatle Bavken’e baktım.

      “Ben “Alma Ata” Tatil Evi’ne gitmek isterim, “Alatav” Tatil Evi’ne değil, anladın mı?.” dedi Bavken.Yüzünü Kalavbek’e doğru çevirdi. Kaleken, başını eğmiş, sessizce bir kâğıdı inceliyor görünüyordu.

      “Bavırjan Bey “Alatav”ı istediğinizi daha dün kendiniz söylemediniz mi?” dedim.

      “O, dündü. Dün. Bugün ise bugün. Biz, “Alma-Ata”da iki kişilik lüks oda isteriz, anlaşıldı mı?.” dedi Bavken, bana sırtını dönüp kendisi cam tarafına bakarak. Cebinden “Belomor” sigarasını çıkardı. Neden olduğunu bilmem kunduz börk ile kaftanın kendisine yakıştığını düşündüm o an. Daha önceleri askerî kıyafetle veya elbiseyle görüyordum. Börk ve ince kaftan giydiğini görmemiştim.

      “Yine kız ister gibi Çekurov’a gitmem gerekecek” diye söylenerek kapıya doğru yürüdüm.

      “Konuşmayı dene, belki bulur” dedi Kalavbek.

      “Ben Çekurov’u Mekurov’u bilmem, bilmek de istemem.” dedi Bavke hiç poz değiştirmeden....

      Çekurov ise köze basmış gibi ciyak ciyak bağırdı. Onu çok iyi anlıyorum. Onun yerinde olsaydım, yatıp yeri tekmelerdim. Önceden istenmesi gereken sevki aynı gün temin etmeyi talep etmek, temin ettiğini hemen başka bir tatil evine değiştirmeyi istemek korkunç bir şeydir. “Olmaz.” diye telefonu pat kapatırsa Çekurov’a kim ne yapabilir?

      Petr Pomanoviç bir süre küplere bindikten sonra nihayet sakinleşir gibi olup:

      “Şimdi dairedekilerle bir konuşayım, biraz hatta kalın. Vah, Bavırjan Momışulı, vah. Vah, Muhafız Alay Albayı. Ne inatçı bir adamsın sen.” diye Bavken’e arkasından kızdı ve iç hattan birilerini arayıp sormaya başladı. Konuştuklarını az da olsa duyuyordum. “Allahım ne olur bulunsun.” diye dua ediyordum kendi kendime. Biraz sonra Çekurov:

      “Vah Bavırjan, Bavırjan. Kendisi şanslı, bulundu, bulundu, bakanın biri aldığı sevklerini az önce iade etmiş, gidemeyecekmiş, onu siz alın” diye derin ah çekti.

      Zorlandığım kapı aniden sonuna kadar açılmış gibi sevinerek “ Teşekkürler Petr Romanoviç, Allah uzun ömürler versin.”dedim.

      “Sayenizde” uzun yaşamamak mümkün değil” diye ani bir cevap verdi.

      “Yarın da arayabilirim”dedim ben de geri kalmayıp.

      “Allah korusun.”diye güldü o.

      “Amin.”dedin.

      O ara kapı açıldı ve sarımtırak kıvrım bastonunu tık tık vurarak Bavken giriverdi içeri. Yerimden fırlayıp:

      “Bavırjan Bey buyurun…”demeye başladığım an:

      “Sus.”dedi. Çenesini kaldırıp gözlerini küçülterek baktığı gibi yanıma geldi. Yüzündeki sertlik gitmişti sanki. “Sustum.” diye cevap verdim içimden ve asker gibi dimdik dikildim karşısına. Bavken göğsünü göğsüme değdirecek kadar yaklaşıp durdu ve bu sefer özellikle sert bir bakış atıp yumuşak bir sesle: “Nöbetçi değilsin, bu kadar dikilmene gerek yok, eğil ve alnını getir.” dedi. Bavken uzun boylu biri idi, ben azıcık eğildim. Bavken, dudaklarını alnıma dokundurdu ve:

      “Otur”dedi. Kendisi karşı duvardaki kanepeye oturdu. Gözlerimin önünde babam canlandı ve hemen duygulandım.

      Bavken, acele etmeden odama göz gezdirdikten sonra: “Boyu beş metre, eni üç metrelik bir oda değil mi? Mesane kadar derler bu kadar büyüklükte bir yere. Müdüre yakışmaz.” diye bana bakış attı.

      “Bavke “Zengin, taya da binse yakışır” demezler mi?”

      “Doğrudur. Oğlum seni yorduğumun farkındayım.