Cengiz Aytmatov

Şafak Sancısı


Скачать книгу

Şabdan Sedep’in elindeki çatlak tasa konulan içeceğe tam uzanırken, Bayake;

      – “Ey köle, bunu ne diye kahramana sunuyorsun? Geri götür,” diye araya girmiş.

      Şabdan ise hiç istifini bozmadan; gelenek gereği:

      – “Yapılan ikramdan üstün değiliz. Getir,” demiş, maksımı bir dikişte bitirivermiş ve eklemiş:

      – “Of ne güzel, maksımınız tam kıvamında imiş. Öyle susamıştım ki… Susuzluğumu gidermiş oldum. Bugünlük sabredin, yarın bizim köyün yiğitleri gelir, sizi götürür. Hiç merak etmeyin.”

      Bunları söyledikten sonra kahraman yanındakilerle birlikte yoluna devam etmiş.

      Biraz yol yürüdükten sonra;

      – “Hey, Bayake, köyünün kimsesiz bir kadınına sahip çıkamıyorsan, merhamet edemiyorsan ne diye halkı idare etmeye yelteniyorsun?” diye kızmış. Aradan çok geçmeden Şabdan Sedep’e dört kanatlı çadır kurdurmuş. Altı koyun, bir de at vermiş.

      İşte o öyküde anlatıldığı gibi Şabdan Efendi’nin o zavallı kadıncağızın ikramını susadığı için değil, “gönlünü edeyim de ümitsizliğe düşmesin” düşüncesiyle kabul ettiği söylenir halk arasında. Oysa tüm Kırgız halkının hanı olarak bilinen, önünde el pençe divan durulan Şabdan Efendi’nin içeceğe ihtiyaç duyması söz konusu olamazdı.

      Rus İmparatorluğunun sömürgeci siyasetine hayatı boyunca karşı çıkmış olan Kırgızların kadın hanı Kurmancan datkayı [Datka: İdarecilere verilen bir nevi unvan (Ç.N.)] general Skoblev esir aldığında;

      – “Çocukların nerede?” diye sormuş.

      Kurmancan’ın cevabı da şu olmuş:

      – “Asıl çınar ellerinde ya, dalları da pek uzağa gidemez.” Kadına boyun eğdiremeyen general sinirlenerek Kurmancan’ın bulunduğu yere 30 askeri aynı anda bekçi tayin etmiş. O zaman da kahraman Şabdan Efendi araya girmiş, “Eğer Kurmancan kaçacak olursa, onun yerine beni öldürün” diye kefil olmuş ve Kurmancan’ı hapisten kurtarmış.

      Şabdan Efendi 1909-1911 yıllarında, memleketi olan Çonkemin’de “Şadmaniye Medresesini” açmış. Orada okuma yazma öğrenen Kazak, Kırgız, Rus ve Özbek çocuklarını Vernıy [Şimdiki Almatı (Ç.N.)] Kolejine, Bişkek Ziraat Okuluna bizzat kendisi götürerek, onların tahsillerine devam etmelerini sağlamış.

      Kahraman Şabdan yaşlandığı zaman kendi evlatlarına;

      – “Zadeganlık benimle son buluyor. Sizler makam, rütbe istemeyiniz. Servet de, onunla birlikte gelen mevki de geçici bir şey imiş. En iyisi toprağı işleyin, tahıl yetiştirip alın teriyle kazanmağa bakın” diye nasihat etmiş.

      Aytmatov: Tarih, belgelendirilmiş ve inkar edilmesi imkansız olan gerçeklerdir. Fakat bizim milletlerimizin başından geçen olaylar çoğunlukla efsaneye dönüşmüştür. Olay kahramanları ile aynı devirde yaşayan insanlar ve gelecek neslin geçmiş hakkında görüşü, menkibelere dayanıyor. Vakıanın önemi ve halkın görüşü bize öylece ulaşıyor. Mesela, kahraman Şabdan ile ilgili köy büyüklerinden çok duyduğum bir olay da şöyle cereyan ediyor: Yıl 1912. Kahraman Şabdan’ın (ruhuna hürmet) anısına büyük bir ziyafet tertiplenir. Alatav’ın güneyinde ve kuzeyinde oturan yediden yetmişe herkes davet edilir. Ziyafete tabii ki Kırgızlarla komşu olan Kazaklar da gelir. Kahraman Şabdan ile bir zamanlar içli dışlı arkadaşlığı olan şair Jambıl da, yanında kardeşleri Kenen ve Ümbetali ile birlikte bir kaç gün öncesinden gelip, davete icabet etmiş. Ziyafet esnasında düzenlenen alaman bayge (at yarışının bir türü) bitince, sıra atışmaya gelmiş. İki ülkenin ileri gelen ozanları sırayla ortaya çıkmış; jırlar devam ediyormuş. Zengin beyler, tüccarlar kazı, kartayı doyasıya yeyip, ardı arkası kesilmeyen kımızdan sonra tam neşelendikleri sırada Kazak ozanı Ümbetali Karibayev güzel sazlı dombırasını eline alıp Kırgız ile Kazakların kardeşliğini, Şabdan gibi eri ve Toktağul gibi şairlikte eşine ender rastlanan şahsiyeti jırıyla methetmiş. Toktağul adı geçtiği anda jıra deminden beri pür-dikkat kesilen beylerden biri “Dur!” diye bağırmış ve Jambıl’ın sağında yer alan Toktağul’a bakarak, “Ey suçlu kaçak! Çık evden çabuk!” diye devam etmiş. Meşhur Kırgız şairi Toktağul o günlerde Sibirya’dan sürgün edildiği yerden gizli kaçıp gelmişti. Bundan dolayı onu suçlu sayıyor ve bu hatasını(!) da yüzüne vuruyordu güya.

      Lafa Jambıl karışmış ve az önce ağzına geleni savuran Beye demiş ki: “Ey yavrum! Kahraman Şabdan sadece Kırgızları değil, Kazakları da sayesinde barındıran mükemmel bir şahsiyet idi. İşte onun gibi şu yanımda oturan Toktağul da iki halka ortaktır. Bunları birbirinden ayırt etmeye, birini övüp, diğerini yermeye kimin hakkı var? Toktağul gibi şairi Kırgız ve Kazak hanımları yüzyılda bir kere doğurabilir… Toktağul’un gıyabında tek kelime konuşacak olursanız ben burayı terkederim.”

      Doğru söze ne denir? Bu konuşmadan sonra Şabdan’ın torunları Jambıl’a işlemeli kaftan giydirip onu beyaz ata bindirerek mahcubetiyetlerini kapatmak istemişler.

      O zaman yine Jambıl;

      – “Gösterdiğiniz ilgiden dolayı çok teşekkür ederim. Bana verdiğiniz bu armağanları Toktağul’a hediye ediyorum. Sibirya’dan yorgun argın, hiç bir şeysiz yeni döndüğü malumunuzdur,” demiş ve topluluğun gözü önünde ahiretlik dostunun itibarını yükselterek, hediyeleri olduğu gibi Toktağul’a verdirmiş.

      Şahanov: Fani dünyaya veda etmeden birkaç gün önce, Jambıl, hemşehrilerini, çoluk çocuğunu, tüm yakınlarını toplayarak bir vasiyette bulunmuş;

      “Evet yavrularım. Çok kısa bir zamanda aranızdan ayrılacağım. Gece rüyamda; Suranşı Sarıbay’ın emanet ettiği kızıl kaplan, evimden çıktığı gibi Alatav’ın güneyine, Kırgızlara doğru koşup gitti. Arkasından üç defa seslendim, çağırdım ama bir daha dönüp bakmadı. Cenazemi kendi elimle baktığım bahçeye defnedin” demiş.

      Şike kahramanların ve fasihlerin, ozanların içinden seçilmiş olan bazılarının genellikle bir hayvan suretinde koruyup kollayıcı sahipleri olduğu halk arasında söylenir. Bunlar sahiplendiği kişilerin rüyasında görünerek, onlara yön gösterirlermiş. Mesela, meşhur Kaz sesli Kazıbek’in kollayıcısı çift kaplan, Kempirbay’ınki yeşil ördek, sözünü ettiğimiz büyük şair Jambıl’ınki ise kızıl postlu kaplan imiş.

      Jambıl’ın torunlarından, yazar kardeşiniz Nağaşıbek Kapalbekov’ten duymuştum. Siz de bir ara oğlunuz Askar ile Şairin köyüne gelip, Jambıl Ata’nın bağçesinin toprağına çocuğunuzu yatırıp kaldırmış, meşhur şairin mezarını ziyaret etmişsiniz.

      Aytmatov: Az önce senin de değindiğin kardeşliğin birer belirtisidir bunlar. Gençliğimde bir aksakaldan duyduğum bir hikâyeyi anlatayım, dinle: Jambıl vefat ettiğinde, devlet idaresindeki bazı kimselerin şahsi ilgisizliğinden olsa gerek, Kırgızlar’a haber yollanmamış. Merhumun ölümünün yedinci gününde halk toplanıp yas yemeği verilirken başta Alımkul olmak üzere, Kırgızların üç şairi ağıt yakarak gelmişler. Dört nala koştukları, atlarının sırıl sıklam olmasından belliymiş. Gelir gelmez, atlarından inmeden komızlarını [Komız: Kırgızların millî çalgı aleti (Ç.N.)] ellerine alarak;

      “Ey kardeşler! Jaken (Jambıl) tek Kazaklara mı aitti? Kırgızlarsız nasıl defnettiniz? Öyle darıldık ki şu anda kabrini (tekrar) açıp Kırgızlar adına birer avuç toprak atmakta iddialıyız,” demiş, sırayla ağıt jırını adeta yağdırmışlar. Kırgız kardeşlerin haklı olduklarını kabul eden cemaat utançlarından ne diyeceğini