Cengiz Aytmatov

Şafak Sancısı


Скачать книгу

uzun boylu, geniş gövdeliydiler, hem pek yakışıklıydılar. Onların yanında uzun boylu cüsseli bir delikanlı da varmış. Dördünün de bir erkeğe has vücut yapısına sahip olmaları ve ferasetli görüşleri Louis Aragon’un dikkatini çekmiş;

      – “Kazakların hepsi sizler gibi iri yarı mı oluyor?” diye hayretini gizleyemeyerek sormuş.

      – “Evet, evet, bizim insanımız hep uzun boylu olur. En kısası benim”, diye cevap vermiş Muhan şakayla. Louis Aragon söylenenlere inanmış tabii. Çok hayret etmiş. Tam o sırada odaya ülkemizin ideoloji yöneticisi -adını söylemeye lüzum görmüyorum- millî sanat değerlerimize yararından çok zararı dokunan kısa boylu birisi girmiş.

      – “Ama bu istisna,” demiş, Muhan, lafın altında kalmadan.

      M. Avezov’un meşhur “Abay Jolı” adlı eserini Fransızcaya tercüme eden Louis Aragon’un, sizin eserlerinizi de dikkatle incelemesinin Muhan’ın vesilesiyle olduğu belli.

      Bununla ilgili Kırgızistan Halk Yazarı Junay Mavlyanov’un hatıratından alıntı yapmadan geçemeyeceğim:

      “Issıkgöl kenarında bulunan geniş yazlığının baş köşesinde Muhan, Sokrates’in alnına benzeyen geniş alnını ara sıra el ayasıyla sıvazlıyor, konuştukça konuşuyordu. Konu edebiyat ve sanata kaydığında, evvela Aytmatov’dan bahsetmeye başladı:

      – “Şu anda Orta Asya ve Kazakistan’da, hatta tüm Sovyetler Birliği genelinde Cengiz ayarında bir sanatkar yoktur.”

      “Ben Lenin ve Devlet Ödüllerini belirleme komitelerinin üyesiyim. Dolayısıyla çokları tarafından övülen bir çok eseri okudum. Şunu itiraf etmeliyim ki bunlardan hiç birisi “Cemile” ile rekabet edemiyor. Bu görüşümü SSCB’nin en önemli gazetelerinde de altını çizerek belirtmiştim. Belki de okumuşsunuzdur. Buna rağmen, kendi aramızdan, benim Fransız dostum Louis Aragon kadar Cengiz’in kıymetini anlayan, onu haketteği şekilde medheden ve onun eserleri hakkında geniş çaplı görüş bildiren kimse çıkmadı. Kırgız kardeşlerimizin yıllardır Kazaklarla Alatav ve Isıkgöl’ü paylaşmaları, ortak olarak sahiplenmeleri gibi, bundan sonra Cengiz’i de iki halkın ortak evladı sayarak, hep beraber onunla gurur duyarsak, kıskanmazsınız. Allah nazardan saklasın” deyip sözünü samimi dilekleriyle noktaladı Muhtar Ağa.

      Bugünlerde Kırgız edebiyatının patriği olarak anılan saygıdeğer insan Tügelbay Sıdıkbekov Aksakal’ın “Dağ Arasında” adlı iki ciltlik romanı ile sizin “Cemile”niz aynı anda Lenin Ödülü yarışmasına sunulmuştu. Tabii karar anında hem ödül komitesinin üyesi hem de Tüken’in çok samimi arkadaşı olan M. Avezov’un ağzından çıkan bir tek cümlenin bile ne kadar büyük rolü olduğu belli. Adaletin ölçüleceği böyle önemli bir karar anında, Muhan’ın kılı kırk yararcasına adil davrandığını Tügelbay Sıdıkbekov’un kendisi anlatıyor. Diyor ki; “10 Nisan 1969. Ödül komitesinin toplantısında, yarışmaya katılanlar arasından oylamaya tabii tutulan birkaç eser seçildi. Dağ Arasında’ya sıra gelince, ben, kural gereği dışarı çıktım. Salon kapısı az açık kalmıştı. İçeriden “Geniş çaplı sosyal bir roman!” diyen Nikolay Semyonoviç Tihonov’un sesi duyuldu. Demek o, beni savunuyor. Arkasından Sergey Sergeyeviç Smirnovun; “Muhtar Omarhanoviç, siz bu romanı orijinalinden okudunuz. Dolayısıyla sizin kararınız oylamada ağır basacak” dedi, boğuk bir sesle.

      Muhan buna karşılık, “Ben Cemile’yi tercih ediyorum” diye cevap verdi.

      Aytmatov: Cemile yayınlanır yayınlanmaz Literaturnaya Gazeta’da [Edebi gazete (Ç.N.)] M. Avezov’un çok kısa bir makalesi basıldı. Az ama öz olan makalenin son derece iltifatla, itinayla yazıldığı belliydi. Bu, bir nevi büyük yazarın bana duasıydı. Aynı zamanda, üstadın karşısında kendi sorumluluğumu hissettiriyordu. M. Avezov’un, benim kendime olan güvenimi pekiştirmede büyük bir payı vardır. Arkasından SSCB genelinde dağıtılan bir gazetede “Botagöz-Bulak” adlı uzun hikâyem basıldığında da Muhan’dan; “Cengiz, eserini baştan sona okudum. Çok beğendim. Senin adına seviniyorum. İstikametinden yılma” diyen bir telgraf almıştım. Benim için kıymetli bir yadigar olan telgrafı daha halen arşivimde muhafaza ediyorum. Muhan’ı 1960’ların başında Bişkek’e geldiğinde evime davet etmiştim. Ünlü yazarın geleceğini duyunca anam Nagima çok heyecanlanmıştı. Evi silip-süpürüp, salonun baş köşesine minderlerini sermiş; sofrayı önceden hazırlayıp en değerli, en lezzetli yemekleri yapmıştı. Büyük oğlum Sancar o zaman daha çocuktu. Annem yemek telaşıyla mutfakta iken, oğlum sofraya konan kırmızı elmaları babaannesinden gizlice yemiş, kalanını da dışarıdaki komşu çocuklarına götürüyormuş ki suçüstü yakalanmış. Tam elmayı alacakken anam onu görmüş, paniğe kıpılmış. “Misafire ikram edeceğim elmadan eser bırakmamış şu çocuk. Hay Allah, ne yapacağım şimdi, ne yapacağım?” deyip çocuğu kulağından çektiği gibi salondan çıkardığı anda eve Muhan girmiş. Annem ile torununun yaptıklarına katıla katıla gülen üstad: “Ne olursunuz, benim hatırıma bir kere kızmayınız çocuğa” deyip yaramaza arka çıkmış. O zaman, Kırgızların meşhur “Manasçısı” Sayakbay Karalayev ile kapı komşusuyduk. O günün akşamı, sofra başında, dostlukları ta eskilere kadar dayanan iki büyüğün tatlı sohbetinin şahidi olma şansını elde etmiştim. Misafirler hava almak için dışarı çıktıkları zaman anam en küçük torunu Askar’ı, Muhan’ın oturduğu koltuğa ikide bir yatırıp kaldırıyordu. Anamın bu yaptığı da yazarın dikkatinden kaçmamıştı. “Adettir bu. Bebişimin gelecekte sizin gibi saygın bir insan olmasını ümid ediyorum” demişti annem. Muhan ise, kafasını sallayarak memnuniyetini belirtmişti.

      Şahanov: Muhan’ın, Sayakbay Karalayev’i kendi arabasıyla Almatı’ya götürüp Kazak Devlet Üniversitesi öğrencileriyle özel bir program düzenleyerek, toplananlara; “Kırgız ile Kazaklarda mohikanların en sonuncusu, bu gördüğünüz şahsiyettir. Doya doya görün, dinleyin” deyip Manas’ı söyletmesi, neredeyse bir tarihçedir.

      Yazarın, hayatının son yıllarında Issık Göl’deki yazlığına sık sık gelerek, Manas hakkında -Sayakbay ile Böltirik pehlivanın da katılımını sağlayarak- hacimli, epik bir roman yazmak için kaynak toplamaya başladığını çoğu kimse bilmiyor. Fakat yazarın bu güzel projeyi gerçekleştirmeye ömrü vefa etmedi. Kaderin hükmüne boyun eğmekten başka çare mi var?

      Geçtiğimiz yıllarda -ben o zaman “Jalın” dergisinin editörü idim- Louis Aragon’un evlatlığı Jan Rista misafirim olmuştu. Alatav’ı gezerken sohbet sırasında Jan Rista, Louis Aragon’un sizi 20. yüzyılın paha biçilmez şahsiyeti olarak tanımlayıp değer verdiğini sık sık tekrarlamıştı. Çok uzun olan iyilik yoluna ilk adımınızı attığınızda, sizi destekleyen iki üstadınıza karşı vefa borcunuzu siz de ödemeye çalışıyorsunuz. Louis Aragon’un vefatının ardından onunla ilgili makale yazmakla kalmadığınızı, merhumun anısına Paris’e gidip saygı duruşuna iştirak ettiğinizi biliyoruz. Bir zamanlar siyasetin boz bulanık gündemine konu olan, ideolojik yönünden gerici eser olarak addedilen M. Avezov’un Kıylı Zaman (Bulanık Devir) adlı romanını okuyucuya tekrar kavuşturmada ne kadar alın teri döktüğünüzü de herkes bilir. Roman Novıy Mir (Yeni Dünya) dergisinde yayınladıktan sonra sarfettiğiniz emekten dolayı tüm Kazak halkı size karşı minnet duymuş, vefakarlığınızı alkışlamışlardı. Toplumda nice insanlar var ki, dostlukları köprüyü geçinceye kadar sürer. Kıymet bilmezlik sizin için asla söz konusu olamaz. Siz her zaman tevazu ile zirvede olan bir ahlakı temsil ediyorsunuz.

      “Yabancı bir ülkeye sefere çıktığımda daima beraberimde götürdüğüm iki millî cevherim var. Onlar, “Manas” ve Muhtar Avezov.

      “Siz Kazak