Cengiz Aytmatov

Şafak Sancısı


Скачать книгу

herkesçe bilinen T. Ökeyev, B. Şamşiyev ve M. Ubukayev gibi yönetmenlerin yaptığı belgeselden, Sayakbay Karalayev Manas’ını birçok kere seyrettim. Destanı söylerken, olayların gelişmesine göre ozanın ses tonunun değişmesi, dinleyeni hayrette bırakan ozanlık kabiliyeti beni de çok etkilemişti. Sayakbay’ın sesindeki akılcılık o kadar büyülemişti ki beni, gönlümdeki coşkuyu dizginleyemeyerek ağlamıştım. Sonradan, hanımım Kanşayım’ı, genç yaşta vefat eden şair arkadaşım Jolon Mamıtov’un eşi Mendi ile çocukları Aygerim ve Azamat’ı da yanımıza alarak meşhur Manasçı’nın mezarını ziyaret etmiştik.

      20. yüzyılın ender rastlanan şahsiyeti Sayakbay Karalayev hakkında sizin düşünceleriniz nelerdir?

      Aytmatov: Birkaç yıl önce Seken ile birlikte Şu ilçesine gitmiştim. Bir anda tüm ilçe halkı Karalayev’in geldiğinden haberdar olmuş. Millet uzak yaylalardan, dağ köylerinden hatta çitliklerden; kimisi arabayla, kimisi traktörle, kimisi de yaya akın etmeye başladı. Karalayev’ın jırlarına hasret kalanlar o kadar çoktu ki, merkez kolhoz kulübü tıklım tıklım doldu. Gelenlerin yarısından çoğunun dışarıda kaldığını görünce, S. Karalayev, Manas’ı dışarıda, açık havada, milletin ortasında söylemeye karar verdi. Sayakbay kulüp binası önündeki merdivene, toplanalar da yere oturdular. Bazıları da at üstünde, kamyonlara çıkarak dinlediler. Ozan durmadan söylüyor, ağzından jır değil sanki bal akıtıyordu. Biraz sonra ufuktan yavaşça ilerleyen bulut tam tepemize geldiğinde, sağanak yağmaya başladı. Karalayev yağmurla yarışırcasına jırlamaya devam etti. Ben üstümdeki yeni takım elbisemin kirlenmesini düşünerek telaşa kapılmış olmalıyım ki, biraz çıkıntılı olan kulüp çatısının altına sığınmışım. Baktım ki, benden başka kimse yerinden kımıldamıyor. Utancımdan tekrar geri döndüm. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında sırılsıklam ıslanmaya ve üstlerine başlarına çamurun bulaşmasına aldırış bile etmeyen halk, Manasçı destanı bitirene kadar kıpırdamadan dinledi…

      Bu anlattığımdan bir kaç sene önce vuku bulan ilginç bir olayı da arz edeyim burada. Sene 1959 idi. Moskova’dan yeni mezun olup memlekete dönmüştüm. Ülke Parti Okulu dinleyicileri Kırgız’ların Sayakbay Karalayev ve Karamolda Orozov gibi meşhur isimleriyle özel bir görüşme programı düzenlediler. Parti Okulu dinleyicileri arasında, Kırgızlardan başka Rus, Alman vs. bir çok milletten insan vardı. Manasçıların ve atışmacı şairlerin çoğu Rusça bilmezdi. Ben tercüman tayin edildim. Program devam ediyordu. Sıra Sayakbay’a gelince, onu soru yağmuruna tuttular.

      – “Manas’ı, söylemeye kaç yaşında başladınız?”

      – “İlk öğretmeniniz kimdi?”

      – “İnsan hafızasında bunca uzun destanı nasıl tutabilir?”…

      Suallerin ardı arkası kesilmiyordu.

      “Çocuktum. Bir gün koyun otlatırken, bir kavak ağacının altında uyuya kalmışım. İkindi vaktinde at toynaklarının sesinden sıçrayarak uyandım. Yarı uyanık halde, at üstünde iri yarı birisinin bana doğru koşarak gelmekte olduğunu müşahede ettim. Adamın elindeki mızrak güneş ışınlarıyla parlıyordu. Bindiği at da o kadar gösterişliydi ki; küheylandı adeta. Yanıma geldiğinde, atının dizginlerini çekerek durdurdu:

      – “Ey oğul, hayrola nedir bu yatışın?”

      – “Uyuyakalmışım.”

      – “Senin ağzına kutsi bir görev verilecektir. Bundan sonra Manas’ı söyleyeceksin. Hadi, aç bakayım ağzını!”

      Ağzımı açmamla adamın ağzıma idrarını yapması bir oldu. Ağzım köpürüyordu, neredeyse boğulacaktım… Gelen kişi, kaşla göz arasında kayboldu. Gelen kimdi? Cin miydi, melek miydi yoksa Hızır mı, bilemem. Bildiğim tek şey, o andan itibaren ben Manas’ı jırlamaya başladım…”

      Karalayev durmadan konuşuyor, ben de kelimesi kelimesine çeviriyordum. Olay anlattığım noktaya geldiğinde nasıl tercüme edeceğimi bilemedim, çok zorlandım. Olduğu gibi aktarsam ayıp olur diye düşündüm. Çünkü salonda kadın dinleyiciler de çoğunluktaydı. Bir de, başka milletten olanlar ervahin [Kazak ve Kırgızlarda ölenlerin ruhuna aşırı saygı gösterilir. Bunlardan yardım, destek umma inancı mevcuttur. (Ç.N.)] Hızır’ın ne olduğunu anlayamazlardı. Çaresiz kalınca yukarıdaki olayın püf noktasını “Ağzıma tükürüverdi” diye tercüme ettim. Bu ifadenin bile dinleyicileri aşırı etkilediğinin farkındaydım.

      Aradan uzun seneler geçti. Bunları hiç kimseye anlatmamıştım. Bunları yakın zamanda, Belçika’da yapılan bir programda, Karalayevle ilgili yukarıdaki olayı olduğu gibi anlattım.

      Bir Fransız yazarı hayretlerini gizleyemeyerek; “Bu güne kadar neden bunu açıklamadınız? En çekici noktası da bu değil mi?” dedi bana.

      Şahanov: Dünya halkları folklorunda nice aşk ve kahramanlık destanları, kıssalar ve hikâyeler mevcuttur. Ama onların hiç birisi hacmi bakımından Manas Destanıyla kıyaslanamaz. Meşhur Homeros’un İlyadası ile Odise’sini üst üste koyduğunda bile, Manas, aşağı yukarı 20 misli hacimli. Hindistanlıların gurur kaynağı olan Mahabharata da Kırgız destanından 2.5 misli küçüktür. İşte bu muhteşem destanı Kırgız’ın tahsilsiz, okuma yazma bilmeyen, meşhur jırcıları (ozanları) altı ay boyunca söyleyip bitiremezmiş. Hafızanın harikuladeliği karşısında şaşmamak mümkün değil. Bu kadar bilgiyi insan beyni nasıl kaldırabilir? Her devrin Manasçıları –jırçıları- destanı hafızalarına kaydetmişlerdir ve nesilden nesle miras olarak aktaragelmişlerdir. Kırgızların, dünyadaki feraset sahibi milletlerin arasında önde gelenlerden sayılması, işte bu geleneksel hafıza sayesinde gerçekleşti. Ne yazık ki bazı devirlerin manasçılarının adı tarih sayfalarında kalmamıştır. Bunun sebebi, onların her birinin Ulu Destanı gelecek nesle emanet etmeyi kendilerine kutsal bir borç olarak bilmeleri olabilir. Son asrın bilinen en güçlü Manasçılarının sayısı 40’ı aşıyor. Onlardan biri, deha şahsiyet diyebileceğimiz Sağımbay Orazbakov. Zamanının zirve jırcısı sayılan S. Orazbakov 1930’da, 63 yaşında, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. O hayattayken, 180 bin mısralık destan halk edebiyatına sahip çıkmak isteyen birkaç kişi tarafından yazıya geçirilmiştir. O zamanlar günümüzde olduğu gibi ses kaydedecek teknoloji yoktu. Jırcı yavaş yavaş başlayıp gittikçe manaya, muhtevaya inerek yarışmaya katılan at gibi tam hızını alacağı sırada onu durdurup, söylediklerini yazana kadar bekletmek, ozana hakaret gibi görülmüştür. Sağımbay öyle öfkeleniyormuş ki bu duruma, kendini zor frenliyormuş.

      Burada, destanın günümüze kadar ulaşmasında büyük katkıda bulunan Balık ile Keldibek, Toğolok Moldo ile Moldobasan, Jüsip Mamay ile Seydene gibi vefakar insanlara gelecek nesil adına teşekkür etmek borcumuzdur, görevimizdir. Bunlardan Kırgız Edebiyatının zirve şahsiyeti Toğolok Moldo (1860-1972) Manas’ı jırlamakla yetinmemiş, aynı zamanda bizzat yazıya geçirmiştir. Kendi ismi Bayımbet imiş. Fakat hemşehrileri genç yaşta okuma yazma öğrendiğinden dolayı “Moldo” [Moldo: Molla, hoca demektir. (Ç.N.)]; tombiş tipine bakarak “Toğolok” [Yuvarlak manasında(Ç.N.)] ismini takmışlar. Ölümüne kadar Toğolok Moldo olarak bilinmiş, edebiyatta da bu ismi ile zikredilegelmiştir.

      Şair-ozanın memleketi Narın vilayeti, Akdala kazası, Kurt-ka köyünden Bermet Jüsüpjanova adında bir kadın, geçenlerde beni ziyaret ederek Toğolok Moldo’nun Arap harfleriyle, okunaklı bir şekilde, kendi eliyle yazdığı el yazması eserini bana takdim etti. Müstesna şahsiyetin değerli mirasını elime alıp baktığımda, kendisi söylediği Manas nüshası olduğunu hemen anladım.

      – “Bu eseri Millî İlimler Akademisine götürseydiniz,” dediğimde, misafirim;

      – “Bir zamanlar,