Cengiz Aytmatov

Şafak Sancısı


Скачать книгу

-güvenliğin gözetimi altında bulunan- ona duyduğuma göre Devlet Güvenlik Komitesinden tanımadığı bir kadın telefon açmış ve “Ne yapıp yapıp bugün buraları terkediniz. Biraz çabuk olmazsanız iş işten geçmiş olacak. sizi tutuklama kararı hazırlanıyor” demiş. Muhan (bu haberi alır almaz) o günün akşamı Moskova’ya uçmuş. Moskovalı dostlarının yardımıyla tahkikattan kurtulmuş. M.G.U.’ya (Moskova Devlet Üniversitesi) profesör olarak alınmış. Bütün bunlardan sonra diyorum ki, böyle karma karışıklığın ortasında hayatını tehlikeye atarak “Manas”a sahip çıkmaya çalışması, bir kahramanlık örneği değil de nedir?

      Aytmatov: Ev-e-e-t… Yukarıda sözünü ettiğim “Manas” konferansını kapı aralığından dinledim dedim ya. 30 sene sonra “Manas” Destanının ilk baskısına editör olarak Mukaddime yazacağımı, dünya çapında düzenlenecek toplantılarda onunla ilgili konuşma yapacağımı o zaman aklımın ucundan bile geçirememiştim…

      Büyük üstad M. Avezov ile ikinci defa görüşmem çok ilginçtir. Moskova M. Gorkiy Dünya Edebiyatı Enstitüsü Yüksek Edebi Kursunda öğrenciydim. Mihail Dudintsev’in “Ni Hlebom Edinım” romanı yeni yayınlanmıştı, Edebiyat ortamında bu eserle ilgili şoklar yaşanıyordu. Kimisi romanı övmeye kelime bulamıyor, diğer bir taraf da, tam tersine, eserin çok kötü olduğunu söylüyordu. Kamuoyundaki bu tartışmayı durdurmak ve belli bir karara bağlamak amacıyla Merkez Edebiyatçılar Evi’nin küçük salonunda bir toplantı ilan edildi. Ben erkenden gelip bir yere oturdum. Protokole edebiyatın (ve diğer alanların) en ileri gelenleri yerleştiler. Salon o kadar doluydu ki, bazıları pencere önüne, bazı kimseler de yere gazete sererek oturmuşlardı. Edebi tartışmanın biteceği yoktu. Söz ustaları peşi sıra kürsüye çıkıyor, fikir mücadelesi yapıyorlardı. Aradan ne kadar vakit geçtiğini bilemiyorum, bir ara kapı tarafına bakmıştım. Kalabalığın içinde M. Avezov’un hasret olduğum yüzünü gördüm. Biraz geç gelmiş olacak… Protokoldekiler Muhanı görmemişler veya görseler bile o kalabalıkta içeriye geçmek imkansızdı. Onu öyle ayakta görünce yerimde rahat edemedim. Anlaşılan ne içeri girebiliyor ne de dışarı çıkabiliyor. Derken ara verildi. Salon çok havasızdı. Hava almak için millet dışarıya koyulduğu zaman, ben de itişe kakışa Muhan’a yetiştim.

      İki elimle elini sıkarak selamlaştım ve hemen:

      – “Muhtar Ağa, size yer var. Benimle gelir misiniz?” deyip kendi yerime kadar götürdüm.

      Muhan, gösterdiğim yere yerleştikten sonra bana biraz şaşkınlıkla bakarak:

      – “Oğlum, kimsin sen? Nerelisin?” diye sordu.

      – “Kırgızistanlıyım. Burada Edebiyat Enstitüsünde okuyorum,” dedim.

      – “Ha, demek öyle! Şimdi her şeyi anladım. Sağ olasın yavrum. Bahtın açılsın,” deyip bana merhamet dolu bakışlarını uzattı.

      Benim için bundan daha güzel bir dua olamazdı.

      Sen kendin hiç görüştün mü Avezov ile? O vefat ettiği zaman yaşın küçük olsa gerek ama…

      Şahanov: Vefatından bir kaç ay önce, Şımkent Kurşun Fabrikası Kültür Sarayında “Abay Yolu” romanı hakkında iki günlük okuyucular konferansı düzenlenmişti. Konferansa, Muhan, Almatı’dan özellikle gelip iştirak etmişti. Vilayetimizde herkesçe tanınan, Mamıtbek Kaldıbayev isimli şair bir arkadaşım var idi. O, “Abay Yolu” konferansına benim için davetiye göndermiş. Dünyaca ünlü yazarı o zaman ilk defa gördüm. Konuşmasından tut, oturması, kalkması, hatta memnuniyetini izah ederken parmağıyla burnuna dokunarak “Pali, pali!” (“Vah, vah” anlamında kullanılan tabir) diyerek gülümsemesi, herşeyi ve herşeyi benim gibi gençlerin çok ilgisini çekmişti. Maviye çalan gri renkli bir ceket giymişti. Kitaplarında gördüğüm resimlerine kıyasla biraz zayıf, yüzü solgun görünmüştü. O sıralar “Albay Jolı” sonraki “Ösken Örken” adlı yeni eserini yazıyormuş. Belki de ondan çok dalgın idi…

      Konferans bitince yazarın imzasını almak için sıraya girdik. O kalabalıkta, ilerleye ilerleye yazarın yanına ben de yaklaştım. O zamanlar “Albay Jolı” ile “Enlik-Kebek” eserinin bazı bölümlerini ezbere biliyordum. Bildiklerimi yazarın önünde söylemek isteyip kendimi zorlamama rağmen cesaretimi toplayamadım. Bir yandan da utandım. Diğer taraftan benden sonra sıraya dizilenler acele ediyorlardı.

      – “Adın ne, oğlum?” dedi Muhan eline verdiğim kalınca roman kitabının ilk sayfasını açarken Muhtar.

      “Babam sizin kitabınızı okuyunca, size saygısından dolayı bana bu ismi vermiştir demek istedim. Fakat yine cesaret edemedim

      Yazar, yüzüme sevgiyle baktı. Kafasını salladı ve yazmaya başladı. “Bala Muhtar’a ata ( Muhtar’dan. En içten sevgilerimle…” deyip imzaladı. Yazısı biraz kötüymüş. Böylece bu büyük sanatkarla ilk ve son defa görüşmüştüm.

      Ben Şımkent Pedagoji Enstitüsünde öğrenciyken Adil Ermekov adında bir yaşlı hocamız vardı. İlginç bir şey, bu hocamız M. Avezov’un “Albay Jolı” romanını ezbere söylüyordu. Hani Sayakbay Karalayev var ya, onu hatırlatan fenomenin bir parçasıydı sanki. Sizin “Samanyolunuz”daki birçok monologları da ezbere biliyordu. Öğrencisi olduğum için benimle de gurur duyuyor olmalıydı ki benim delikanlı çağımda yazdığım bir kaç şiirimi de özenle okuyordu. O hocamızın kendi ağzından duyduğum bir vakayı anlatayım.

      M. Avezov, hayatının son yıllarında yeni bir roman yazmak amacıyla güney Kazakistan’a sık sık gelirmiş. Adil Ermekov bir görüşme esnasında Muhan’dan duyduğunu şöyle aktarıyor:

      Kanış Satbayev [Kazak Jeoloji ilminde büyük başarıları elde etmiş bir âlim (Ç.N.)] ile M. Avezov Leningrad’ta öğrenciyken bir çingeneye fal baktırmışlar. Çingene Kanış Satbayev’in avucuna bakarak:

      – “Çok zorlu zahmetler çekeceksin. Hepsinin üstesinden gelecek, meşhur bir âlim olacaksın,” der.

      M. Avezov’un avuçlarına bakınca bir süre sessiz kalır. Biraz düşündükten sonra;

      – “Sen de büyük bir adam olacaksın. Tüm dünya tanıyacak seni. Fakat çok ağır ve girift yollardan geçeceksin. Birkaç kere hayati tehlike atlatacaksın. Külfetli devrelerin sonunda itibarın yükselecek. Üç defa evleneceksin. Ecelin de bıçak olacak,” der. Ağzının içine bakarcasına konuşmasını dinleyenlere M. Avezov;

      – “Hayatımın çok zahmetli ve tehlikeli geçtiği doğru. Ortalığın karıştığı o devirde ‘vatan haini’ iftirasıyla idam edilebilirdim. Tesadüf eseri kurtuldum. Meşhur olacağıma dair yorumu da -yarı yarıya dahi olsa- gerçekleşti. Çok büyük birisi olmasam da insanlar tarafından az çok biliniyorum… Üç evlilik meselesi de aynen oldu. Ecelimin bıçaktan olacağını söylemesi son zamanlarda biraz korku salıyor içime. Akşam geç saatlerde dışarı çıkmamaya, yalnız kalmamaya dikkat etmeye başladım,” demiş.

      Şike, M. Avezov’un Kremlin Hastanesinde ameliyat olurken hayata elveda dediğini herkes biliyor. Yani rahmetlinin eceli yine bıçaktan olmuş.

      Aytmatov: Ah, şu kader! Muhan ile en son 1961 yılında, hastaneye yatmadan az önce, Moskova Otelinde karşılaşmıştım. Kendisini o anda çok sevinçli gördüm. Memleketten getirdiği Kazı, Kartayı [KartAytmatov: Haşlanmış at işkembesi. Kazak sofrasının en meşhur soğuk yemeklerinden olup kıymetli misafirlere ikram edilir (Ç. N.)] iştahla yiyip, çay içmiştik. Baba oğul gibi samimi muhabbete dalmış, gece saat 01:00’a kadar oturmuştuk.

      “Kuntsevo hastanesine yatacağım. Doktorlar Polip diyorlar. İyi huylu tümör imiş.

      Gücüm kuvvetim yerindeyken bir an